.
.
.
.
.
Türkçede
Giorgio Agamben
1978 Çocukluk
ve Tarih: Deneyimin Yıkımı Üzerine Bir Deneme. (Çev. Betül
Parlak), Kanat Kitabevi, 2010 İstanbul
1985 Nesir
Fikri. (Çev. Fırat Genç), Metis Yayınları, 2009 İstanbul
1990 Gelmekte
Olan Ortaklık. (Çev. Betül Parlak), Monokl Yayınları, 2012
İstanbul
1995 Kutsal
İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat. (Çev. İsmail Türkmen),
Ayrıntı Yayınları, 2001 İstanbul
1998 Tanık
ve Arşiv: Auschwitz'den Artakalanlar. (Çev. Ali İhsan Başgül),
Dipnot Yayınları, 2017 Ankara
2002 Açıklık:
İnsan ve Hayvan. (Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapıkredi
Yayınları, 2009 İstanbul
2003 Olağanüstü
Hal. (Çev. Kemal Atakay). Varlık Yayınları, 2008 İstanbul
2005 Dünyevileştirmeler.
(Çev. Betül Parlak). Monokl Yayınları, 2011 İstanbul
2006 Dispozitif
Nedir? / Dost. (Çev. Ekin Dedeoğlu), Monokl Yayınları, 2012
İstanbul
2008 Şeylerin
İşareti: Yöntem Üstüne. (Çev. Betül Parlak), Monokl Yayınları,
2012 İstanbul
2009 Çıplaklıklar.
(Çev. Suna Kılıç), Alef Yayınevi, 2017 İstanbul
Nesir
Fikri [1985]
Giorgio
Agamben
(Çev.
Fırat Genç), Metis Yayınları, 2009 İstanbul
İçindekiler
Eşik
15
I.
Konu
Fikri 23
Nesir
Fikri 27
Durak
Fikri 31
İş
Fikri 37
Biricik
Fikri 39
Dikte
Fikri 43
Hakikat
Fikri 47
Esin
Perisi Fikri 53
Aşk
Fikri 55
Çalışma
Fikri 57
Hatırlanmayan
Fikri 61
II.
İktidar
Fikri 65
Komünizm
Fikri 69
Politika
Fikri 73
Adalet
Fikri 77
Barış
Fikri 79
Utanç
Fikri 83
Çağ
Fikri 87
Müzik
Fikri 89
Mutluluk
Fikri 95
Bebeklik
Fikri 97
Evrensel
Yargı Fikri 103
III.
Düşünce
Fikri 107
İsim
Fikri 111
Muamma
Fikri 115
Sessizlik
Fikri 121
Dil
Fikri I 125
Dil
Fikri II 127
Işık
Fikri 131
Görünüm
Fikri 133
Zafer
Fikri 137
Ölüm
Fikri 143
Uyanış
Fikri 145
Eşik
Kafka'yı
Yorumcularından Korumak 153
Opera
Fikri
7
[Resim]
Anonim, Amore
forsennato sulla lumaca, Paris,
Ulusal Kütüphane.
Eşik
16
“Bütün'ün
tek ve üstün başlangıcı dediğimiz şey, Bütün'ün ötesinde
midir? Yoksa mesela Bütün'den doğan tüm şeylerin zirve noktası,
onun belirli bir kısmı mıdır? Dahası, Bütün'ün başlangıçla
bir olduğunu mu söylemek durumundayız, yoksa onun başlangıçtan
sonra geldiğini ve ondan doğduğunu mu? ...”
17
Düşünce,
düşüncenin başlangıcına dair bir soruyu nasıl ortaya atacaktı?
Başka bir ifadeyle, insan idrak edilemez olanı nasıl idrak
edecekti? Açıktı ki, burada söz konusu edilen şey, idrak
edilemez olan diye bile ortaya konamazdı ya da ifade edilemez olan
diye bile ifade edilemezdi.
19
...
peşinde koştuğu tam da buydu işte. Düşüncenin ulaşabileceği
en üst sınır -herhangi bir nitelikten ne derece azade olursa
olsun- bir varlık, yer ya da şey değil; kendi mutlak potansiyeli,
temsilin katıksız potansiyeliydi: yazı levhası! [boş levha] ...
“Bilinmeyeni bildiğimizde bildiğimiz o değil, aslında
kendimizdir,” düsturunun ne anlama geldiğini şimdi anladığına
inanıyordu.
I
Konu
Fikri
23
...
ölüp de hayata geri dönenlerin yaşadığı... Aslında bu
insanlar hiçbir zaman ölmemişlerdir (öyle olsa geri dönemezlerdi)
... Ne var ki ölümün temsilinden kurtulmuşlardır. Tam da bu
yüzden, başlarına ne geldiği sorulduğunda, ölüm üzerine
söyleyecek bir şeyleri yoktur, ama hayatlarına dair pek çok güzel
hikâyenin konusunu bulmuş olurlar.
Nesir
Fikri
27
adımlama
Fr. enjambement:
Şiirde, sentaktik bir birimin, bir dizeden diğerine, hiç ara
vermeden devam ettirilmesi.
Nesir
karşısında şiirin kimliğini adımlama
olasılığı üzerinden giderek serdetmediği [ortaya atm. Öne
sürm.] sürece, şiirin hiçbir tanımı tam anlamıyla tatminkâr
değildir. Bu bakış açısından, nicelik, ritm ya da hece sayısı
-ki bunların her biri nesirde de görülebilir- yeterli kıstası
sunmaz. Biz burada, sentaktik bir sınır karşısına vezinli bir
sınır koymanın mümkün olduğu söze şiir diyeceğiz
(adımlamanın fiilen var olmadığı her şiir, sıfır adımlamalı
şiir olacak). Nesirse, böyle bir şeyin mümkün olmadığı
sözdür.
sıfır
adımlama... belirtme derecesi (Fr. degré
marqué)...
...
Beyaz
kapı...
