20 Temmuz 2013

Serol Teber - Politik Psikoloji Notları

.
.
.
.
İnsanın Hiçleşme Serüvenine Giriş
Politik Psikoloji Notları  (1990)
Serol Teber
Papirüs Yayınları, 2001 İstanbul

13
Özellikle 1980 sonrası Amerika ve Avrupa'da ortaya çıkmaya başlayan ve ekonomik sorunların ötesinde, ağır ekolojik-kültürel ve de özellikle psişik krizlerle süren bu "High-Tech-Kapitalizm" evresine artık genel olarak post-modern dönem adı verilmektedir.

18
Prognoz (öngörü)

23
latent  herhangi bir şekilde göze çarpacak yaşam ve fizyolojik aktivite belirtileri görülmeyen biyolojik olayları ifade etmek için kullanılan bir deyimdir. (gizil)

28
Politik - psikoloji, özellikle bugünün birey insanının sorunlarının sözcülüğünü üstlenmiş, psikolojinin (ruhbilimlerin) en genç yan bölümlerinden biri; disiplinlerarası bir bilim dalıdır.

Oldukça kestirme bir tanımlama denemesiyle, politik-psikoloji, hangi tür toplumsal-ekonomik formasyondan olursa olsun, egemen-resmi devlet ideolojilerinin (merkezi bürokrasilerin, organize edilmiş komplekslerin, kartel pıhtılarının politikalarının) birey psikolojisine yansıma biçimlerini, birey psikolojisini ne tür etkileyip, deforme ve hatta tahrip etmesini tartışır; ya da gene bir başka türlü söylemeyle, resmi (ya da özel) ideolojileri yansıtan birey psikolojisini de eleştirel bakışla gözlem konusu yapar...

30
Psikanaliz, haklı olarak bilinçdışına etkide bulunmuş, kök salmış olayları irdelemede toplumbilimlerinden (sosyolojiden) çok, mitolojinin, tarihsel kişilerin, edebiyat ve diğer sanat yapıtlarının yardımına başvurmuştur. Freud, gene haklı nedenlerden dolayı bireyin politik otorite ile olan çatışmasını (ya da uyuşmasını), "erkek" bir psikoloji anlayışla, baba-oğul çelişkisine-çatışmasına indirgemiş; birey psikolojisini zaman-mekan boyutlarından soyutlamış; olayı, ana-baba-çocuklar düzeyinde bir "aile içi sorun" olarak tartışmaya sunmuştur.

Bu durumda bilinçdışının sorunlarını çözümlemeyi (bilinçdışını deşifre etmeyi) kendine araştırma konusu alan psikanaliz, bir anlamda -hiç de hak etmediği halde- tarihsel, zamansal ve mekânsal boyutları olmayan bir bilimsel disiplin konumuna getirilmiştir. Burada, tarihsel-toplumsal devinimler, mitolojilerin bir tür baba-oğul mücadeleleri içinde soğurulmuş ve reel politikalar da, anlaşılması zor ve garip bir anti-politik-psikoloji içinde nötralize edilmiştir.

33
En genel ansiklopedi bilgisiyle, politika (Politeia), özünde vatandaşlık haklarının hemen hemen tümünün çözümünü kapsar. Tüm toplumsal kurumların, kültürün, güzel sanatların, edebiyatın, aile ve çalışma yaşamı koşullarının, eğitimin, ticaretin, vergilendirmenin ötesinde, toplumsal temel ve üstyapıların ve tüm toplumsallaştırma kurumlarının vb. örgütlenmesini ve planlanmasını içerir. Reel toplumsal kurumlar aracılığı ile bireyin kişiliğini, kültürünü, bilincini ve bilinçdışını belirlemek politikanın ve politik gücü elinde tutan güçlerin çalışma alanı içine girdiği anımsanırsa, bireyin günlük yaşamını, psişik yapısını ve bunların sorunlarını tartışmaya çalışan psikolojinin ve psikiyatrinin de politika ile ilgilenmesini yadırgamamak gerekir.

36
(Erich Fromm ve Herbert Marcuse) … kapitalizmin, salt ekonomik ve politik krizlere neden olmakla kalmayıp, bunların çok ötesinde, insanın psişik yapısı üzerine öldürücü (katastrofal) etkilerde de bulunduğunu … (vurgulamışlardır).

