.
.
.
.
.
Armağan Üzerine Deneme
Marcel
Mauss
(Çev.
Nihal Özyıldırım), Alfa Yayınları, 2018, İstanbul
[Essai
Sur le Don, 1925]
1. Sunuş - Florence Weber s.11-65
11
Potlaç
gibi Kızılderili kökenli ya da kula gibi Okyanusya kökenli kavramları antropolojinin
çok ötesine, iktisat, yönetim, pazarlama bilimlerinin uluslararası dünyasına
yayarak, …
12
"toplumun
ve kurumlarının tamamını [. . . ] harekete geçiren," "toplumun
yakaladığı kısa
anın"
kavranmasını ve "fikirler ya da kurallardan ziyade, […] insanların, grupların
ve onların davranışlarının" anlaşılmasını sağlayan karmaşık olguların
somut geniş bütünlüğünü, "bütün sosyal olguları" yerleştirerek ihtiyatlı
bir Kopernik devrimi gerçekleştirmiştir.
13
Etnograf,
gözlemleyebildiği kadarıyla insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılık
ilişkilerini izlemeye çalışır; …
14
Bir
kere maaşlarını verdikten sonra toplumun, onun hayatını var eden çalışanlara
karşı borcunun bitmiş olmadığını, yaşlılık ve işsizlik durumlarında da onlara insani
yaşama koşullarının sağlanmasının bir borç olduğunu ifade ederek Mauss, o
dönemde sosyal politikaları oluşturan hayırseverlik ilkelerinden, Armağan
Üzerine Deneme'nin sonuç bölümünde hatırlattığı "zengin 'sadakacı'nın
bilinçsiz ve onur kırıcı himayesi"nden ayrılır.
15
…
onun ilkel ve arkaik toplumlardaki armağan analizleri , "hukukumuzun ve
iktisadımızın
içinde
bulunduğu krizin ortaya koyduğu bazı sorunlara" cevap bulmak
zorunluluğundan ileri geliyordu; … Mauss'un önsezilerinin, salt ücretin
ötesinde bir karşılık getiren armağan gibi, ücretli çalışmayı toplumsal
dayanışmanın merkezine yerleştiren uygun bir model biçiminde gerçekleşmesi için
yirmi yıl, bir dünya savaşı ve Fransa'da bir iç savaş gerekecekti.
"teoride
gönüllü, gerçekteyse zorunlu olarak verilen ve geri verilen" hediye değiş
tokuşları … (geri verme zorunluluğu nereden geliyor?)
16
Gerçekten
de bazıları maussian gift' te
armağanın özünü, radikal müphemliğini görürken, başkaları onda sadece basit
devirle ticari işlem arasında bir karışıklığın kaynağı görür; bazılarının
maussian gift'te bir paradigma gördükleri yerde, başkaları ticari olmayan yükümlülüklerin
bir formunu görür yalnızca.
17
verme
zorunluluğu (bu zorunluluk nereden geliyor?)
18
…
ancak etnografik, diğer bir deyişle gözlemlenebilir bir konunun inşası söz
konusudur, soyut bir konunun değil. Armağan Üzerine Deneme aynı zamanda,
tamamıyla etnografik bir metindir, etnografyayı bir bilimsel teori saygınlığına
yükselten bir metindir, her ne kadar yazarı ikincil kaynaklardan etnografya yapıyor
olsa da.
19
nexum [bağlanma, borç esareti]
Mauss'un
ortaya koyduklarını ve yolunu açtığı okumalar palimpsestos'unu ele almadan önce, …
20
Mauss'un
hau kavramı, karşılıklı
etkileşimlerin nesneleri ve maddi çerçevesiyle ilgilenen bir etnografya için
heyecan verici perspektifler açtığı halde, Mauss'un bu kavramı kullanma
şeklinin eleştirisi alanın kalıp yargılarından biri haline gelmiştir.