Saydamlıktan
matlığa
açılan
kapı...
Mahkûm
kapı...
Carponi
28
versura
(Lat.) Sabanın
bir tur atıp da geriye döndüğü yer (ve tabii an). Mısra, dize
anlamına gelen İtalyanca verso
ve İngilizce verse
sözcükleri bu sözcükten türemiştir.
Durak
Fikri
29
[verilen
örnekte], şairin bindiği at, dilin vokal ve ses öğesidir.]
durak
[atın
üzerinde uyuya kalmak; atın kaygısız bir bisiklet şeklini
alması]
...
sesin vezinsel hızına ket vuran öğe, dizenin durağı,
düşüncedir. ... Tam da şaşaalı kaz adımlarını kesintiye
uğratarak hareketi askıya alan, iki an arasındaki o zaman dışı
fasılanın epik yoğunluğu...
[durak
denilen saf sözcük... böylece temsilin tahavvülü (değişimi,
dönüşümü) değil, kendisi görünür kılınmış olur.]
[Beckett ve sessizlikte üreyen anlam...]
33
Dizeyi
harekete geçiren ritmik nakil boştur, kendi kendisinin
taşınmasından ibarettir. Şiirin atı bir anlığına durmuşken,
saf
sözcük
olarak durağın -bir parça- düşündüğü, askıda tuttuğu bu
boşluktur.
İş
Fikri
37
Unutulanın
basitçe üzeri çizilmez ya da unutulan bir kenara terk edilmez,
nisyana devredilir.
[nisyan
unutuş,
unutma nimeti], [ekşi
insan kelimesinin kökeni sayılabilecek iki kelimeden biri imiş
kendileri. diğeri ünsiyet. böyle olunca hem unutabilen hem de deli
gibi bağlanıp, yakınlık kurabilen bir şey oluyormuşuz biz];
[insan kelimesinin köküdür. unutkan varlık anlamına da gelir]:
[Carl Linnaeus’un “Kendini bil” anlamına gene nosce
te ipsum
deyimini Homo’nun yanına eklemesi. Bb bir anlamda “Hayvan
olduğunu unutma” anlamına gelir. “Unutmayı unutmak” da bir
diğer gaflettir.]
...
hafıza ile unutuşun -hatırlanmayanla unutulmayanın kimliğini
olduğu gibi koruyan- bu tersinden kaynaşma, iştir.
Biricik
Fikri
39
“İnsan
sadece anadilinde hakikati söyleyebilir. Yabancı bir dilde şair
yalan söyler.” Paul Celan
40
Biricik
dil, tek
dil demek değildir. İnsanların mümkün olan yegâne ortak
hakikatmiş gibi katıldıkları biricik, her zaman bölünmüştür
zaten; insanlar biricik sözcüğe ulaştıklarında taraf almak, bir
dili seçmek mecburiyetindedirler.
41
Bir
bebek* [infante
sözcüğü, Latincede konuşamayan anlamına gelen infans
sözcüğünden türemiştir.] hiçbir zaman, dilin karşısında
sözcüklerden yoksun dikildiği zamanki kadar el değmemiş, uzak ve
kadersiz değildir. Kader sadece, dünyanın bebekliği karşısında
onu kucaklamaya, ismin ötesinde, sonsuza dek ona dair bir şey
söylemeye ant içen dille ilgilidir.
Bu
nafile anlam vaadi, dilin kaderidir, yani grameri ve geleneğidir.
Şair, bu söze sadık kalan, ondaki boşluğu görse de hakikatten
yana karar alan, bu boşluğu hatırlamaya ve doldurmaya karar veren
bebektir.
Dikte
Fikri
44
...
poetikasını şiirin içinde formülleştiren...
Hakikat
Fikri
48
Hakikat,
yani Platoncu oros’a
göre ruha uygun olan açıklık...
“amor
fati” [kaderini sev] Nietzsche
Esin
Perisi Fikri
53
İfşa
olabilsin diye saklılığı sürdürülmesi, hafıza olabilsin diye
unutkanlığın sürdürülmesi: İşte bu ilhamdır, esin
perilerinin insanı, sözcüğü ve düşünceyi birbiriyle uyumlu
kılan coşkusudur. Düşünce, sadece bu saklılıkta kaybolduğunda,
şeyini aramayı bıraktığında şeye yakınlaşır. Ona dikte
edilen budur: Sözcüğün hayat bulabilmesi ve özne tarafından
manipüle edilmemesi için (pek açıktır ki kendi kendime esin
veremem), saklılıkla ifşa, nisyanla hafıza arasında bir
diyalektik olması gerekir.
54
Ancak
bu saklılık aynı zamanda, etrafında karakterin ve kaderin
karanlığının kesifleştiği cehennemi çekirdektir; düşüncede
büyüyen söylenmemiş-olan, onu deliliğe sürükler.
kader
“8.2
İnsanın hareketini ve onun üretimini üreten ortak, Umwelt, bir
değer değil, bir kaderdir. “Kader” sözcüğü her şeyin
önbelirleniminin yanı sıra talihin körlüğünden de
ayrılmalıdır; o daha çok ortağın kurucu perspektifinden yeniden
tanımlanmalıdır. İnsan’ın türsel çokluk olarak düşünülen
eylemlerinin bütününe “kader” diyeceğiz. Bu çokluk için
hiçbir şey İnsan’ın sürekli olarak değiştirdiği ölçüde
ortağın varoluşunu etkileyen çevresel koşullar dışında
önvarsayılı değildir. Etik bakış açısından “kader”
kendisini maddi olarak oluşturduğu ölçüde “İnsan”ın ortak
ismidir.
8.3
“Centaur”un (doğayla kaynaşmış İnsan) kaderinden İnsan,
“makine-insan”ın (kendi varlığını yapay biçimde
geliştirerek üretim içinde yüce bir nitelik kazanan İnsan)
kaderinin oluşumu aracılığıyla “insan-insan”ın (praksis
aracılığıyla oluşturulan İnsan) kaderine ulaşır. İkinci,
üçüncü, n’inci doğalar… Bu çağların her birinde ortak,
ilerici biçimde farklı biçimleri varsayar.
