.
.
.
.
.
Zanaatkâr (2006)
Richard
Sennett
(Çev.
Melih Pakdemir), Ayrıntı Yayınları 2013 İstanbul
travail, opium unique
[çalışma, biricik afyon]
8
“Yampak, düşünmektir.”
Önsöz
Kendi İmalatçısı Olarak İnsan
11
[Hannah] Arendt’in kuşağı kendine zarar verme korkusunu
rakamlarla dile getirebiliyordu; çünkü bu rakamlar insan zihnini dumura
uğratacak denli büyüktü. En az yetmiş milyon insan, yirminci yüzyılın ilk elli
yılı boyunca savaşlarda, toplama kamplarında ve gulag’larda yok olmuştu.
Günümüzde, barış döneminin maddi uygarlığı, kendi imalatımızla
kendimize zarar verme bakımından aynı ölçüde dumura uğratan rakamları ortaya
koyuyor: Örneğin bir milyon rakamı, şimdi tek bir yılda tüketilen fosil yakıt
miktarını tabiatın üretebilmesi için gerekli yıl sayısını temsil eder. Ekolojik
kriz Pandora usulüdür, insan imalatıdır; teknoloji ise denetimin yeniden elde
edilebilmesi konusunda güvenilmez bir müttefiktir.
19
“Zanaatkârlık”, sanayi toplumunun gelişmesiyle birlikte
silinmekte olan bir hayat [Musil’in
romanının -Niteliksiz Adam’ın girişi- tersi] tarzını akla getirebilir;
ancak bu doğru değildir. Zanaatkârlık sürekli, temel insan dürtüsüne, kendi
iyiliği için bir görevi güzel yapma arzusuna işaret eder.
24
Hem doğal kaynaklar hem iklim değişikliği bakımından büyük ölçüde
biz insanların imal ettiği maddi krizle yüz yüze geliyoruz. Pandora mitolojisi
şimdi artık kendi yıkımımızın dünyevi bir sembolü haline gelmiştir.
Sosyolog Georg Simmel’in söylediği gibi, çevreleriyle barış
içinde olan, o yeri hak ettiğini hisseden insanlara kıyasla, bir yabancı, çok
fazla ıstırap verici olsa bile, uyum sanatını daha fazla araştırarak öğrenir.
Simmel’e göre, yabancı aynı zamanda dâhil olduğu topluma bir ayna da tutar;
çünkü yabancı, yerliler için doğal kabul edilen hayat tarzlarını benimseyemez.
[Dil, yabancı içindir (?)]
25
Uzun geçmişi olan bir akıma yani Amerikan pragmatizmine bağlı
olarak yazıyorum… Pragmatizm felsefeyi, sanat ve bilimlerdeki somut
pratiklerle, politik ekonomiyle ve dinle birleştirme peşindedir; bunun ayırt
edici özelliği gündelik hayatın içine yer etmiş felsefi konuları incelemektir.
26
[jeolojik bakış…] Bu
projede tarihsel kayıtları kullanma kılavuzum, … [Bu filmde] “Hayvanların ve
bitkilerin evcilleştirilmesi sadece son yarım dakikada gösterilecektir ve buharlı
makinenin icadı ile atom enerjisinin icadı arasındaki süre ise sadece sondaki
bir saniyedir.” (John Maynard Smith).
Kayda geçmiş uygarlığın on beş saniyesinde Homeros, Shakespeare,
Goethe ya da basitçe büyükannenin mektubunun bizim anlayışımıza yabancı hale
gelmesi için hiçbir sebep yoktur. Doğal tarihteki kültürün zamanı kısadır.
… maddi kültür biyolojik hayatın temposunu izleyemez. Nesneler,
bir insan bedeninde olduğu gibi kaçınılmazcasına içten çürümezler. Eşyanın
tarihleri, insan nesilleri boyunca dönüşümlerin ve uyumun güçlü bir role sahip
olduğu farklı bir akış izler.