Etnografya,
yerli kategorileri ciddiye almak için, yapısalcı kesinlikleri bıraktı; hem
fiili boyutları içinde -söylemek yapmaktır- hem de tasviri boyutları içinde: …
yerli
ya da yerel kavramlarla (emics)
21
…
oldukça fazla anlam taşıyan armağan kavramını …
Yerli
kategorilerini (emics) anlamak için yabancı gözlemcinin merkezi kaydırması, onu
kendi toplumunun geçerli kategorilerinden (etics) vazgeçirir. Mesafe almak
yoluyla bir etnografya oluşturmak, bu merkez kaydırmayı bir anlamda vekalet
yoluyla gerçekleştirmek ve böylece antropolojik yaklaşıma niteliğini veren
mesafeli bakışı elde etmek için geçmişteki ya da egzotik
bir
Başka Yer hakkında çalışmaları gözden geçirmektir.
22
Mauss,
"hediye sisteminin bir tür devasa üretimi" dediği potlaç'ı, "armağan değiş tokuşunun
yüce bir hali" olarak sunduğu kula'nın
ardından ikinci bölümde incelediyse de, potlaç'ı girişten
itibaren
"agnostik türde bir toplam yükümlülükler sistemi"nin varlığını
göstermek için kullanır.
itibarlı
mallar
Potlaç,
bütün bir kabileyi hatta birçok kabileyi bir araya toplayan, zenginliklerin
neredeyse tamamen tahribine (bazı yerliler zenginliği "öldürmek"ten
söz ederler) kadar varan ve kabile reisleri arasındaki rekabet ve mücadele
ilkesine dayanan muazzam bir şölendir. Bu cömertlik mücadelesinde peşinden koşulan
amaç, farklı gruplar ve bunların temsilcileri arasında hiyerarşi oluşturmaktır:
…
23
[Polinezya’da]
“potlaç'ın temel şartlarından biri eksiktir; reislerin rekabeti sonucu anlık
olarak belirlenecek hiyerarşinin değişkenliği." Bir potlaç'ın, maddi bir
kazanç arayışından uzak olan önderleri, zenginliğin kendisine duydukları bütün küçümsemeyi
ve kendi onurlarına, itibarlarına verdikleri bütün değeri açığa vurmak
zorundadırlar; her biri kendisini, en cömert, en savurgan olarak göstermelidir.
24
Hediye
vermeksizin potlaç yapmanın hiçbir anlamı yoktur; hediye getirmeden oraya
gitmenin de.
Bir
yandan Bataille, diğer yandan Claude Lefort Armağan Üzerine Deneme'den yalnızca
potlaç'ı almışlardır. Bunda armağanın, değiş tokuşun, hatta modern tüketimin
özünü görmüşlerdir. Onların okuması karamsardır: bütün değiş tokuş mücadeledir,
bütün cömertlik mücadelesi iktidar mücadelesidir ve armağan, sınır tanımayan
bir yıkım sürecinden başka bir şey değildir.
25
…
itibarlı ortaklara kalıcı olarak bağlanmak …
Kula'ya
paralel olarak, gimwali adı altında,
paranın olmadığı, pazarlığın ve kazanç arayışının dışarıda bırakılmadığı bir pazar
biçimi de işlemektedir ve "gimwali yapıldığı" gibi "kula
yapmak" açıkça yasaktır.
26
Mauss,
potlaç'ın kula'dan eski olduğu ve potlaç'ın Polinezya'da ortadan kalkmasının
hiyerarşinin sürekli hale gelmesiyle bağlantılı olduğu tarihsel hipotezini
ortaya attı: …
27
yeniden
dağıtım armağanıyla (sadaka) yaratılan bağımlılıktan kaçınmak; potlaç'ın
rekabeti
içindeki
gidiş gelişlerden kaçınarak, armağanın pozitif bir modeli olarak kula'dan ilham
almak.
28
diğer
yandan armağan, armağan vereni yüceltir, armağan alanı alçaltır.
Bourdieu'ye
göre, Maussçu armağanı, iki eşdeğer malın anlık değiş tokuşundan ayıran,
armağan ile karşı-armağan arasındaki süredir; anlık olma hali diğer üç değiş tokuş
türünün de özelliğidir: ticari ve parasal işlem, parasız ticari işlem (trampada
olduğu gibi, partnerlerin aradıkları iki mal arasında tam bir denklik varsa),
ritüel işlem (yüzük örneğinde olduğu gibi, değiş tokuş edilen
mallar
birbirinin aynıysa). İşte hem armağan verenin armağan alana şiddet uygulamasına
-bu zaman zarfında armağan verene borçlu kalmaya zorlanmıştır-, hem de bu
şiddeti hesapsız bir cömertlik görüntüsüyle maskelemesine izin veren, bu
süredir.