9.2
Dünya pratik-süreduran bir arka perde değil, bir etkinlikler
bağlamı, bir kairos dokusudur. Her anla birlikte dünya kendi
bütünlüğü içinde, ortağın bir genişleme hareketi içinde
yeniden yaratılır. Bu bağlamda, kendi kaderselliği içinde insan
praksisi zaten oluşturulmuş olarak temsil edilemez; daha çok o,
oluşturduğudur, yani o daima ortak bir bağlam oluşturur.”
Antonio Negri, Devrimin Zamanı, (Çev. Yavuz Alogan), Ayrıntı Yay.
İst. 2005, s.228
Aşk
Fikri
55
Yabancı
biriyle mahremiyeti yaşamak ve bunu ona yakınlaşmak ya da onu
tanımak için değil de uzaktaki bir yabancı olarak tutmak için
yapmak: görünmez – öylesine görünmez ki adı tümüyle içerir
onu. Ve rahatsız durumdayken dahi, günler boyu, her daim açık
yerden, varlığın -o şeyin- sonsuza dek açık kaldığı batmayan
ışıktan başka bir şey olmamak.
Çalışma
Fikri
58
Studium
sözcüğü ... Sözcük, çarpışmayı, şoku işaret eden st- ya
da sp- köküne kadar gider. Çalışmak (studiare)
ve aptallaşmak (stupire)
bu anlamda birbirine yakın kelimelerdir: Çalışan kişi, bir şoka
maruz kalıp kendisine çarpan şeyden dolayı aptallaşan, onun ne
olduğunu anlayamayan ve onu geride bırakacak gücü kendisinde
bulamayan kişiyle aynı konumdadır. Yani âlim her zaman
“aptaldır”. Bir yönüyle, âlim şaşkın halde kendini
kaybeder, o yüzden de çalışma bir tür acıya ve sabretmeye
dönüşür; diğer yandan da çalışmanın barındırdığı
mesihçi miras onu hızla sonuca götürür. Şaşkınlıkla
berraklık, keşifle kayıp, harekete geçenle bekleyen arasındaki
bu salınım, bu festina
lente*
[Yavaş yavaş acele et!], çalışmanın ritmidir.
59
Aristoteles’in
eylemin karşısına koyup “potansiyel” olarak tanımladığı
durumdan daha fazla benzeyen bir şey yoktur çalışmaya.
Potansiyel, bir yandan, potentia
passivita,
yani pasifliktir, saf ve neredeyse sonsuz bir sabretme halidir; diğer
yandan, potentia
activa,
yani aktif potansiyel, önü kesilemeyen harekete geçme dürtüsü,
eylem itkisidir.
…
âlimin
üzüntüsü… Potansiyel durumunda uzun süre kalmaktan daha acı
bir şey yoktur. Hiçbir şey, eylemin sürekli ertelenmesinin nasıl
bir kasvete neden olabileceği…
60
Çalışma,
bu noktada, onu çirkinleştiren üzüntüden kurtulup en hakiki
doğasına döner. Bu ise eser değil, ilhamdır, ruhun kendi kendini
beslemesidir.
Hatırlanmayan
Fikri
61
Tam
uyanmaya yakın, hakikati bizi tümüyle tatmin edecek açıklıkta
rüyamızda gördüğümüzü bildiğimiz anlar vardır. Kimi zaman
varoluşumuzun sırrını ifşa eden bir yazı görünür aniden;
kimi zaman buyurgan bir jestin eşlik ettiği ya da çocuksu bir
şarkıda tekrarlanan tek bir sözcük, gölgelerle kaplı koca bir
alanı aydınlatır bir anlığına, yeniden bulunmuş ve kesin bir
detayı yerli yerine koyar.
Uyandığımızdaysa,
rüyamızdaki imgeleri tüm keskinlikleriyle anımsasak da yazı ve
sözcük hakikatin gücünden yoksun kalmıştır. Büyü gitmiştir
artık, anlamlarını kavramaktan yoksun, üzüntüyle okşarız
onları. Rüya bizim rüyamızdır ama özü açıklanamaz biçimde
noksandır; gözümüz iyice açıldığında, artık giremediğimiz
topraklara gömülmüştür.
62
Zihinde
belirmeden bir hatıradan diğerine atlayan hatırlanamayan, aslında
unutulmayandır. Bu unutulmayan nisyan, dildir; insanın sözüdür.
unutmayı
unutmak “Bu
mekânlar bir tür hatırlama anına ait mekânlardır. Ankara'nın
kuruluşu bir hatırlama anıdır. Anadolu bozkırının boşluğunda
varlığın kendini hatırlaması, geleceğin -kendine ait bir
gelecek fikrinin- hatırlanması. Sergei Yutkeviç'in "Türkiye’nin
Kalbi Ankara" filminde gösterdiği şey bu hatırlama anının
coşkusudur. Her şey yenidir; "bu bizim şimdiki halimiz, yeni
hayatımız". Her şey şimdiki zaman içinde, o ana dair olarak
kurulmuştur, gelecek de. Mekânlar bu hatırlama anını sürekli
akılda tutmak için kurulmuştur. Gelecek fikri yakalanmıştır,
unutulmamalıdır. Anıtsallık buna yarar. (Sosyalist anıtların
görkemi de aynı şekilde kurulmaz mı? Devrim anının özgürleşme
anının sürekli akılda tutulması uğruna haykıran, o anının
gücünü taşa, bronza, betona dönüştürüp ebediyen korumaya
çalışan bir estetik!). Oysaki hatırlama akılda tutmadan
farklıdır. Hatırlama ancak unutma ile mümkündür. Unutmak -
hatırlamak - tekrar hatırlamak üzere tekrar unutmak. Ancak bu
şekilde hatırlama anları her şeyin baştan yeniden kurulduğu
özgürleşme anları olabilir. Ankara geçmişin unutulup geleceğin
hatırlandığı bir özgürleşme anında kurulmuştur. Ama unutmayı
unutmuştur. Şimdinin akıp gitmesine izin vermek yerine şimdiki
zamanı geleceğin tahakkümüne almak, hatırlamanın yeniden
hatırlanmak üzere unutulup gitmesine izin vermek yerine
hatırlanılanı sürekli akılda tutmaya çalışmak. Ankara (en
azından bir süre için) hatırladığı şeyi aklında tutmayı
becermiş, ama varlığını borçlu olduğu ve tekrarlanabilirliği
ancak hatırlananı unutmakla mümkün olan, hatırlama anının ta
kendisini unutmuştur.” aras özgün + ersan ocak, kent görüntü
bellek,
http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=6,63,0,0,1,0
Rüyanın
kendi noksanlığından türettiği bu vaat, bizi düşüncesizliğe
döndürebilecek kadar güçlü bir berraklık vaadi, bizi çocukluğa
döndürebilecek kadar başarılmış bir dil vaadi, kendisini “idrak
edilemez” olarak görecek kadar egemen bir akıl vaadidir.
