15 Aralık 2015

Fritz Heinemann - Estetik

.
.
.




.
.
Günümüzde Felsefe Disiplinleri

Doğan Özlem (Der.) - İnkılap Kitabevi, 1997 İstanbul



İçindekiler:
           
            Felsefe - Alwin Diemer                                          11-30
Teorik Felsefe Disiplinleri
            Mantık - Robert Feys                                            31-56
            Mantık - Günther Patzig                                       57-76
            Lojistik (Sembolik Mantık) - Günther Patzig     77-96
            Ontoloji - Alwin Diemer                                         97-136
            Metafizik - Fritz Heinemann                              137-162
            Bilgi Kuramı - Alwin Diemer                              163-180
            Bilgi Kuramı - Fritz Heinemann                         181-204
            Bilgi Kuramı Tarihçesi - H. Krings, H.M. Baumgartner          205-230
            Doğa Felsefesi - Gert König                                 231-262
            Doğa Felsefesi - Henry Margenau                      263 - 298
            Bilim Kuramı - Wolfgang Stegmüller                  299 - 332
Pratik Felsefe Disiplinleri
            Etik (Ahlâk Felsefesi) - Harald Delius                333 - 360
            Etik (Ahlâk Felsefesi) - Fritz Heinemann          361 - 388
            Estetik - Ivo Frenzel                                             389 - 400
            Estetik - Fritz Heinemann                            401 - 426
            Hukuk Felsefesi - Günther Stratenwerth          427 - 440
            Tarih Felsefesi - Iring Fetscher                          441 - 474
            Siyaset Felsefesi - Jürgen v. Kempski                475 - 508
            Dil Felsefesi - Waltraud Bumann                         509 - 534


401
... Baumgarten [estetik sözcüğünü] iki anlamda kullanmıştır: 1. Aşağı basamaktaki bilgisel olanak, yani aisthesis (duyum), 2. bugün "estetik" olarak adlandırdığımız disiplin. Sanat hakkındaki düşünce çabaları, hiç kuşkusuz Eskiçağdan beri şairler, sanatçılar, filozoflar tarafından bir estetik tarihi oluşturacak kadar hep sürdürülegelmiştir. Ama bu düşünce çabalarından ilk kez bağımsız bir disiplin çıkartanlar 19. yy filozofları olmuşlardır.

Güzelin doğasını bir felsefe disiplini içinde temellendirmeyi istemek anlamsızdır; çünkü böyle bir güzel, kendi başına güzellik diye bir şey yoktur. Dil eleştirisi bize, "güzel" sözcüğünün hiç de tek anlamlı olmadığını öğretmiştir. Öyle ki artık biz, klasik güzellik idealini ve geleneksel felsefi sistematiğin bu konuda getirdiği keyfi sınırlamaları bir kenara bırakmak zorundayız. Sanat ya da sanatlar, tüm insanların ve tüm insan topluluklarının yarattıklarıdır.

402
Sanat, bizim yarattığımız, dolayısıyla bizim kavrayışımıza geçişli olan bir şeydir. Ama sanat uğraşı, aynı zamanda, bizi doğanın derinliğine bir kavrayışına doğru sürükleyen bir uyarıcıdır da. Sanatçının kendisi bir doğadır ve o kendisini çevreleyen evren ile bağlantı içinde yaratır. ... Fenomenolojik olarak, estetik beğeni problemi estetiğin başat problemi sayılabilir (Geiger). ... (403) Öbür yandan, sosyologlar sanat yapıtına, yaratıcısının bireysel ürünü olduğu kadar, toplumsal yapıya bağlı ve aynı zamanda ondan çıkan bir toplumsal ürün olarak bakarlar.