30
şeylerin
gücü
31
talep
edilebilir karşılık ile talep edilebilir olmayan karşılık arasındaki can alıcı
fark … beni terminolojimi belirlemeye ve geniş yükümlülükler bütünü içinde,
talep edilebilir karşılığı olan ticari işlem <A’ya karşılık B borç> ile
talep edilebilir karşılığı olmayan devri <A> ayırt etmeye itti.
Dolayısıyla her zaman üç ayrı analiz seviyesi belirliyorum: ilişkinin niteliği,
yükümlülüğün biçimi (ticari işlem ya da devir), devredilen malların niteliği
(parasal ya da değil).
1
. Bir yandan, ticari değiş tokuş sistemi gimwali,
sıradan mallara dayanan ticari işlemden <A'ya karşılık <B> oluşmuştur;
bu işlem esnasında iki partner arasındaki ilişki silinir ve bu iki mal arasındaki
denklik, ticari işlemler ve bağlamsallıktan çıkarılmış hesap işlemleri
dizisinin hem sonucu hem şartıdır;
2
. Diğer uçtaysa potlaç, tartışmacı
bir kişisel ilişkininin schismogenetique
mantığıyla birbirlerine
bağlanan
<A> <B> <C> devirlerinden oluşur, burada herkes, bir bağımlılık
ilişkisini kabullenmediği sürece kendi sunduğu hediyenin aldığı hediyeden daha
güzel olması için rekabet eder;
3.
Bu ikisinin arasındaki kula, kendine
özgü törensel şeylere dayanan işlemlerden -mwali'ye
karşılık soulava <M'ye karşılık
S>- oluşur ve bu işlemler esnasında partnerler arasındaki ilişki siyasi
ittifak olarak belirlenir.
33
Ticari
işlem ile devir arasındaki biçimsel ayrım
mevcut
kişilerin durumu tanımlaması
İncelenen
yükümlülüğün, iki kahraman arasında dengeli bir ittifaka mı, bağımlılığa ya da
rekabete mi tekabül ettiğini anlamak için, ona anlamını veren karşılıklı eylem
kısmını, belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde ayırabilmek çok önemlidir. Bir başka
deyişle kahramanların, "ilk armağan"ın hangisi olduğunu ve
dolayısıyla "karşı-armağan"ın hangisi olduğunu belirlemek için
mutabakata varmaları gerekir. Bu durumda, eğer karşılık verildiyse ittifak,
verilmediyse bağımlılık söz konusudur. Bu mutabakat olmaksızın, sonu gelmez bir
rekabet sarmalına girme tehlikesi büyüktür.
34
…
alınan hediyenin zorunlu olarak geri verilmesini sağlayan hukuk ve menfaat
kuralı nedir? Hediye edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini gerektirecek
hangi güç vardır?"
geri
verme zorunluluğu
Gerçekte
mecburi, zorlanmış ve çıkarcı olsa bile, armağan her zaman için gönüllü olarak,
özgürce ve ücretsiz verildiğine göre, hukuk ve menfaat kuralı ancak kahramanların
bilgisi dışında işleyebilir.
35
Hediye
edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini gerektirecek hangi güç vardır?
Şeylerin
doğrudan doğruya kendileriyle, maddi tertibatlarla ilgilenen, [etnografya]
36
…
değiş tokuş edilen şeylere, taonga'lara
orada bir ruh, hau bahşedilmiştir.
Mauss
ise hau'da, mana'da insanlar için gördüğü büyülü gücün, şeyler için bir dengini
görür ve bunu çoğu kere "şeref," "yüz" olarak çevirir.
37
Gimwali tipinde bir sistemde,
piyasanın temelini oluşturan hukuki kurumlarda olduğu gibi, nesneler, onları
değiş tokuş eden bireylerden ayrıdır ve (şeylerle ilgili olan) "ayni
hak" (kişilerle ilgili olan) "şahsi hak"tan ayrıdır.