II
İktidar
Fikri
65
[Aristoteles'in
iki kategorisi potansiyel
ve eylem,
haz'da bir an için saydamlaşırlar. Haz, biçimi her an
gerçekleştirilen, sürekli vuku bulan bir şeydir.] Bu tanımın
sonucu olarak potansiyel, hazzın zıttıdır. Asla gerçekleşmeyen,
sonucuna ulaşamayandır. Tek kelimeyle, acıdır. Aristoteles'in bu
tanımına göre, haz asla zamanda vuku bulmuyorsa, potansiyel de
esasen süre olmalıdır. Bu değerlendirmeler iktidarla potansiyek
arasındaki gizli bağları açığa çıkarır. Eyleme geçildiği
anda potansiyelin acısı diner. Ancak her yerde -bizim içimizde
bile- potansiyeli, kendi içinde oyalanması için sınırlayan
güçler vardır. İktidar bu güçler üzerinde temellenir: İktidar,
potansiyelin kendi eyleminden yalıtılmasıdır, potansiyelin
örgütlenmesidir. İktidar, otoritesini kesifleşen bu acının
üzerinden kurar; kelimenin gerçek anlamıyla, insanın hazzını
doyumsuz bırakır. ... Başarılmış bir işte, tıpkı hazda
olduğu gibi, insan nihai olarak kendi iktidarsızlığının keyfini
sürer.
Komünizm
Fikri
70
Toplumların
olduğu her yerde, gündelik hayatın her anında mutluluk
potansiyeli olduğunu göstermek pornografinin ebedi meşruiyeti
budur işte. Ama onu fin
de siécle
dönemindeki anıtsal sanatı baştan sona kaplayan çıplak
bedenlerin zıt kutbuna yerleştiren hakiki içeriğinin açıkça
ortaya koyduğu gibi, pornografi, gündelik dünyamızı hazzın
ölümsüz cennetine yükseltmek yerine, her hazzın çaresizce
epizodik karakterini -her evrenselin içkin amaçsızlığını-
gösterir.
71
...
burada bir şeyi gerçekleştirmek söz konusu değil; düşlerini
gerçekleştirmiş birinden daha sıkıcı bir şey yoktur: Bu tam da
pornografinin yavan, sosyal demokrat gayretkeşliğidir.
Politika
Fikri
73
[Bir
yaratığın karşılaşabileceği en büyük, en ağır ceza: Tanrı
görüsünün yokluğu; Tanrı'nın unutuşu; terk edişi.]
[Bernanos]
“ne bağışlanmış ne de hüküm giymişse, aman dikkat:
kaybolmuş demektir”.
Adalet
Fikri
77
Unutulan
ne ister? Ne hafiza ne de farkındalık, sadece adalet. (adalet
intikam değildir; öcünü alacağı hiçbir şey yoktur) ... adalet
Unutulan'ın geleneğidir. İnsan için, hafizanın aktarılmasından
daha önemli olan, her gün arkasında tüketemeyeceği ya da
koruyamayacağı koca bir yığın bırakan nisyandır [unutma,
unutuş].
Unutulan'ın
işaretlerin dilinden ve hafızadan çekilmesi esnasında, adalet
aslında insan için ve sadece insan için doğar [yayılacak bir
söylem olarak değil, bir ses olarak; vasiyet olarak değil, haber
verici bir hareket ya da çağrı gibi doğar].
Barış
Fikri
79
[Barış
kavramının etimolojik anlamı, boş, beyhude, çöl.] [Yavan bir el
sıkışma barışın işareti olamaz] Ancak gerçek şu ki bir barış
işareti yoktur, daha doğrusu olamaz; çünkü gerçek barış tüm
işaretlerin tüketildiği yerde olabilir ancak. İnsanlar arasındaki
her mücadele aslında bir tanınma mücadelesidir ve böyle bir
mücadelenin ardından gelecek barış, karşılıklı kırılgan bir
tanınmayı kurumsallaştıran bir uzlaşımdan ibarettir. Böyle bir
barış, her durumda devletlerin ve hukukun barışıdır; bir
kimliğin dil içinde tanınmasının kurmacasıdır, ki bu da
savaştan gelir ve savaşla son bulur.
80
Garanti
altına alınmış işaretlerin ya da imgelerin cazibesine
kapılmamak, kendimizi hiçbir işarette ya da imgede
tanıyamayacağımız gerçeğini kabul etmek -işte bu barış, daha
doğrusu barıştan daha eski bir mutluluktur... Barış, insanlığın
tamamen boş semasıdır; insanın yegâne vatanı olarak gıyabın
[yokluğun, bulunmamanın] teşhiridir.