38
(Horkheimer ile Adorno, 1944, Aydınlanmanın Diyalektiği)… eleştirel kuramın, politik psikolojinin temel yapıtlarından başlıcalarını oluşturmuştu.

39
Aydınlanmanın mantığı, rasyonalizasyonu meşrulaştırmış; insan bir anlamda, rasyonel düşünmek ve rasyonel hareket etmek zorunda bırakılmıştır… rasyonalizm, evrensel bir düşünce ve hareket etme yöntemi olunca, insan-insan ve insan-doğa ilişkilerinde 'doğal' bir eşitsizlik ve gene (Sosyaldarwinist) 'doğal' bir ayıklanma hakkı ortaya çıkmaya başlamıştır…

42
(Horkheimer, otoriter karakter) Uzlaşımsal değerlere kör bir bağlanma ya da teslimiyet; otorite karşısında kör bir itaat ve hemen yanı sıra, muhaliflere ve grubun dışındakilere karşı kör bir nefret ve husumet; kendi içindeki duyguların ve düşüncelerin ne olduğunu yoklamadan kaçınmak; katı stereotipleşmiş bir düşünce tarzı; insanüstü varlıklara inanma ve bel bağlama eğitimi; insan doğasının yarı-ahlakçı ve yarı-alaycı bir tutumla horlanıp bastırılması; kendi içindekini dıştaki nesnelere yansıtma.

50
(Amerikalı psikiyatr Dicks, 1942-46, otoriteryan kişilik) … tüm erkeksi görünmeye karşın yoğun bir latent homoseksüalite eğitimi…

51
(1958 Walter Jacobsen, Alman Psikologlar Birliği'ne bağlı bir 'Politik Psikoloji' seksiyonu) Burada, politika sözcüğü, psikolojinin on yıllardan beri sanıldığı gibi hiç de politikadan bağımsız 'steril' bir bilim dalı olmadığını vurgulamak için özellikle kullanılmış; ayrıca, psikoloji sözcüğüyle de, politikanın insandan ayrı (bağımsız) bir etkinlik alanı olmadığı anlatılmaya çalışılmıştır…

53
Savaş sonrası Batı demokrasilerinde görünürde açık-çıplak faşizm ya da ırkçılık olmadığı (hatta bunların resmi olarak yadsındığı) koşullarda bile, bu toplumlarda ne denli güçlü bir "latent faşizm" üretildiği…

54
… en demokratik görünümlü toplumlarda bile depolitize edilmiş kişiliklerin 'zamanı geldiğinde' birden ve 'şaşırtıcı' bir biçimde ne denli politize olduklarını görmek artık hiç olmazsa bizler için hiç de düş kırıklığı oluşturmaktadır.

55
Resmi devlet ideolojileri, pisişik yapıda, bireylerin özgün davranışları, orjinal politik tutumları olarak ortaya çıkan kimi segmentlerde yoğunlaşmaktadır. Örneğin, bireysel önyargı, dogmatizm, ethno-sentrizm, konservatif-otoriter ya da potansiyel faşist karakter ve bunların günlük praksis içine sokulmasındaki makyavelizm gibi çeşitli, açık ya da latent politik tutumlar birey psikolojisinde yoğunlaşmış resmi devlet ideolojilerinin başlıca dışa yansıması biçimleri olarak görülmektedir.

Böylece her bir politik tutum, genel olarak, bireyin, tanıma-bilgilenme durumuna gelme sürecini, bilişi (cognition-vukuf), duygusal tepkiler gösterme durumunu, duygulanımı (affektion teessür), ve uyaranlar karşısında göstereceği (ya da göstermeyeceği) tepkileri, davranışları (behavior - tavır, hareket) kapsayan ögelerden oluşur.