38
Belirlenmiş
olan, verilen şeyin bir karşılığı olması gerektiğidir.
belirli
bir güçle donatılmış bu şeyler, sıradan nesnelerden ayrıdır, …
Demek
ki Maori toplumunda değerli şeyler, yani taonga'lar,
kendine özgü bir kişilikle ve hatta bir isimle donanmıştır. Diğer yandan Mauss,
bu şeyler ile onları elinde bulundurmuş olan kişiler arasındaki ilişki üzerinde
durur: dolaşımda olan şey, arasında dolaştığı kişilerin izlerini kendisinde
taşır. "Armağan veren tarafından bırakılmış olsa da, hala ondan bir parçadır."
39
Taç'ın
üzerindeki mücevherler gibi verilmesi mümkün olmayan bazı değerli şeylerin
aktarılamaz niteliği…
şeyler,
bütün tarihlerini kendi üzerlerinde taşırlar.
zengin
sınıflarda gösterişli hediyeler pazarının ilerlemesi, internet üzerinden değiş
tokuş edilen bir "gereksiz hediyeler" sapması yarattı.
hediye
kuralları değişmez değildir.
40
Nexum terimi somut olarak
"düğüm," daha net olaraksa, bir rehin, rehin bırakılmış şey anlamına
gelir.
42
kurban
analizi
dua
Mauss,
bu dini fenomenlerin sözleşme ve armağanla akrabalığına dikkat çekmişti.
…
hem Avustralya cenaze ritüellerinde duyguların ifadesinin zorunlu niteliğini göstermek
hem de yalan hipotezini reddetmek söz konusudur: bu zorunluluk o duyguların samimiyetinden
ve yoğunluğundan bir şey eksiltmediği gibi, tam aksine onları üretir de.
44
…
bir göz kırpma, iki kişinin toplumsal anlamda birlikte var oluşunu ve
birbirlerini etkileme kapasitelerini temin eder. Daha genel olarak, ritüeller,
toplumsal hayatın akışı içinde, kendine
has
kurallarıyla bir mekan, bir "toplumsal alan" ayırır.
Hau, iki şey arasındaki ilişkiyi
dile getiriyor ve oluşturuyorsa, nexum
iki kişi arasındaki ilişkiyi dile getiriyor ve oluşturuyorsa, nezaket ifadeleri
de bir etkileşimi başlatır ve bitirir, yani başka şeyler arasında ticari
işlemlerin ve devirlerin ayırt edilmesine izin verir.
Bu
sürekli üst üste gelişlere rağmen onları ayrı tutan kurumsal, maddi ve hukuki
mekanizmalar nelerdir? Bireyler bir dünyadan diğerine geçişi nasıl belirlerler?
Bir dünyanın diğerini ele geçirmesinden nasıl kaçınırlar?
rasyonalite
dünyasını armağan dünyasından ayıran…
45
İndirgemeci
teoriler, bütün insan davranışlarını rasyonaliteye ya da aksine duyguya ve
rutine bağlı kabul eder. İç içe geçmiş dünyalar teorileri ise, yerlilerin akıl
yürütmelerinin ortaya çıkışı ve bir arada varoluşuyla ilgilenmeden önce, zamana
ve duruma göre bu akıl yürütmelerin çoğulluğunu esas alır.
Yükümlülüğün
partnerlerinden her biri ne yapmakta olduğunu biliyordur ve bu zımni bilgiyi
diğerleriyle paylaşır. Genel durum budur: yemeğimi kasabımın lütuf kârlığından
beklemem; …
46
…
etnografik çalışma, karşılıklı etkileşimlerin incelikli analizinden b
aşlayarak, bu etkileşimlerin partnerleri açısından kendi anlamını bulduğu
toplumsal bağlamları günışığına çıkarmaktan ibarettir. Benim toplumsal alan
diye adlandırdığım bu bağlamlardır ve bunlar, öncelikle dilin ve etkileşimin nitelendirilmesinin
çeşitli prosedürlerinin oluşturduğu, bilişsel çerçeveler gibi iş görür.