Utanç
Fikri
Çağ
Fikri
87
Dekadans
kavramının bağrında yatan yalanın en riyakâr veçhesi
malumatfuruşluğudur – vasatlık ve çöküntü üzerine
şikâyetler peydah olur hemen, yaklaşan sona dair tahminler
yükselir. Her kuşak kendi becerisini bu malumatfuruşlukla
bağdaştırmayı bilir; sanat ve düşünce alanındaki yeni
biçimlerini, dönemsel temayüllerini böyle bir edayla kataloglar.
Genellikle kötü niyetle yapılan bu küçük hesapta gözden kaçan
nokta, tam da bizim çağımızın geçmişe kıyasla meşru bir
biçimde sahiplenebileceği asalet iddiasıdır: bundan
böyle tarihi bir çağ olmayı istememe
iddiası. Eğer duyarlılıklarımızdan biri hayatta kalmayı hak
ediyorsa, o, tam da her şeyi sürekli olarak yeni baştan başlatan
perspektif karşısında duyduğumuz sabırsızlık ve hatta mide
bulantısı hissidir. Sanattaki yeni işler ya da davranış ve moda
alanındaki yeni trendler karşısında gelenek, o eski dokusunun bir
an için gevşeyen ilmeklerini yeniden sıkılaştırdığında,
dehşet içinde titrememize mani olamayan bir şey vardır içimizde.
88
Diğer
yandan, insanlığın sonu safsatasını uyduranlar, her şeyin her
şeye rağmen devam edebildiği bir dünyaya duydukları nostaljiyi
de saklamazlar.
Şu
ana dek bildiğimiz tarih sürekli bir ertelemeden başka bir şey
olmamıştır; yalnızca tarihin nabzının duracağı noktada, tarih
bir başka tarihi-dönemsel tehire dönüşmeden önce, onun içinde
saklı fırsatı yakalama umudu vardır.
Bu
yüzden yeni sanat ya da düşün eserleri istemiyoruz; başka bir
kültür ve toplum çağı istemiyoruz. İstediğimiz, çağ ve
toplumu gelenek içinde dolanıp durmaktan kurtarmak, onların içinde
kısılıp kalan -tehir edilemez, devirsel-olmayan- iyiyi
geçirmek. Bu vazifenin üstlenilmesi, içinde yaşadığımız ana
yaraşır yegâne etik ve politika olacaktır. [:(]
Müzik
Fikri
89
Halihazırdaki
kavramsal analiz bolluğu, fenomenolojik tasvir noksanlığıyla kol
kola gider. Çoğunlukla 1915-1930 arası yazılmış bir avuç
felsefi ve edebi çalışma, yaşadığımız çağın duyarlılıkları
üzerindeki kontrolü hâlâ elinde tutar... [Daha sonra yazılanlar]
Heidegger’in ıstırap ve diğer Stimmungen’e
(ruh hallerine) dair Varlık
ve Zaman’da
giriştiği kategorizasyona ... Joseph Roth’un romanlarına ya da
Benjamin’in Alman
Enflasyonunda Yolculuk’undaki
kısa ama ateşli notlarına... [a]şkın fenomenolojisi söz konusu
olduğunda, kimse facies
hippocratica’nın*
son kez sabitlendiği yer olan Proust’un Kayıp
Zamanın İzinde’sine
yeni bir şey eklemeyi başaramamıştır; utanç ya da
hafifmeşreplik Kafka hikayelerindeki epik canlılığını bir daha
hiçbir yerde bulamamıştır.
90
...
modern duyarlılığın esasen ütopyacı karakteri...
Eğer
duyarlılık, her tarihi çağın karşısında kendini ölçtüğü
sfenks ise, devrimizin çözmesi gereken muamma da Birinci Dünya
Savaşı’nın karanlığının çöktüğü Paris’te, büyük
enflasyon dönemi Almanya’sında ya da imparatorluğun çöküş
döneminde Prag’da ilk defa formülleştirilen muammadır. Bu, o
zamandan beri kayda değer bir felsefe ya da edebiyat çalışması
yapılmadığı anlamına gelmez; ne var ki tüm bu çalışmalar
çağın
yeni duygularının
bir envanterini çıkarmayı başaramamışlardır.
91
Daha
da belirleyici olan, özel varoluşun ve yaşamın otoritesinin baş
döndürücü kaybıdır. Nasıl artık ambiyansa inanmıyorsak ya da
nasıl bugün hiçbir akıllı insan evdeki eşyalara, giysilerin
tarzına izini bırakmak istemiyorsa, ruhlarımızı donatan
duygulardan da fazla bir şey beklemeyiz.
Duygularımız,
duyularımız bize vaatlerde bulunmuyor artık. Şaşaalı fakat
faydasız ev hayvanları gibi bir kenara çekildiler. Zamanımızın
kusurlu nihilizminin, karşısında sürekli bir ricat [bozguna
uğrayarak geri çekilme] halinde olduğu cesaret, artık ruh
hallerimizin olmadığını, bir Stimmung’la
uyum içinde olmayan ilk insanlar olduğumuzu, hatta müzikal-olmayan
(non
musicale)
ilk insanlar olduğumuzu fark etmeye dayanır: Stimmung’u
olmayan, yani bir çağrısı olmayan insanlar...
92
İnsan
ruhu müziğini kaybetti – müzik, yani kökenin erişilemezliğinin
ruhta kayıt altına alınması. Çağsız, yıpranmış ve kadersiz
kalan bizler, zaman içindeki müziksiz ikametgâhımızın mutluluk
verici eşiğine varırız. Sözümüz sahiden başlangıca vardı.