Birinci Bölüm
Zanaatkârlar
I. Tedirgin Zanaatkâr
32
Marangoz, laboratuvar teknisyeni ve icraatçı, bunların üçü de
zanaatkârdır çünkü kendi iyilikleri için, iyi bir iş çıkarmak üzere kendilerini
adamışlardır. … Zanaatkâr bağlanılmış
(angaje olunmuş) özgül bir insanlık durumunu temsil eder.
… sadece bir marangozun sahip olduğu türden el hüneriyle
eşitlendiğinde zanaatkârlık pek anlaşılamıyor. Almanca handwerk (el işi); Fransızca artisanal;
İngilizce statecraft…
33
Ben de ilk olarak duyguların ve düşüncelerin incelenebildiği
laboratuvar örneğinde olduğu gibi somut pratikleri ele almak istiyorum. Bu
çalışmamın ikinci amacı da el ile kafa, teknik ile bilim ve sanat ile zanaat birbirinden ayrıldığında
ortaya neyin çıktığını keşfetmektir.
… zanaatın etik problemleri de ustalık mertebesinde ortaya
çıkıyor.
Modern Hephaistos
Antik Dokumacılar ve Linux Programcıları
34
Zanaatkâr için yapılan ilk övgüler, zanaatkârların usta tanrısı
Hephaistos'a yönelik olarak Homeros destanlarında yer alır: "Ey temiz
sesli periler, hüneriyle ünlü Hephaistos'un şarkısını söyleyin. O ki parlak
gözlü Athena ile birlikte dünyanın her yanında insanlara harika zanaatlar
öğretmişti, o insanlar ki daha önceleri dağlardaki mağaralarda vahşi yaratıklar
gibi yaşarlardı. Ancak şimdi onlar sanatıyla ünlü Hephaistos sayesinde
zanaatları öğrendiler, bütün bir yıl boyunca kendi evlerinde barışçıl bir hayat
sürdürüyorlar." [Hephaistos... barış sağlayıcısı ve uygarlık yapımcısı...]
... ilk Yunanlılar için zanaat ve topluluk, birbirinden
ayrılamaz şeylerdi.
35
Destanda zanaatkâr için kullanılan kelime demioergos'tur.
Ki bu da kamu (demios) ve üretken (ergon) kelimelerinden oluşan bileşik bir
kelimedir. ... İşte bu türden sıradan yurttaşlar, görece az sayıda ve
çalışmayan aristokratlar ile köle kitleleri arasında bir yerde yaşıyordu.
Kölelerin pek çoğu teknik hünerlere sahipti ancak bu becerileri onlara hiçbir
siyasi kazanç ya da hak sağlamıyordu. Destan işte bu arkaik toplumun tam
ortasında yer alan kafa ve el emeğini birleştirenleri, uygarlaştırıcılar olarak
onurlandırmıştı.
36
Homeros çağında zannatkâr, kamusal bir erkek ya da kadın olarak
övülmüş olsa bile, klasik zamanlarda zanaatkâra verilen paye gölgelenmiştir.
[Aristophanes çömlekçileri ahmak soytarılar olarak nitelemektedir]. Aristoteles
[Metafizik'te] zanaatkâr için kullanılan eski kelime demioergos'u terk
eder, bunun yerine basitçe el işçisi demek olan cheirotechnon kelimesini
kullanır.
37
Klasik bilimin gelişmesi, becerinin cinsiyet boyutuna da katkıda
bulundu ve böylece erkekleri kapsayan zanaatkâr kelimesinin üretilmesine yol
açtı. Bu bilimle erkeklerin el hüneri ile kadınların birer çocuk yetiştiricisi
olarak iç organlar bakımından sahip oldukları güçler karşılaştırıldı; daha
güçlü olan erkek kol ve ayak kasları da kadınlarınkiyle kıyaslandı; erkeklerin
beyinlerinin kadınlarınkine kıyasla daha 'kaslı' olduğu farz edildi.