Ritüellerin
ötesinde, maddi mekanizmalar, "burada ne olduğu"nun anlamını
belirler. Bu maddi mekanizmalar arasında yerler, duruşlar, hareketler (duruma uyarlanmış
bedensel alışkanlık, hexis) sayılabilir, …
47
Böylelikle,
bir çubuğun üzerine, bir kere borç ödendikten sonra üzeri çizilen çentikler
atmak
suretiyle
tutulan bir borç kayıt sistemi, dünyanın öbür ucunda hediye değiş tokuşuyla
farklılaşan
işlemin
ne olduğuna dair maddi bir iz bırakır.
48
Aynı
şekilde, para biçimi de dahil olmak üzere mirasın devri, canlıları, onları
bütün kişisel ilişkilerden bağımsızlaştırmaktan daha fazlasını miras aldıkları
ölülere bağlamaya katkıda bulunur: …
…
modernite tarafında, anonim birey, pazar, modern para; karşı tarafta, kişisel
ilişkiler, pazarın yokluğu ve ilkel para. Birey ve pazarsız para: işte sosyal
güvenlik. Pazar, para ve kişisel ilişki: işte son derece sık rastlanan, öyle ki
profesyonel aşamaların çoğunda gerçek anlamda yasaklamanın mümkün olmadığı
ticari ilişki. Kişisel ilişkiler, pazarın yokluğu ve modern para: para
şeklindeki törensel armağanlar. Birey ve parasız pazar: ticket-restoranlar …
49
refah
devletinin başlangıcından yirmi yıl önce, ideolojik olarak sarsılmasından yirmi
yıl sonra.
50
Mauss
hediye değiş tokuşuyla ilgilenerek, 20. yüzyılın dönemecinde, sosyologlar,
insanseverler ve işçi hareketi arasındaki, ilk sosyal kanunların ortaya
çıkışını mümkün kılan konsensüsün sarsılmasıyla damgalanan bir dönemde, pazarın
natüralist tasavvurunun teorik bir eleştirisiyle, sosyal yardımlaşmanın
hayırsever tasavvurunun siyasi bir eleştirisini gerçekleştirir.
Armağan
Üzerine Deneme'den önce, daha önceden incelenmiş olan bu ticari olmayan
yükümlülükler bilimsel bir konu oluşturmuyordu.
Böylelikle
Mauss, muazzam bir kişisel etkileşimler evrenini ya da Durkheim'ın" sosyal
hayatın serbest akımları" dediği şeyi, bireysel tuhaflıklar
psikolojisinden kopararak sosyolojiye bağlar. Gerçekten de, gönüllü bireysel eylemlerde
bile toplumsal kuralların varlığını açığa çıkarır.
Büyü
hakkındaki çalışmasında, toplumsal kurum olarak Durkheimcı din sosyolojisini,
tam olarak kendisini en çok zorlayan konuya, iki birey yani büyücü ve müşterisi
arasındaki özel ilişkiye uyguladığı gibi, Mauss burada da Durkheimcı sözleşmeler
ve kurumlar analizini, tam olarak
kendisini
en çok zorlayan konuya, gönüllü hediyeye, serbest ve menfaatsiz eyleme uygular.
52
görünüşte
bireysel ve egzotik bir fenomen olan armağan
53
…
armağanın, fakat aynı zamanda hırsızlığın da aksine, değiş tokuş bir devir
değil, karşılığın talep
edilebilir
olduğu bir ticari işlemdir, …
54
Mauss'un
ayrı tuttukları, görünüşte serbest ve ücretsiz, gerçekteyse zorunlu ve çıkarcı
bireysel eylemlerdir.
55
Amerikalı
iktisatçı Thorstein Veblen'in çalışmalarından bu yana, iktisatçılar itibar
mallarını tanıyorlar ve bir tüketicinin gösterişli mallar konusundaki bireysel
tercihlerini hesaba katmayı biliyorlar.
56
Sadaka,
geri dönüşü olmayan, geri veremeyecek durumdaki fakirler almayı kabul
ettiklerinde gurur kırıcı olan bir armağan türüdür.
Sosyal
politikaları hayırseverliğe dayalı kökenlerinden kurtarmak, kabul edilebilir ve
tahkir edici olmaktan uzak hale getirmek için öncelikle bunun anlamını dönüştürmek
gerekir.