Tüm bu bakış tarzları ve yöntemler [metafiziksel olarak, psikolojik, fenomenolojik, değerler problematiği, semantikçiler, sosyologlar], mutlaklaştırılmadıkları sürece, kendi açılarından kısmi bir doğruluk taşırlar. [tüm bu tarz ve yöntemlerle] elde edilmiş olan sonuçlardan yararlanmak gerekir. ... Sanat nedir? ... Sanat sözcüğünün çeşitli dillerdeki anlamı nedir? Eski yüksek Almancada "Kunst" (sanat) sözcüğü "Kenntnis" (bilgi)den gelir ve aynı zamanda işbilirlik, beceri anlamlarına da sahiptir. Aynı sözcük eski sakson dilinde de benzer anlamlara sahiptir. Bu kök Got ve İngiliz dilinde yoktur ve onun yerini "Art" almıştır. Art'ın iki anlamı vardır: 1. beceri, hüner (skill), 2. bir beceriye, hünere dayalı olarak yapımı gerçekleştirilen şeyleri öğrenme ve öğretme tarzları. Almanca'daki "Kunst", İngilizcedeki "fine arts"a (güzel sanatlar) karşılık olabilir. "Art", Latince "ars"dan gelir ki, daha çok, bir kurala bağlı insani etkinliğin biçim ya da tarzı, genel olarak, maharet, üslup, beceri, daha özel olarak da el becerisi, işleme, zanaat ve bilim anlamlarına gelir. Görülüyor ki, "ars" terimi ne sanat sözcüğüyle sınırlıdır; ne de onun bilime karşıt bir anlamı vardı. O, bir sanat ya da bilimin temelinde yatan kuralları ifade eder; örneğin retorik için gramer bir "ars"dır. Böyle bir dil çözümlemesi ile sanatın anlamının çözümlenmesine ne gibi bir katkı getirilebilir? Hiç kuşkusuz bir dil çözümlemesi sanatın ne olduğunu bize asla veremez. Ama sanat fenomeninin asla ihmal edilmemesi gereken bir açıdan görülmesini de sağlayabilir. Bu açıdan bakıldığında görünen şudur: Sanat, yapabilmekle, beceri ile, zanaatla, kurallı eylemle ilgilidir ve giderek tüm insani etkinliğin temelinde yatan bir şeye bağlıdır. Bunu saptadık mı, artık etkinlik olarak sanat ile ürün olarak sanat arasına bir farklılık koyma gereği ortaya çıkar.

Etkinlik Olarak Sanat
404
Özel olarak "sanatsal etkinlik" diye bir şey var mıdır? Bu soru, sanatın teknik yanıyla ilgili değildir. Çünkü açıktır ki, örneğin desen çizmek, ...belli bir teknik bilgi ve beceri gerektirir. Bu yüzden sorumuz daha çok, insanda "sanatsal yaratıcılık" adı verilen bir temel işlevin, dil ya da düşüncenin belli bir basamağında ortaya çıkabilecek böyle bir işlevin bulunup bulunmadığıdır. Örneğin insanları sanat yaratıcısı hayvan olarak da görebilir miyiz? Hayır. İnsanda, örneğin dil ve düşünce gibi temel ve karakteristik sayılabilecek şekilde bir sanatsal etkinlik yoktur. Herkes dile ve düşünceye sahip olmakla birlikte, herkes sanatçı değildir. Öte yandan, sanatçı da, her insanda bulunandan apayrı şeylere sahip kişi de değildir. Ama o, insanların sahip oldukları yeteneklerden bazılarına daha yüksek oranda sahiptir ve o ayrıca, bu yeteneklerini belli bir tarz içinde bütünleştirme gibi bir yeteneğe de sahiptir. Sanatsal yaratıcılığın, düşünce ve dil gibi herkeste bir şey olması, belki bir eksiklik olarak görülebilir; ama o aynı zamanda düşünce ve dil karşısında bir üstünlüğe de sahiptir. Çünkü sanat, dilde ve düşüncede parça parça görünüme çıkan, ama aslında parçalanmaz bir bütünlüğü olan insan tininin yaratıcılığının ürünüdür.

Öyleyse, ... "sanat nedir?" sorusuna ilk yanıt şudur: Bir etkinlik olarak sanat, insan yaşamının bir temel hareketi, bir boşalma alanı, bir mecrasıdır. İnsan yaşamı (istenirse "insan ruhu" ya da "insan tini" densin) bir iç enerjiyle bu mecradan boşalır ve bedenin duyusal veri içeriğinden kalkarak bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik, insanın bedensel, psikolojik ve tinsel tüm olanaklarını kullanır. Bu haliyle sanat, yaşamın toplu karakterine bağımlıdır. Onun temel özelliği, bir bütünlük karakteri taşımasındadır. Bu yüzden o, ancak yaşama ilişkin bir kişi bütünlüğünden çıkan şeylerle gösterilebilir; o, bilimlerin yaptığı gibi bir parça-alan olarak objeleştirilemez.