Mutluluk
Fikri
95
Her
yaşamda yaşanmamış bir şeyler vardır, her sözcükte
söylenmemiş bir şeyler olduğu gibi. [dil-olmayan
nedir?], [“Pascal’ı bir romantik, ilk romantik kılan özelliği,
her şeyi varoluş durumları ve yaşamsal yaratım kudretleri
halinde düşünmeye çabalamasıdır. Dünyayı, felsefeyi, tarihi,
bilimleri "anlamak" ya da kavramak yetmez, anlamak
varoluşumuzla ilişkilerimizin yalnızca bir düzeyidir,
katmanlarından yalnızca biridir... Oysa bir sanat eseri karşısında
olduğu gibi, bir şiiri okurken olduğu gibi, onu yaşarken ille de
anlamakla sınırlı olmam gerekmez, yeterli değildir ve tümü
kuşatıcı değildir anlamak; hissetmek, coşku duymak, öfkelenmek
ya da sevinmek de gerekir.” Söyleşi: Ahmet Telli / Ulus Baker,
Vicdan: Romantizmin Ufku, ÜTOPİYA mevsimlik hayatbilgisi kitabı 6,
Ocak 1999].
Bebeklik
Fikri
[neotenik
metamorfoz
yapmama durumu; larva haldeyken nasılsa yetişkin iken de aynı
formda olan canlılar; yetişme sürecinde fiziki olarak ergin veya
yetişkin formlarda halen bir önceki formunun karakter
özelliklerinin görüldüğü canlı türü.]
[totipotent
Daha çok biyolojide, kendi başına bölünme ve üreme becerisi
olan hücreler...]
98
Bir
bebek hayal etmeye çalışalım; bu bebek, ... yalnızca kendi larva
çevresine tutunup olgunlaşmamış yaşam biçimini sürdürmekle
kalmasın; öylesine bebeklik haline terkedilmiş, öylesine az
uzmanlaşmış ve totipotent olsun ki, kendi olgunlaşmamışlığına
ve çaresizliğine tutunmak için özel bir kaderi ya da belirlenmiş
bir çevreyi de geri çevirsin. Hayvanlar, gen yapılarında yazılı
olmayan herhangi bir bedensel ihtimalle ilgilenmezler; düşünülenin
aksine, ölümlü olan herhangi bir şeye dikkat etmezler, yalnızca
genetik kodlarında sabitlenmiş sonsuza dek tekrarlanabilir
ihtimalleri geliştirirler. Onlar sadece Yasa’ya, yazılı olana
uyarlar.
99
Diğer
yandan neotenik bebek, tam da yazılmamış olana, keyfi ve
kodlanmamış bedensel ihtimallere dikkat edebileceği bir durumda
bulur kendini. Bebek, totipotans durumunda esrik bir şaşkınlık
halindedir, kendinden sürülmüştür; ama diğer varlıklar gibi
özel bir maceraya ya da çevreye doğru değil, ilk defa bir dünyaya
doğru: Varlığı gerçekten dinler. Sesi herhangi bir genetik
buyruktan azade, söyleyecek ya da ifade edecek hiçbir şeyi
olmadan, kendi türündeki tek hayvan olarak, tıpkı Adem gibi,
şeyleri kendi
dilinde
adlandırabilir.
Adlandırma sırasında insan bebekliğe bağlıdır, her türden
özgün kaderi ve genetik çağrıyı aşan bir açıklığa sonsuza
dek rabıtalıdır [rabıta
bağlantı, ağ]
Ancak
bu açıklık, varlık içindeki bu şaşkın durak, herhangi bir
şekilde onu ilgilendiren bir olay değildir. Hatta bu, endosomatik*
olarak kaydedilip genetik hafızada saklanabilecek bir olay bile
değildir; insanı ilgilendirmeyen, mutlak anlamda dışsal kalması
şart olan, yalnızca nisyana, yani eksosomatik* hafızaya ve
geleneğe devredilebilecek bir şeydir.
....
...
...
...
Evrensel
Yargı Fikri
III
Düşünce
Fikri
İsim
Fikri
Muamma
Fikri
Sessizlik
Fikri
121
[Felsefe
sessizlik deneyimiyle ilişkili bir faaliyettir.] ... ama bu deneyimi
yaşamış olmak hiçbir şekilde felsefenin kimliğini oluşturmaz.
Felsefe sessizlikte, kimliği olmadan öylece dikilir; isimsiz
olmaya, bunun için de kendi ismini bulmamaya tahammül eder.
Sessizlik felsefenin gizli sözcüğü değildir, felsefenin sözcüğü
kendi sessizliğini kusursuz biçimde sessizliğe terk eder.
Dil
Fikri I
125
I.
Sahici sessizliğin olduğu tek yer muhtemelen güzel bir yüzdür.
Karakter, yüzü söylenmemiş sözcüklerle ve gerçekleştirilmemiş
niyetlerle işaretlerken, hayvanın yüzü her zaman sözcükleri
dile dökmenin eşiğinde görünürken; insan güzelliği, yüzü
sessizliğe açar.
II.
Yalnızca sözcük bizi suskun şeylerle temasa geçirir. Doğa ve
hayvanlar sonsuza dek içine düştüğü dilde kalır, suskun
kaldığında dahi devamlı konuşur ve işaretlere cevap verir;
sözcükte doğanın sonsuz dilini bölmeyi ve kendisini bir an için
suskun şeylerin önüne yerleştirmeyi yalnızca insan başarır. El
değmemiş gül, gül fikri, yalnızca insan için vardır.
Dil
Fikri II
127
Koloninin
bir önceki kumandanı tarafından icat edilen işkence makinesinin
aslında dil olduğu anlaşıldığında, Kafka’nın Ceza
Kolonisi
bir nebze daha aydınlanmış olur. ... Öyküdeki makine esas olarak
bir adalet ve cezalandırma aracıdır. Bu, dilin de dünyadaki
insanlar için bu tür bir araç olduğu anlamına gelir. [çağdaş
bir romandaki karakterlerden birinin sözleri:] “Dil cezadır. Her
şey oraya girmek ve günahları ölçüsünde orada çürümek
zorundadır.”