56
Önyargılı düşünmek hiç kuşkusuz, kültür düzeyi düşük ve yeterli düşünme alışkanlığı geliştirmemişler için oldukça 'tutumlu' (ekonomik) bir düşünme biçimidir. Çok az düşünerek yaşamlarını sürdürmeye özen gösterenler, önyargılı düşünmeyi ve ön yargılı yaşamayı özellikle severler. Ayrıca, önyargılı düşünmek stereotipik bir düşünme biçimidir de…

59
Wilson'a göre, 'tutuculuk' (konservatizm) kişiliğin, konfilikt karşısında geri çekilerek oluşturduğu bir tür savunma mekanizmasıdır. Tutucu kişilik, kendini sürekli tehdit altında hissetmenin getirdiği güvensizlik, umutsuzluk, güvenirsizlik sonucu en kestirme ve görece kolay çözüm yolunu seçer; kendini hiç kimsenin saldırmasına / tehdit etmesine gereksinim duymayacağı alanlara kadar geri çeker; kişiliğini silikleştirir; hiçbir özgün orjinal yanını açıkta bırakmaz. Ancak gene de içinde yoğun bir korku, güvensizlik/itimatsızlık taşır…

Wilson'a göre bu tür kişilikler, doğuştan ve/veya ilk çocukluk yaşlarından itibaren kendilerine uygulanan toplumsallaştırma, eğitim sürecinde gösterilen otoriter baskı sonucu çok korkulu ve çok hassas/duyarlı bir biçimde yetiştirilmişlerdir. Bu tür bir kişilik üzerinde, toplumsal ideoloji, özellikle din, politik tutum ve diğer kültür alanları özgün gelişmeler gösterebilir... "Konservatif sendrom" içinde tanımlanabilen kişilikler, politikada (genel olarak) sağa eğilimlidirler; azınlıklara ve üçüncü dünya ülkelerine, Yahudilere ya da kara derililere karşı hoşgörüsüzler; yoğun bir ethno-sentrizm, militarizm, özellikle dinsel alanlarda dogmatizm, toplumsal uyum-konformizm, anti-hedonizm ve yeniliklere karşı aşırı duyarlı bir tutum gösterirler.

62
… yeni-tutuculuğun temel yaşam felsefesinin özünü oluşturan Makyavelizmin kimi önemli niteliklerini anımsamak yararlı olabilir.

Makyavelizmin temel ilkesi "amaç, aracı meşrulaştırır" (hatta kutsallaştırır) tümcesiyle özetlenir.

65
… insanların büyük bir çoğunluğu, mit'lerin, masalların, ilk toplumların tarihlerinin de etkisi altında kalarak, insanların eski zamanlarda (altın çağlarda) olağanüstü bir güvenlik içinde ve bir tür cennette yaşadıkları sanısını taşırlar; buna karşın şimdiki zamana dönük, güvensizlik düşüncesinde, hep bu yitik cennetin sağladığı -eski- güvenliği yeniden kazanmak isteği; ve geleceğe yönelik güvenlik düşüncesinde de, bu cenneti dünya üzerinde yeniden kurmaya çalışma özlemleri-öngörüleri vardır…

66
Marksizmin (sosyalizmin) insanlara, anaerkil-ilktoplumlar döneminin (altın çağın) dünyada yeniden oluşturulabileceğinin olabilirliğini umudunu verdiği için, her türlü karşı teröre rağmen benimsenip-savunulduğu, gözlenmiştir…

79
… Beck'in savına göre, politik toplumsallaştırma, politik düzenin belirlediği (ve/veya değiştirmeyi öngördüğü), politik davranışları etkileyecek, yönlendirecek, normları ve tavırları dolaylı ya da dolaysız yollardan insana kavratma ve özümletme süreci olarak tanımlanmaktadır…

80
Bu süreç içinde, insanlarda geliştirilen, sorumluluk, boyun eğme, sadakat, görev bilinci, korku, suçluluk duygusu gibi doğal insan psikolojisine yabancı ve hatta (ters ve hastalıklı) yapay normlar-değer ölçüleri gelişirken, sevgi-aşk, umut ve haz duyabilme, mutlu ve hatta orgazm olabilme duygu ve yetenekleri söndürülmüştür.