405
Ne var ki sanat, tüm bu enerjileri, her zaman değişen yeni bir zemin üzerinde bütünlüğe sokar. ... Algıları, tasarımları veya salt imgesel şeyleri, yani tek tek tasarımlama, fantazi ve anımsamaya maledilen bu şeyleri tek bir kuruluş içinde kavrama...

Bu nedenle "sanat nedir?" sorusuna ikinci yanıtımızı şöyle veriyoruz: Etkinlik olarak sanat, insan tininin vazgeçilmez bir denemesidir. O, mevcut malzemeden (içerikten) bir düzen ve şekle (Gestalt) yükselme hamlesi, yani bir kurma ve şekil verme girişimidir. İnsan, sanatta bir evren yaratır veya daha doğrusu, kendi kurduğu bir tarza göre kendi evrenlerini yaratır.

Her iki yanıtı birleştirirsek şöyle diyebiliriz: Sanat, insan tininin bir iç enerjiyle ve bütüncül biçimde dışavurumu olduğu kadar, bir kurma ve şekil vermedir. Burada bilinçli ve bilinçsiz etkinliklerden söz edilebilir. Ne var ki, ben içkin ve otonom sanat, ayrımını yeğliyorum. Birincisi, yani insan tininin bir iç enerjiyle dışavurumu olarak sanat, bilinçsiz etkinliklere bağlıdır. İkincisi, yani özel şekli vermelere, kurmalara el veren etkinlik ise, otonomdur. Bu ayrım, hem doğa ile sanat arasındaki ilişkiyi, hem de sanatın kendine özgülüğünü açık kılar. İçkin sanat hayvanlar aleminde de vardır. Eskiler, insanın hayvanların sanatsal etkinliğini taklit ettiğine inanırlardı. Onlar hareket sanatında (dans, bale), yapı sanatında ve müzikte, arı kovanlarının, örümcek ağlarının, kuş yuvalarının ve kuş cıvıltılarının taklit edildiğini söylemişlerdir. Gerçekten de doğa, çiçeklerde, yaprak, koza ve meyvelerde ve özellikle kristallerde sanatçı gibi davranmıştır. Biz tüm bunları neden güzel diye adlandırıyoruz? Çünkü onlar forma sahiptirler; çünkü doğa, belli koşullar altında en az etki ilkesine göre basit çözümler bulmuş ve böylece madde üzerinde bir zafer kazanmıştır.

Oyun Olarak Sanat
406
Doğadaki her şey sanki bir oyunmuş gibi görünüyor ve doğa kendisini sanata yine böyle açıyor. Çünkü sanat da bir oyundur. ... O, içkin ve otonom sanatı birbirine bağlar ve her iki sanat, biyolojik ve antropolojik bakımdan birbirlerine oyun yoluyla derinden bağlanırlar.

Kedi, köpek gibi hayvanlar tutkulu bir biçimde oyun oynarlar... Biyologlar, hayvanlar alemindeki bu oyun karakterini zaten bilmektedirler.

407
... Jean Poul, sanatın doğal kökenini sadece ve sadece insan ruhunda bulmakta haklıdır.

Oyun etkinliği sanatçıda en yüksek noktaya varır. O, doğanın ve tarihin, gerçekliğin ve imkânın, bu dünyanın ve öbür dünyanın, bu arada hatta "bilgisel güçlerin, kurgucu gücün ve anlığın tüm içerikleriyle" (Kant) oynar.

408
Aslında hâlis bir sanat yapıtı, bir oyun olsa da, bizde bir gerçeklik duygusu uyandırmayı başaran sanat yapıtıdır ve hatta böyle bir yapıt, oyun ve gerçeklik arasındaki gerginliği ortadan kaldırır.