Ne
patronlar ne de toplum, der Mauss, ücretlerini verdikten sonra onlara karşı
"borcunu ödemiş" sayılmazlar.
insansever
burjuvazi
57
Hayırseverliğe
son vermek için Mauss, bunun karşılığı olarak düşünülebilecek bir sosyal politikanın
cevap vereceği "ilk armağan"ı öne çıkarmayı seçmişti.
Tahkir
edici olmayan bir cömertliği ortaya koymak için uğraşılabilir: Luc Boltanski'nin
yapmaya çalıştığı budur; kendine has bir tutum, agapê, hesapsız, eşsiz bir aşk tanımlamak. Bir başka analiz çizgisi
bağışçıların anonimliğini öne çıkarır. Bağış alan, bağış yapanın kimliğinden
haberdar olmazsa, nasıl istemeyerek eşit olmayan bir kişisel ilişki içine
girebilir?
*
agapê
Yunancada "karşılık, menfaat ya da herhangi bir cinsel dürtü
gözetmeyen aşk" anlamına gelen agape, "eros" kavramıyla zıtlık
oluşturur. Skolastik felsefede Tanrı için duyulan sevgiyi anlatmada
kullanılmıştır. Ahlak felsefesinde erdemin merkezinde "sevgi" olduğu
düşüncesini yansıtan "agapizm" buradan gelmektedir.
60
1925'te
Mauss, hayırseverliğe son vermek için siyasi olmaktan çok hukuki ve kolektif
olmaktan çok ilişkisel çözümler aramaktadır. … serbestçe ve zorunlu olarak
vermek.
1. Armağan Üzerine Deneme Marcel Mauss s.66-272
76
Bizimkilerden
önceki iktisat ve hukuklarda, bireyler arasındaki bir alışveriş esnasında,
malların, zenginliğin ve ürünlerin basit değiş tokuşuna neredeyse hiç rastlanmaz.
Öncelikle karşılıklı olarak yükümlülük altına giren, değiş tokuş ve sözleşme
yapan, bireyler değil topluluklardır; …
78
"Potlaç"
esasen "beslemek," "tüketmek" anlamına gelir. [besleyici,
karın doyurulan yer]
83
evlilik,
bir çocuğun doğumu, sünnet, hastalık, kızların ergenliği, cenaze ayinleri,
ticaret..
Ayrıca
potlaç'ın iki temel unsuru kesin olarak kanıtlanmıştır: biri onur, itibar, zenginliğin
verdiği "mana," diğeriyse bu "mana"yı , bu otoriteyi , bu
tılsımı ve otoritenin kendisi olan bu zenginlik kaynağını kaybetmek kaygısıyla
bu armağanları geri vermenin mutlak zorunluluğu.
84
geri
vermeme durumu "mana"nın, Çinlilerin deyimiyle "yüz"ün
kaybını getirir; …
"Doğum
kutlamalarından sonra, erkeğin malları yani oloa'ları ve kadının malları yani
tonga'ları alınıp verildikten sonra, karı ve koca eskisinden daha zengin
olmazlar. Fakat büyük bir onur kabul ettikleri şeyi görmüş olmanın tatminini
yaşarlar: oğullarının doğumu vesilesiyle toplanmış mal mülk yığınlarını."
89
Hediyeyi
veren bırakıp gitmiş olsa da, o şey hala ondan bir parçadır.
taonga,
kendi ormanının, kendi bölgesinin, kendi toprağının hau'su ile can bulmuştur; gerçek
anlamda "yerli"dir: hau,
malları elinde bulunduranların hepsini takip eder.
91
Taonga'lar,
sahipleriyle ilişkilerinin onlara sağladığı hau'nun dışında bile bireyselliğe sahip
gibi görünmektedirler. İsimleri vardır.
Bundan
şu sonuç çıkar; birisine bir şey sunmak, kendinden bir şey sunmaktır.
93
Alma
zorunluluğuyla ilgili çok sayıda olgu kolayca bulunabilir. Çünkü bir klan, bir
ev ahalisi, bir topluluk, bir konuk, konukseverlik talep etmemekte, hediye almamakta,
alışveriş yapmamakta, kadınlar ve kan yoluyla ittifak kurmamakta serbest
değildir.