“Ama
nasıl da sessizdir adam altıncı saatten sonra! Aydınlanma, en bön
olana gelir. Göz civarından başlar ve oradan yayılır. İnsan’ın
Tapan’ın altına yatası gelir. Adam yazılanları çözmeye
başlar, sanki dinliyormuş gibi dudaklarını büzüştürür.
Yazılanları gözle çözmenin bile ne kadar zor olduğunu gördünüz,
kaldı ki adamımız yaralarıyla çözüyor onu...”
128
Cezalandırılan
adamın, son saatinin sessizliğinde yakalamaya başardığı şey,
dilin anlamıdır. Konuşan varlıklar olarak insanlar söz konusu
olan şeyin manasını anlamadan yaşamlarını sürdürürler; ama
en bön insanın bile anlamadan edemediği bir altıncı saat gelir.
Burada söz konusu olan, elbette insanın gözleriyle okuyabileceği
bir mantıksal anlamı değil; ancak yaralarıyla kavrayabileceği,
ancak bir ceza olarak dile ait olan daha derin bir anlamı
yakalamasıdır. (Bu yüzden mantığın en seçkin alanı yargıdır:
Mantıksal yargı aslında cezai yargı, yani hükümdür.)
129
Dilin
nihai anlamı “adaletli ol” buyruğudur (öyküden çıkarılan
budur); ama dilin makinesi bu emri bize anlatma becerisinden
yoksundur.
Işık
Fikri
131
Karanlık
bir odada ışığı açıyorum: Aydınlanan oda doğal olarak
karanlık oda değil artık, onu sonsuza dek kaybettim. Peki ama aynı
oda değil mi bu? Karanlık oda, aydınlanan odanın yegâne içeriği
değil mi? Bundan böyle sahip olmadığım, sonsuza dek geriye doğru
kaçıp giden ve benzer şekilde beni ileriye iten, dilin bir
temsilidir yalnızca: Işığın önkabulü olan karanlık. Ama eğer
bu önkabulü kavrama çabamdan vazgeçersem, dikkatimi ışığın
kendisine yöneltirsem, onu anlarsam -o zaman ışığın bana
verdiği şey aynı
odadır, varsayımsal-olmayan karanlıktır. Üsütüne bir örtü
örtülen, kendi içine kapanan, vahyin yegâne içeriğidir -ışık,
karanlığın kendine gelmesinden başka bir şey değildir.
Görünüm
Fikri
133
“görünümleri
kurtarmak”
[Platon,
Akademi çevresi, son pagan filozof Simlikios, Ortaçağ
astronomisi...]
“Platon,
semavi bedenlerin dairesel, tekbiçimli ve düzenli bir harekete göre
devindiği ilkesini ortaya atar ve ardından matematikçilere şu
soruyu sorar: Gökyüzünde dolanan semavi bedenlerin görünümlerini
kurtaracak hipoteze uygun, kusursuz biçimde düzenli ve dairesel
hareketler hangileridir?” Simplikios
[Yunan
astronomları] Semavi bedenlerin düzensiz hareketlerinin sunduğu
(bu yüzden onlara “dolananlar” deniyordu) son derece karmaşık
görünümleri kurtarmak adına, her biri için bir dizi eşmerkezli
küre önermek zorunda kalmışlardı; her bir kürenin tekbiçimli
bir hareketi vardı, bu hareket diğerleriyle birleştiğinde
gezegenin görünürdeki hareketi çıkıyordu. Buradaki tayin edici
soru, hipoteze atfedilen statüye dairdi. Platon’a göre,
hipotezler doğru ilkelerle aynı düzeyde değil, fenomenin
kurtarılması sırasında amaçlarını tüketen hipotezler olarak
değerlendirilmeliydi.
...
Newton modern bilimin eşiğine “Ben hipotez uydurmam” yazdığı
anda ve böylece bilime fenomenlerin gerçek nedenlerini deneyimden
çıkarsama görevini verdiğinde, “görünümleri kurtarmak”
ifadesi yavaş yavaş semantik bir kaymaya uğramaya başladı ve
kendisini bilimin alanından sürüp bugün hâlâ yaygın bir
kullanımı olan o aşağılayıcı anlama sürüklendi.
Zafer
Fikri
137
“Görünüyor”
- bu fiilin grameri ne kadar da tuhaf! Bir taraftan, videtur
anlamına geliyor: “Bana bir benzerlik, bir müşabehet [şekilce
benzeşlik] gibi görünüyor, o yüzden de yanıltıcı olabilir.”
Öbür taraftan, lucet
anlamına geliyor: “Kendi açıklığında parıldıyor, tezahür
ediyor.” Bir yandan, kendini görüntüye verişinde saklı olan
bir gizlilik; diğer yanda, gölgesiz, saf ve mutlak bir görünürlük.
Bu
iki anlam tam olarak birbirinden ayrılamaz, birini diğerine tercih
etmek kimi zaman hiç de kolay değildir: sanki her parlama bir
benzerliği, her türden “görünme” de “bana öyle görünüyor
ki”yi içerir gibidir.
140
Beyinden
gelen sinirlerin göze ulaştığı ve retinadan yansıyan imgenin
görüntüye dönüştüğü anda göz aslında kördür. Göz,
görüyü bu görünmez merkez etrafında organize eder - bu da
görüntünün, sizin onun körlüğünü görmenize engel olmak için
organize edildiği anlamına gelir. Sanki her açıklık, kendi
merkezine yerleştirilmiş, yok edilemez bir saklılığı içerir;
sanki her aydınlık, elzem bir karanlığı hapsetmiştir.
Bu
kör noktaya tüm gücüyle tutunarak, insan kendisini bilinçli bir
özne olarak kurar. Kendi körlüğünü umutsuzca arıyor gibidir.
İnsan için, her görüntüde bir gecikme, uyaranla tepki arasında
bir temassızlık ve hatıra ortaya çıkar.