Arkaik Hepaistos idealine en fazla sempati duyan klasik dönem
filozofu, Platon idi; ama aynı zamanda onun sona ereceği konusunda da
endişeliydi. Platon beceri kelimesinin izini, onun kökeni olan poiein
yani 'yapış' kelimesine dek sürdürmüştü. Bu ise poetry [şiir]
kelimesinin atasıdır ve destanda da poets [şairler], zanaatkârın bir
çeşidinden başka bir şey değildir. Bütün zanaatkârlık ise niteliğin belirleyici
olduğu bir çalışmadır; Platon bu amacı, bir arete yani herhangi bir
eylemde gizli haldeki mükemmelliğin standardı olarak formüle etmiştir: Niteliğe
yönelik tutku bir zannatkârı, sadece becermiş olmanın ötesinde geliştirmeye,
daha iyisini elde etmeye sevk edecektir. Ne var ki kendi zamanında Platon,
"zanaatkârların hepsi şairler olsa bile... bunlara şair denilmediğini,
başka isimleri olduğunu" [Symposium 205b-c] gözlemlemiştir.
38
... Hepaistos destanı ile Platon'un yaşadığı dönem arasında
geçen beş yüz yılda, bazı şeylerin ortadan kalktığı görülüyor. Arkaik
dönemlerde beceri ve toplum arasında söz konusu olan birlik giderek
zayıflamıştır.
"Açık kaynak" bilgisayar yazılımı faaliyetine katılan
insanlar, özellikle de Lİnux işlemcilik sistemindekiler, ilk kez Hepaistos
destanında övgü düzülen unsurların örnekleri olan zanaatkârlardır... [Antik
çömlekçiler, kapalı bilgi sistemleri...]
41
El zanaatlarının tarihinde, kapalı bilgi sistemleri kısa ömürlü
olmaya yatkındır.
Linux, kişisel olmama özelliğiyle tam olarak bir "[Antik]
Yunanistan"dır. Linux'un internetteki atölyelerinde, örneğin
"aristotle@mit.edu" denildiğinde, bunun kadın mı yoksa erkek mi
olduğunu çıkarsamak mümkün değildir; burada önemli olan
"aristotle@mit.edu"nun tartışmaya yaptığı katkılardır. Kadim
zanaatkârlar da kendi aidiyetleri içinde bir gayri şahsilik yaşarlardı; demioergoi,
halk arasında çoğu kez mesleklerinin adıyla çağrılırdı.
Zayıflayan Motivasyon
44
... genç Marx, kendisini seküler bir Hephaistos olarak
görüyordu, yazdıkları sayesinde modern zannatkârları özgürleştirecekti.
Grundrisse adlı çalışmasında, zanaatkârlığın çerçevesini, mümkün olan en geniş
kapsamlı terimlerle "biçim verici faaliyet" olarak çizmişti. İnsan ve
toplumsal ilişkilerin, maddi şeylerin yapılması aracılığıyla geliştiğini,
böylece "bireyin her bakımdan gelişiminin" mümkün hale geldiğini
vurgulamıştı (s. 301-324). ... [Yaşlı Marx] Son olarak "Gotha
Programı" adlı yazısında da komünizmin zanaatkârlığın ruhunu yeniden
canlandıracağı görüşüne döndü.
46
[W. Edwards Deming: "toplam kalite kontrolü";
"kolektif zanaatkârlık"]
47
Marx "işçi" ile ilgileniyordu; DEming ve onun Japon
takipçileri ise işin kendisiyle...
... kolektivizme mahkum olanlar karşısına rekabetin erdemlerini
yerleştirme şekli...
49
Teknoloji şirketlerinde, enformasyonu saklamak özellikle iyi iş
çıkarmanın önünde bir engeldir.
İşbirliği sayesinde başarıyı yakalayan şirketlerin Linux
topluluğuyla ortak yönleri, teknolojik zanaatkârlığın deneysel nişanesi olan
sorun bulma ve çözmedeki yakın, akışkan birlikteliktir.