81
Toplumsal düzeni ve bunun kurumlarını değişmez ve hatta eleştirilmez, bir tür 'tabu' olarak görüp, bireyin, bu kurumlara uyumunu, bunların öngördüğü normlar-standartlar ve değer sistemlerine -sorun çıkarmadan uyuşmasını, özdeşleşmesini savunanlar, toplumsallaştırma olayını bir kimlik arayışı, bir özdeşleşme (identification) süreci olarak görmektedirler. Buna göre, toplumsallaştırma süreci, yetiştirilmekte olan çocuğun, kendine örnek olarak değişmez ve tartışılmaz olarak kabul edilen toplumsal normları-standartları benimseme ve onlara benzemeye çalışma süreci olarak tanımlanmaktadır.

84
Birincil-örtük politik toplumsallaştırma sürecinin özünü, aile-içi eğitim oluşturur. … aile-içi eğitim ve olgunlaştırma dönemi, çocuğun birincil-örtük politik toplumsallaştırma sürecinin temelini belirler. Burada, çocuk, çok kez ve tüm ayrıntılarıyla şiddeti (zorbalığı) tanır. Salt duygusal-ruhsal yanıyla değil, fizik-biyoloji boyutlarıyla da şiddeti öğrenir.

89
İkincil (-belirgin-) politik toplumsallaştırma süreci: Bu aşamada, temel (-örtük-) politik kişilik (-karakter-) üzerine gelişen ikincil, ancak kesin politik tavırlarını belirleyecek belirgin politik davranışlar oluşmaya; ve gene bu süreç içinde, çocuğun-gencin, öz kimliği ile politik kimliği özdeşleşmeye başlar; örtük politik kişilik, belirgin politik kişiliğe dönüşür.

97
… Antik Çağ Grek takviminde tarih, zamanımızdan önce 776'da başlar, daha doğrusu bu tarihte başlatılır. Bu tarih, Antik Grek toplumlarında anaerkil düzenlerden, ataerkil düzenlere geçilmeye başlanışın ve ilk olimpiyatların yapılışının dönüm noktasını oluşturur. Bu tarihsel dönüm noktasında sonra, ataerkil Grek toplulukları, anaerkil dönemleri "tarih öncesi" olarak tanımışlar; ve tüm olanakları özellikle de mitolojinin yardımıyla anaerkil dönemlerin izlerini, anılarını belleklerden ve günlük yaşamdan silmeye çalışmışlardır.

Böylece, Antik Grek toplumlarında, zamanımızdan önce 776 tarihinde, homogalekde (aynı sütten beslenmiş, aynı ananın çocuklarından oluşan) anaerkil ilktoplumlar dönemi sona erer; ve gene bu dönemden başlayarak insanlık tarihi, büyük trajik metamorfozlarla her türlü insancıl duygunun, düşüncenin, eşitliğin yadsınmaya, insanın-insan, insanın-doğa üzerine hegemonya uygulamaya, toplulukların yöneticiler ile kadınlar, çocuklar, köleler ve diğer çalışanlardan oluşan sınıflara bölünmeye; dinin, tek tanrının, devletin, ataerkil ailenin ve de çeşitli ayrıntılarıyla sistematik-yapısal şiddetin (zorbalığın) örgütlenmeye başladığı görülür…

99
Roma'da devlet, ilk kez, "düzen" ve "disiplin" oluşturmak için, şiddet uygulamayı kendi tekeline (monopoline) almış; sonra, bunun bir bölümü, ataerkil ailenin reislerine-babalara-yetişkin erkeklere devredilmiştir.

100
Şiddet uygulamak yöneticilerin doğal haklarıdır… (Luther)

Moden Kapitalist devlet kuramcılarından biri olan Max Weber, devleti, belli bir arazi -coğrafya parçası üzerinde- şiddet kullanma tekelini elinde tutan bir güç, bir örgütlenme olarak tanımayacak kadar açık oynamıştır kartlarını.

102
(Weber'e göre, fabrikalardaki örgütsel disiplin) … Birey, organizmasının yapısınca belirlenen doğal ritmlerden koparılmakta, ayrı ayrı işleyen kasların metodik uzmanlaşması yoluyla pisikolojik-fiziksel aygıtı yeni bir ritme uydurulmakta.

