.
.
.
Perikles ve Verdi 1988
François
Châtelet’nin Felsefesi
Gilles
Deleuze
(Çev.
Ali Akay), Bağlam Yayınları, 2005, İstanbul
67
François
Châtelet müziğin yakınında yaşadı durdu. Müziği sürekli evinde dinleyen “sesli
bir varlık” olması fikrine karşı çıkıyordu: Müzik eylemin kendisidir. Onda iki
karakter buluyordu: Müzik bize ne zamanı ne de ebediliği verir, ama sadece
eylemi üretir; ne kavramı, ne de yaşanmışı doğrular, ama duygulu Aklın
eyleminin oluşturur. Şüphesiz Wagner’den bahsetmiyordu, çünkü Wagner aşkınlıkla
çok uğraşmış, zoraki eylemlere bağlanmış, evrensele ve yıkımın evrenselliğine
gönül vermişti. Söz konusu olan Mozart’tı ve İtalyan Operası’ydı, Verdi’ydi.
Châtelet’nin her şeyden çok arzuladığı Verdi’nin Perikles üzerine yaptığı opera
olabilirdi. Müzik ona en müthiş bir karar olarak gözüküyordu, daima yeniden
alınan ve yeniden ele alınacak olandı. Ve Châtelet’nin müzik üzerine yazdığı
sayfalar müthiştir, çünkü bunlar bize düşüncesinin kendine has sesliliğini son
anına kadar vermektedirler. Müzik sanatının iki görünümü vardır: Biri “genelde
ruha atfedilen eylemlerin maddîliğini” ortaya çıkaran sesli moleküllerin dansı
gibidir ve kendi sahnesi gibi genişleyen tüm bedenin üstünde hareket eder;
diğeriyse genelde psikolojiyle ifade edilen etkileri dolaysız olarak üreten bu
sesli maddede insanî ilişkilerin kurulması gibidir. Verdi’de etkiyi belirleyen
uyumlardaki vokal uyumluluğun kuvvetini içerir, halbuki melodi tüm maddeyi
taşıyan eylemleri kazanan melodidir: Müzik bir siyasettir. Ruh olmadan ve
aşkınlık olmadan, maddî ve bağıntılı müzik insanın en usçu eylemidir. Müzik
eylem yapar ve bize eylem yaptırır. Yakınlığımızı sağlar ve onu tekilliklerle
doldurur. Bize aklın temsil etme işlevi değil, ama gücü güncelleştirme işlevi
olduğunu hatırlatır; yani (sesli) bir maddede insanî ilişkileri kurmak. Bu
operanın tanımıdır. Ayrıca müzik sayesinde, sonunda iki sözcüğün birlikteliğini
anlayabiliriz, “tarihî materyalizm”.
69
“Müziğin bileşkeni farklı düzeylerde ve
derecelerde genişleyerek bir yüzeydeymiş gibi olduğunda eylemcileşir. Müziğin
hiç derin bir etkisi yoktur, sadece kasları geren ve iç organları titreten bir
şey olduğunda maddi bir anlamı vardır o kadar. Resmin düz yüzeyin bir tekniği
olmadığı, heykelin üç boyutlu bir mekânın tekniği olmadığı gibi, müzik de
zamanın bir ölçülüleşmesi veya oyunu değildir. Şüphesiz, akıp giden zamanın,
hızlanan veya duraklayan bir olayın hissini verebilir. Ama bu sadece bir görünüştür. Kullandığım eğretilemelerin
hepsinin ortak bir hatası vardır: Bunlar müziğin etkisini temsiliyet alanına
yerleştirirler. Halbuki müzik ne sunar ne de bir şeyi temsil eder, görünüşte
bile bunu yapmaz: Yapaylığında müziğin bedenin tüm yüzeyini duygusal kılma özelliği
vardır, hatta bedenin en derin ufak kısımlarını bile, sesli nicelikler ve
onların bileşiminin çarpışmasını bile…
Şeyin, fikrin epistemolojik; insanın ve dünyanın
antropolojik, maddenin ve tinin varlıkbilimsel farklılıkların ötesinde -
kılgısal ilişkileri aydınlatmaya yarayan bilgilerin sistematik olmayan ve
birleşik bir bütünün, niceliksel bir fiziğin projesini düşündüm durdum. Halbuki
bana öyle geliyor ki, köklerini techne’de bulan ve biraz da praxis olan,
Aristo’nun anladığı anlamda, yani yarattığının üzerinde değiştirme-taklit
etmede bir eser olarak sanatın emeği, bu fiziğin öğeleri olan yapay
gerçeklikler üretir. Bu araştırmanın içinde, müzikal sanat şu şekilde ayrı
duru: Doğasında görüntüyle ilgili olan temsiliyeti dışarıda bırakarak ve
böylece spekülatif ve spekülasyona yönelik tuzağı aşarak, hazza ve tanıma
gücüne sahip olan otomatları kurma işinde çok ileriye gider…
70
Şüphesiz bu erdeme sahiptir: İnce maddeyle
hareket, genelde ruha etfedilen eylemlerin maddîliğini hissî kılmak. …
içdüşünsel ve bilimsel psikoloji tümevarır ya da tümdengelir; müzik ise, tekil
konumlarında onları vareder”. (François Châtelet, Chronique des idées perdues, s. 237-241)
.
.
.
.