54
Ayrı Düşmüş Beceriler
[Beceri]
Alışılageldik cevap, becerinin eğitilmiş bir pratik olduğu
şeklindedir. Burada, beceri ile coup de foutre (yıldırım aşkı) yani
aniden gelen ilham karşı karşıya gelir. İlhamın cazibesi kısmen, ham haliyle
yeteneğin eğitimin yerini alabileceği şeklindeki bir inançta yatar.
Doğuştan gelme, eğitilmemiş beceriler konusundaki istekler
karşısında kuşkulu olmalıyız. "Şayet zamanım olsa ya da şöyle kendimi bir
toparlasam iyi bir roman yazabilirim" şeklindeki sözler, genellikle
narsist fantezilerdir. Tersine, bir eylemin üzerinden tekrar tekrar geçmek ise
özeleştiriyi mümkün kılar.
59
[CAD - Computer-Assisted design - Bilgisayar destekli tasarım]
"Aynı zamanda hem düşünür hem yaparsınız. Çizersiniz ve
yaparsınız. Çizime... hep geri dönülür. Bunu yaparsınız, yeniden yaparsınız ve
tekrar bir daha yaparsınız" (Mimar Renzo Piano). Bu izafe edilmiş döngüsel
dönüşüm, CAD ile birlikte terk edilebilir. Ekranda noktalar yerleştirildikten
sonra, çizimi artık logaritmalar gerçekleştirir; şayet süreç kapalı bir sistem
ise yani amaçlar ile amaç arasında statik bir ilişki varsa, hatalı kullanım
ortaya çıkar.
61
[Peachtree Center, 1.8 milyon metrekare üzerine kurulu]
Başka bir yerde, üç adet çarşı ve ofis kuleleri vardır; bunlar
da beton-çelik karışımı yapılardır ve bazılarının dış cephelerinde postmodern
tasarımın simgesi haline gelmiş olan Rönesans ve Barok ayrıntıları görülür.
63
[Ozalit/çizim X CAD/logaritmalar]
Çizim eylemi esnasında somut, bağlantısal ve tamamlanmamış
fiziksel deneyimler yaşanır. ... Zor olan ve eksik kalan şeyler, kavrayış
sürecimizdeki olumlu unsurlar olarak görülmelidir; simülasyonun ve tamamlanmış
objelerin manipülasyonunun beceremeyeceği ölçüde bizleri teşvik eder. ... Modern
bilgisayar programları, aslında genişleyen bir tarzda kendi deneyimlerinden
öğrenebilir; çünkü logaritmalar verilerin geribildirimi boyunca yeniden
yazılır. ... sorun şudur: İnsanlar makinelerin bunu öğrenmesini sağlayabilirler
ancak böyle bir durumda yeterlilik kazanılması sürecine katılmazlar, sadece
bunun edilgen bir tanığı ve tüketicisi olurlar. ... CAD programının kötü kullanımı
da kafa ve el birbirinden ayrıldığında, asıl sıkıntı çekenin kafa olduğunu
gösterir.
64
... kafa ve el sadece entelektüel bakımdan değil, toplumsal
bakımdan da birbirinden ayrılmış durumdadır.
65
İngilizce'de practice (alıştırma, deneyim, pratik) ve
practical (becerikli, iş bitirici, elverişli, pratik) aynı kökenden gelir.
İnsanlar bir beceriyi geliştirmek için ne kadar çok eğitilirse ve alıştırma (practice)
yaparsa, bunların mümkün ve belirli şeylere odaklanarak daha iş bitirici (practical)
bir zihniyete sahip olacakları sanılabilir. Aslında, uzun süren alıştırma yapma
deneyimi aksi yönde bir sonuç doğurabilir.