139
Bugün, bilinen insanlık tarihinde, belki de ilk kez, böylesine önemli alt-üst oluşların yaşandığı bir ortam ve zaman dilimi içinde, insanların çok ciddi psişik bunalımlar içinde olması gerektiği beklentisine karşın (ve eski kriz dönemlerinde görülenlerin tersine), içinde bulundukları psişik, kültürel, moral, tinsel, duygusal konumlarından rahatsız olan insan sayısının beklenenden az sayıda olduğu ve hatta bugüne değin örneği görülmemiş boyutlarda, insanların büyük bir ilgisizlik, kayıtsızlık ve dahası yapay bir "mutluluk" içinde adeta "sevinerek" yaşadıkları saptanmaktadır…

141
Karl Marx'ın devrimci tarih anlayışının odak noktasını yabancılaşma oluşturmuştur. Burada Marx, yabancılaşma olayına (sürecine), Hıristiyanlığın "ilk günah" olayını anımsatır biçimde yaklaşmıştır… Üretim sürecinde, meta'nın ilk pazarı çıkışı, yani meta'nın kullanım değerinin, değişim diğerine dönüştüğü "an" ilk günah işlenmiş ve bir tür "Salto mortale" (ölüm taklası) ile insanın yabancılaşma süreci başlamıştır. Bu "an" aynı zamanda, sınıfsız ilktoplumlardan (anaerkil dönemlerden), sınıflı ataerkil dönemlere geçişin dönüm noktasını belirleyen, (o laneti) "an"ı da çağrıştırır.

… günlük yaşama taşıyıcılık görevini, praksisini...

150
egoist-bencil ve altruist-elcil davranışlar...

167
Bugün içinde yaşanan yabancılaşma ve anomie durumları, bireyin toplumla olan sürtüşmesi olarak değil, bireyin topluma gereğinden fazla uyum sağlaması tarzında ortaya çıkmaktadır.

178
Herbir bireyde kendine özgü duyguları ve görünümleriyle çok geniş bir spektrumu kapsayan yabancılaşmış yaşantı reaksiyonları, en genel ve oldukça sık görülen biçimleriyle şöylesi duyguları, yakınmaları ya da soruları içerebilir:

"Ben genelde hep hüzünlüyüm… ama, aslında bunun için pek önemli nedenlerde göremiyorum nedenler de göremiyorum… artık neşeli olmaya pek bir çaba da harcamıyorum; çünkü anladım ki, artık benim neşeli ya da mutlu olmam olası değil… biliyorum, dünya ve yaşamak güzel… fakat benim içimde hiç bir heyecan ve güç yok… Her şey bir garip oldu… matlaştı… donuklaştı… Ben bir şey söylemeye kalksam, benim sesim bana yabancı birinin sesi gibi geliyor… hatta benim vücudum bile bana yabancı geliyor… Arada ellerime bakıyorum, bunlar benim ellerim mi diye?... Ellerimi yıkarken onlara bakıyorum ve tanımıyorum… ikisi birbirlerine benzemiyorlar… Ayrıca, bu eller bana ait değilmiş gibi geliyor… çevreme bakınıyorum, ben bunları daha önce bir yerlerde görmüşüm gibime geliyor… ayrıca her bir şey Benim dışımda… kendi kendimi bir sinema seyredermişim gibi seyrediyorum… film bazen renkli oluyor ama… genelde gri… uykuda mıyım, yoksa uyanıkmıyım bilemiyorum… Ben buradayım da, benim ruhum başka bir yerdeymiş gibi geliyor bana… ya da gerçekten bu durum böyle… Ben gerçekten Ben miyim? Ben önceden de böyle miydim? bilemiyorum… Bazen, Benim, beynimin ve vücudunun bir yarısı, öteki yarısı ile konuşuyor, tartışıyor ya da kavga ediyorlar… ama Ben araya giremiyorum… bu durumu Ben uzaktan seyrediyorum… Ayrıca, Ben hangi taraftan olayım… onu da bilemiyorum… Benim söyleyecek hiçbir sözüm kalmadı… Bunların her ikisi de ben miyim?... Kendimi çok yanlız hissediyorum… İçimde bir boşluk var… kapkara, buz gibi bir boşluk… artık acı da vermeyen bir boşluk… Kendime özgü söyleyecek bir sözüm-savım kalmadı… yüreğim gibi kafam da boş… 'Ben buharı olmayan bir lokomotif gibi duyumsuyorum kendimi' … Kafam bazen çalışır gibi oluyor ama randımansız… Ben bu konuma nasıl geldim?... Beni bu konuma kim getirmiş olabilir?..."