94
Verme
zorunluluğu … Vermeyi reddetmek, davet etmeyi ihmal etmek, aynı şekilde almayı
reddetmek, savaş ilanıyla denktir;
95
…
armağan alanın, armağan verene ait olan her şey üzerinde bir tür mülkiyet hakkı
vardır.
103
İnsanlara
ve tanrılara sunulan armağanların bir amacı da birbirleriyle barış ortamını
kazanmaktır.
118
Bize
göre insanlık uzun süre, el yordamıyla arayışlar içinde olmuştur. Öncelikle,
ilk evrede, neredeyse tamamı büyülü ve değerli bazı şeylerin kullanımla yok
olmadığını bulmuştur
ve
onlara satın alma gücü vermiştir; (Bu sırada biz ancak paranın uzak kökenini
bulabilmiştik.)
Daha
sonra, ikinci evrede, kabile içinde ve dışında bu şeylerin dolaşımını sağlamayı
başardıktan sonra insanlık, bu satın alma enstrümanlarının, zenginliklerin
sayılmasının ve dolaşımının aracı olarak kullanılabileceğini buldu. Bu, bizim tasvir
etmekte olduğumuz dönemdir. Ve işte bu dönemden itibaren, Sami toplumlarda epey
eski bir çağda -ama başka yerlerde belki o kadar eski değil-, üçüncü evrede, bu
değerli şeylerin gruplarla ve insanlarla ilgisini kesmek, onları değer ölçüsünün,
hatta rasyonel değilse bile evrensel ölçünün daimi enstrümanları yapmak düşüncesi
gelişti.
121
Bunlara
sahip olmak, "kendi içinde neşelendirici, kuvvetlendirici ve
yatıştırıcıdır." Sahipleri bunları ellerler ve saatler boyunca bakarlar.
Basit bir temas, bundaki erdemlerin aktarılmasını sağlar.
127
uluslararası
ve kabileler arası kula, bu hayatın en yüksek noktası gibidir; şüphesiz ki
varoluşun ve büyük seyahatlerin amaçlarından biridir.
132
Kula
ilişkisine fazlasıyla benzer bir ilişki de wasi
ilişkisidir. Bu ilişki bir yanda tarım kabilelerinden diğer yanda denizci
kabilelerden partnerler arasında düzenli ve zorunlu değiş tokuşlar tesis eder.
Çiftçi ortak, ürünlerini gelip balıkçı ortağın evinin önüne koyar. O da bir
başka sefer, büyük bir balık avının ardından, avının ürününü misliyle geri
vermek üzere tarımla uğraşan köye gidecektir
226
Cermen
uygarlığında da uzun süre pazar yoktu. Temelde feodal ve köylü olarak kalmış
olan bu uygarlıkta, satın alma ve satış fiyatı kavramının hatta bu sözcüklerin kökeni
çok yakın tarihli gibi görünüyor.
232
verilen
ya da devredilen şeyin temsil ettiği tehlike… Bu durum, bu dillerin bütününde gift kelimesinin, bir yandan armağan
diğer yandan zehir ifade eden çifte anlamını açıklar.
233
Hediyeler
verdin,
Ama
aşk hediyeleri vermedin,
İyicil
bir kalple vermedin,
Hayatlarınızdan
çoktan sıyrılırdınız,
Tehlikeyi
bilmiş olsaydım eğer.
235
Bizim
ahlakımızın ve hayatımızın hatırı sayılır bir kısmı da, armağan, zorunluluk ve
özgürlüğün birbirine karıştığı bu aynı atmosferde durmaktadır. Neyse ki henüz
her şey yalnızca alış ve satış terimleriyle sınıflandırılmış değildir. Şeylerin
satış değerlerine ek olarak hala bir duygusal değeri de vardır, eğer yalnızca bu
türden değerlerin var olduğunu kabul edersek tabii.
236
…
bizim ahlakımızın bütün çabası, zengin "sadakacı"nın bilinçsiz ve
onur kırıcı hamiliğini ortadan kaldırmaya yöneliktir.