Peki
ama körlüğün görüsü ne demektir? İçimdeki söylenmemiş ve
dışa vurulmamış karanlığı ele geçirmek istiyorum; ama bu tam
da benim kendi açıklığımdır, bir çehre ve ebedi bir görünümden
başka bir şey olmamdır. Gözümdeki kör noktayı sahiden
görebilseydim, hiçbir şey görmüyor olurdum.
141
…
her
çehre bir ifadeye çekilir, bir karakterde katılaşır, bu şekilde
devam eder ve kendi üstüne çöker. … Çehre yüzü aşan bir şey
değildir - yüzün kendi çıplaklığında teşhiri, karakter
karşısında kazanılan zaferdir: sözcük.
Zaten
dil bize şeyleri imgelerinden kurtarmak, görünümün kendisini
görünüme taşımak, onu zafere götürmek için verilmemiş miydi?
Ölüm
Fikri
143
Kimi
efsanelerde Samael diye anılan ve hatta Musa’nın da mücadele
etmek zorunda kaldığı rivayet edilen ölüm meleği dildir. Dil
ölümü duyurur - başka ne yapar ki? Ama tam da bu duyuru, ölmeyi
zorlaştırır. Çok eski zamanlardan itibaren, tüm insanlık tarihi
boyunca, insanlık bu melekle mücadele etti, sadece duyurmayı
vazife edindiği o sırrı elinden çekip almaya çalıştı. Ama
onun çocuksu ellerinden çekip alınabilecek tek şey, zaten yaptığı
o duyurudur. Bu, meleğin hatası değildir ve ancak dilin
masumiyetini anlayanlar duyurunun gerçek anlamını da kavrayabilir
ve bir noktada ölmeyi öğrenebilirler.
Uyanış
Fikri
hercümenç
allak bullak, karmakarışık, altüst, darmadağınık
146
boşluk
öğretisi... yalnızca temsilin sınırları içinde ele alınıyordu.
“Hakikati,
bir öğreti gibi, hakikatin temsili gibi öğretenler, boşluğu bir
şeymiş gibi alırlar, temsilin boşluğunun bir temsilini
yaratırlar. Ancak temsilin boşluğunun farkındalığı, bir temsil
değildir: sadece temsilin sonucudur. ... Boşluğu acı karşısında
bir korunak olarak kullanmak istersin, ama bir boşluk seni nasıl
koruyabilir? Boşluğun kendisi bir boşluk olarak kalmazsa, ona bir
varlık ya da yokluk atfedersen, bu ancak ve ancak nihilizm olur:
Kendi hiçliğini bir av olarak, boşluk karşısında bir korunak
olarak ele geçirmiş olmak. Ancak bilge kişi acının içinde, onda
ne bir korunak ne de bir neden bularak ikamet eder: Acının
boşluğunda kalır. … Boşluğun bir kanaat olduğuna ve temsil
edilemeyenin bile bir temsil olduğuna, söylenemeyenin isimsiz bir
şey olduğuna inanan kişi… ‘Size mal satmayacağım’ diyen
tüccara ‘Bana hiç değilse adı hiçbir şey olan bir mal satın’
diyen aşırı heveskâr müşteri gibidirler. Mutlak olanı gören
kişi, göreli olanın boşluğundan başka bir şey görmez. Ama bu
tam da en güç sınavdır: Eğer bu noktada boşluğun doğasını
anlamaz ve onu bir temsil olarak görürseniz, gramercilerin ve
nihilistlerin düştüğü hataya düşersiniz; nasıl tutacağını
bilmediği yılan tarafından sokulan büyücü gibi olursunuz. Bunun
yerine temsilin boşluğunda sabırla ikamet edersiniz, onu bir
temsil olarak görmezseniz, kutsanmış yol, orta yol dediğimiz şeye
girersiniz. Göreli boşluk, artık bir mutlağa göre değildir. Boş
imge, artık hiçliğin imgesi değildir. Sözcüğün doluluğu tam
da boşluğundan gelir. Temsilin barışı, uyanıştır. Uyanan
kişi, yalnızca rüya gördüğünü bilir, yalnızca temsilinin
boşluğunu bilir, yalnızca uyananı bilir. Ama şimdi hatırladığı
rüya, artık hiçbir şeyi temsil etmez, hiçbir şeyi düşlemez.”
Eşik
Kafka'yı
Yorumcularından Korumak
153
“Açıkla!”
Bu buyruktan kaçmak mümkün değildir; çünkü açıklayacak
hiçbir şey varsaymaz, kendisi bir varsayımdan ibarettir. Onun
emrine verdiğiniz ya da vermediğiniz herhangi bir yanıt -hatta
sessizliğiniz- gene de anlamlı olacaktır, bir açıklama
içerecektir.
Açıklayacak
hiçbir şey bulamayan şanlı atalarımız -patriyarklar- [erkek
egemenleri] bu gizemi ifade edebilmenin bir yolunu canı gönülden
aramışlar, ama izah edilemez için açıklamanın kendisinden daha
yeterli bir ifade bulamamışlardır. Onlara göre açıklanacak bir
şey olmadığını açıklamanın tek yolu, açıklamalar
getirmektir. Sessizlik de dahil başka her türden tavır, izah
edilemez olanı beceriksiz ellerle yakalamaya çalışır: Yalnızca
açıklamalar onu olduğu gibi bırakır.
154
Açıklamalar, aslında izah edilemezin geleneğinde bir andan ibarettir: Daha doğru bir ifadeyle, onu açıklanmamış bırakarak gözetim altında tutmaya devam eden anlardır. İçeriklerinin boşaltılmasıyla, açıklamalar görevlerini yerine getirmiş olurlar. Ancak, açıklamaların kendi boşluklarını göstererek izah edilemez olanı kendi haline bıraktıkları noktada, izah edilemez olan da tehlikeye girer. Gerçekte yegâne açıklamalar izah edilemez olanlardı ve efsane onları açıklamak için icat edildi. Açıklanamayacak olan, artık hiçbir şeyi açıklamayan şeyin içinde kusursuz biçimde mevcuttur.
.
.
.