179
Hangimiz, yaşamınız boyunca bu tür yakınmalardan bir ya da birkaçını yakınlarımızdan duymadık ya da bizzat kendiniz duyumsamadık bilemiyorum… Fakat, pisikolok ya da pisikiyatrların günlük yaşamları ve klinik protokolleri bu tür yabancılaşmış yaşantı reaksiyonlarıyla doludur...

Bütün bu yabancılaşmış yaşantı reaksiyonlarını, psişik durum saptamalarını, psikiyatri açısından "hastalık" olarak tanımlamak mümkün değildir. Başka türlü bir söylemeyle, diğer tıp dallarının anladığı ve günlük praksislerinde gözlem konusu yaptıkları anlamda bir "hastalık" (Morbus) anlayışı psikiyatri için oldukça yabancıdır; … psikiyatride, diğer tıp dallarının kullandıkları anlamda bir "hastalık" sözkonusu değildir.

Doğa bilimlerinde, tıbbın, psikiyatri dışında kalan bölümlerinde, hastalık, bir ya da birkaç organın, fonksiyonel veya organik bozukluğu sonucu ortaya çıkan belirtileri, bozuklukları içerir.

181
… insanların duydukları korkuların, acıların, huzursuzlukların, kuşkuların, güvensizliklerin, şüphelerin, kıskançlıkların ve de saldırganlıkların kökeninde ve dahası, gösterdikleri nörotik, depresif, psiko-somatik, şizofrenik tepkilerin temelinde hemen hemen her zaman, az yada çok, örtük veya belirgin, geçici ya da sürekli bir yabancılaşmış yaşantı serüveni bulunmaktadır.

195
Bireysel pisiko-patolojinin bu trajik serüveni çok kez salt bu boyutlarda kalmaz. Günlük yaşamın labirentleri içinde giderek sıkışan, çaresizleşen, atomlaşan insanların önemli bir kesimi, pisişik yapılarının (hiç olmazsa geriye kalan kesimlerinin) dağılıp yok olmaması için bilinçli veya bilinçsiz (örtük ya da belirgin) oluşturdukları savunma yöntemleriyle, kişiliklerinin en primitif, en tutucu normlarını, değerlerini içeren bölgelere kadar geri çekilmek zorunda kalabilirler. Ve bu durumda, daha önce de değindiğimiz gibi olağanüstü boyutlarda korkulu, kuşkulu, paranoid, önyargılı, dogmatik, etno-santrik, anti-demokratik, otoriteryan eğilimler yoğunlaşabilir; ve disiplin ve otorite, geçici bir süre için de olsa, böylesi bir psiko-patolojiyi koruyabilecek son bir seçenek olarak ortaya çıkabilir. Ve gene son bir seçenek olarak, bu konumdaki bir birey-insan, kendisini içinde bulunduğu psişik karmaşadan (kaostan) kurtaracak disiplinli bir yönetim, bir önder arayabilir.

205
Politik-toplumsal gelişmeler, insanların psişik yapılarında giderek artan yoğunlukta yabancılaşma-anomie, güçsüzlük, korku, yalıtlanma, Ben-bilincinde çeşitli nicel, nitel boyutlara varan bozukluklar ortaya çıkarmakta, insan yaşamı anlamsızlaşmakta; insanlarda genel bir de-realizasyon, de-personalizasyon ve ağır paranoid durumlar ortaya çıkmaktadır.

207
Fakat, bu gelecek zamanlardan da tümüyle kaygı duymaya gerek olmayabilir. Örneğin, şizofreni kimilerine göre Ben-bilincinin çeşitli düzeylerde çözüldüğü bir psişik durum ve kimilerine göre ise, insanın somut bireysel ütopisini gerçekleştirdiği bir yaşam tarzıdır. Tabii burada da psikiyatrlar ve psiko-farmakoloji endüstrisi insanı rahat bırakırsa.
.
.
.
.