"altta
kalmak" istemeyiz.
237
Satılan
şeylerin de ruhları vardır, bu şeyler eski sahipleri tarafından takip
edilirler, onlar da eski sahiplerini takip ederler. … birçok Fransız adeti,
satılan şeyi satıcıdan koparmak gerektiğini gösterir, mesela; satılan şeye
vurmak, satılan koyunu kamçılamak, vs.
Günümüzde
eski ilkeler, kanunlarımızın keskinliğine, soyutlamalarına ve
insaniyetsizliğine mukavemet ediyor.
238
Elyazmalarının,
ilk kez yapılan makinanın ya da orijinal sanat eserlerinin, yalnızca satış
eyleminin ötesinde, sanatsal, edebi ve bilimsel mülkiyetinin tanınması için çok
uzun süre beklemek gerekti. … bunların, bireysel zihnin olduğu kadar kolektif zihnin
ürünü olduğu ilan edilir; herkes bunların bir an önce kamu malı olmasını ya da
zenginliklerin genel dolaşımına girmesini arzu eder. Bununla birlikte, yaşayan
sanatçıların ve onların hemen ardından gelen mirasçılarının resimlerinin,
heykellerinin ve sanat nesnelerinin kıymet artışı skandalı, 1923 Eylülünde çıkan
bir Fransız kanununa ilham verdi; bu kanun, bu sanat eserlerinin müteselsil
satışındaki bu müteselsil kıymet artışı üzerinden sanatçıya ve onun hak
sahiplerine bir takip hakkı veriyordu.
239
Bütün
sosyal güvenlik mevzuatımız, çoktan gerçekleşmiş olan bu devlet sosyalizmi, şu
ilkeden ilham alır: çalışan kişi hayatını ve emeğini bir yandan kamuya bir
yandan patronlarına vermiştir ve sosyal güvenlik için işbirliği yapması
gerekiyorsa, onun hizmetlerinden yararlanmış olanlar, maaş ödemesiyle ona karşı
borçlarını ifa etmiş olmayacaklarından, kamunun temsilcisi olarak bizzat
devlet, patronlarının ve kendisinin işbirliğiyle işçiye, işsizliğe, hastalığa,
yaşlılığa, ölüme karşı bir güvence borçludur.
yardım
sandıkları
Kentler
ve devlet, sanayi ve pazarın genel koşullarının sebebiyet verdiği muazzam
harcamaları, iş sizlere yapılan ödemeleri sırtlanmaktan bitkin düşmüş
durumdadır.
240
yeniden
bir grup ahlakına varıyoruz. J
241
Bizim
kültürümüzün de kaynağı olan antik uygarlıkların birinde borçların affı [Liübile],
diğerinde kamu hizmetleri [liturgies], korolara veya kadırgaların donatımına
mali katkı sağlama [choregies ve trierarchies ], toplu ziyafetler tertipleme
[syssities] gibi kamu görevleri, ayrıca şehrin valisinin
ve
konsül üyelerinin zorunlu harcamaları vardı. Bu tür kanunlara yeniden
ulaşmalıyız. Bunun dışında, birey için, bireyin hayatı, sağlığı, eğitimi -ki bu
zaten karlı bir şey-, ailesi ve ailesinin geleceği için daha fazla kaygı
olmalıdır.
242
Dolayısıyla
arkaik olana, temel bilgilere geri dönebiliriz ve dönmeliyiz; birçok toplumun
ve sınıfın tanıdığı hayat ve eylem motiflerini orada buluruz: halka vermenin
sevinci; cömertçe yapılmış sanatsal harcamaların zevki; konukseverliğin, özel
ve halka açık kutlamaların zevki. Sosyal güvenlik, yardımlaşma ve işbirliğinin
getirdiği özen, meslek gruplarının, İngiliz hukukunun "Friendly
Societies" adıyla süslediği bütün bu tüzel kişilerin yarattığı özen; soylunun
işletmecisine
sağladığı
basit kişisel güvenceden daha değerlidir, işverenin tahsis ettiği günlük
ücretin sağladığı küçük hayattan daha değerlidir hatta değişken bir kredi
üzerine kurulu kapitalist tasarruftan da daha değerlidir.
.
.
.