67
"Fordizm" iş bölümünü uç noktalara götüren bir
sistemdir: Her işçi bir görevi yerine getirir, görevi yerine getirme süresi de
zaman ve hareket [Taylor] incelenerek mümkün olduğunca kesin bir şekilde
ölçülür; elde edilen ürün de yine tamamen niceliksel olan hedefler esas
alınarak ölçülür.
68
[fordizm, kötü bir üne sahipti] İş bölümü, bütünlükler yerine
parçalar üzerine odaklanır; [Adam] Smith, tüccarların sahip olduğu canlılık ile
işçilerin her gün her saat fabrikalarda aynı küçük şeyleri yaptıkları için
gerileyen zekalarını kıyaslar. Yine de Smith bu sistemin, sanayi öncesi tarzda
el ile yapılan işlerden daha etkili olduğuna inanmaktaydı.
69
Açıktır ki hastayı bir otomobilmiş gibi tamir etmek mümkün
değildir...
70
Sistem için gerekli standartlar hakkında mükemmeliyetçilerin
yaptığı bir çalışma (Sağlık sektörünün fordist bir sisteme tabi tutulması),
bunların tedavi kalitesini yükselttiğini ileri sürebilir. Hemşireler ve
doktorlar ise uygulamada bu sayısal taleplere itiraz ediyorlar. Belirsiz bir
duygusalcılıktan öte, onlar merak ve tecrübeye olan ihtiyacı vurguluyorlar ve
sanırım bu yüzden Immanuel Kant'ın "insanlığın dolambaçlı ormanı"
dediği bir imajı hem kendilerine hem hastalara yakıştırmaktan geri
kalmayacaklardır.
II
Atölye
75
Ortaçağlarda zanaatkârlar, çalıştıkları yerlerde uyurlar,
yerler, içerler ve çocuklarını yetiştirirlerdi. ... Ortaçağ atölyesinin
yüzlerce ya da binlerce insan çalıştıran modern fabrikalarla hiçbir benzerliği
bulunmazdı.
76
Atölye hakkında daha tatmin edici bir tanım şöyledir: İnsanların
yüz yüze ilişkiler içinde otoritenin belirlediği konularla ilgilendiği bir
üretim alanıdır.
Bu tanımı kullanabilmek için otoritenin karşıtı olan özerkliği
de hesaba katmamız gerekir; özerklik, bir başkasının müdahalesi olmadan kendi
başına yeterli bir çalışmanın yapılmasıdır.
77
Ne var ki hiç kimse tek başına çalışırken, pencereleri nasıl
parlatacağını ya da nasıl kan alacağını bilemez. Zanaatkârlıkta standartları
belirleyen ve eğiten üst düzey birisinin olması lazımdır.
Zanaatkârlığın toplumsal tarihi büyük ölçüde, atölyelerin
otorite ve özerklik sorunlarından kaçınmak ya da bunlarla yüzleşmek
doğrultusunda harcadığı çabaların hikâyesinden oluşur.
Lonca Evi
Ortaçağ zanaatkârlarının otoritesi kendisinin bir Hıristiyan
olması gerçeğine dayanıyordu. İlk hıristiyanlık da kendi kökenine zanaatkârın
itibarını dahil etmişti. Hem teologların hem sıradan insanların gözünde,
İsa'nın bir marangozun oğlu olması önemliydi; Tanrı bu şekilde kendi mesajının
evrenselliği hakkında mütevazi bir işaret göndermiş oluyordu. Augustinus ise Âdem
ve Havva'nın "bahçede çalıştıkları için ayrıcalıklı" olduğunu
söylüyor ve şöyle soruyordu: "Tohum ekmekten, bitkilere aşı yapmaktan ve
sebze toplamaktan daha mucizevi bir şey var mıdır?" Dahası din, zanaatkârın
yaptığı işi de kucaklıyordu; çünkü bu işler insandaki kendini tahrip etme
eğilimine karşı durabilirdi. Hephaistos destanında olduğu gibi, zanaat işi
şiddet içeren değil barışçıl ve üretken bir boyutta ele alınıyordu.
.
.
.
.