[Foucault ve 'oyun']
["Oyun" sözcüğü sizi yanıltmasın: Ben "oyun" derken hakikat üretiminin kurallar bütününü kastediyorum. Bu, taklit etmek ya da eğlenmek anlamında bir oyun değildir... belli bir sonuç doğuran, ilkelerine ve prosedür kurallarına bağlı olarak geçerli ya da geçersiz, galip ya da mağlup sayılabilecek olan bir prosedürler bütünüdür.] [Michel Foucault, Seçme Yazılar 2, Özne ve İktidar, s.242]

Sanat ve Yapabilmek
Sanat yapabilmektir. Doğal yapabilme (yetenek) diye bir şey vardır. [Çocuklar eğitimden geçmeden dans edebilir, şarkı söyleyebilirler, vb.] Bu yetenek büyük sanatçılarda doğuştan vardır ve asla sonradan edinilmiş değildir. Doğa da yapabilir, hatta o kendi yapabilme gücüne sınırsız olarak sahiptir. ... Tabii bunun yanı sıra, insanları hayvanlar âleminde efendi kılan bir öğretilmiş yapabilme de vardır.

409
Gerçek bir sanatçı el işçiliğini esaslı olarak kavramak zorundadır. O, el işçiliğini bir yardımcıya veya makineye de bırakamaz. Bu yüzden, kuramsal olarak sanat ile zanaat arasında kesin bir ayrım yapılırsa da [Andre Malraux, sanatçı formlar üretir, el işçisi (zanaatkâr) ise mevcut formları yeniden üretir, demişti], bu ayrım asla kesin değildir ve bu ikisi daima birbirlerine geçmiş haldedirler. Sanatçı, her şeyden önce tam bir zanaatkâr veya teknisyen olmayı başarmak zorundadır.

410
[Fakat] Sanatçıda teknik yan ağır basarsa, teknik yabancılaşma dediğimiz şey ortaya çıkar; onun yapıtı basmakalıp (stereotip) hale gelir ve teknik onun için bir engel olmaya başlar; yapıtı gitgide yaşamını yitirir, boşalır.

Estetik Deney
Estetik olan şey, insani deneyin özel bir formunda ortaya çıkar. Özgül ve varoluşsal bir deneye dayanmadığı sürece, sanat içi boş bir şey olarak kalır. Bu varoluşsal deneyin yerini ne duyup-işitmeler, ne de öğrenme alabilir. Bunun gibi, bu varoluşsal deney ne araştırma yoluyla dıştan elde edilebilir, ne de kuramsallaştırılabilir.

Kuşkusuz bununla, sanat yapıtlarının salt biyografik veya salt kişisel yaşantıya bağlı (bu anlamda tarihsel) şeyler olarak yorumlanmaları gerektiği de öğütlenmiş olmuyor.  ... Sanatçı için iç deney söz konusudur ve onun etkinliği dış etkinlikten farklıdır. ... Sanatçı, bu iç deney sayesinde sadece şimdi olanı değil, geçmişte kalanı da, geleceğe ait olanı da, salt kurgusal bir düzlemde şimdi oluyormuş gibi yaşayabilir.

411
Psikolojik açıdan bakıldığında, estetik deney, tek tek öğelerin içimizde bir uyuma girdiği ve insanın tüm kişiliğiyle katıldığı bir toplu algılamadır. ... Bu algılamanın kökü de duyusal-duyumsal seferdedir; ama bu algılama, yine de arınmış, "rafine" bir algılamadır ve Kant'ın 'ilgiden bağımsız hoşlanma' dediği şeydir. Ama daha Hintlilerin Raba kuramlarında da estetik hoşlanma şöyle tanımlanıyordu: "Arınmış, salt ve coşkuya, hazza dayalı bir mutluluğa dönüşen sevinç." Bu hoşlanma, içeriksel gereçler üzerinden geçerek biçimi kavrama sırasında duyulan bir şeydir.

Sanatçı, evreni, olduğu gibi, nasılsa öyle, taklit edemez. O, daima belli bir bakış açısı içinde seçmek, indirgemek, ayıklamak, soyutlamak [bu sıfatlar genellikle 'bilinç'e atfedilen sıfatlar] ve tüm bunlardan sonra elindekileri yeni bir biçimde kurmak olanağına sahiptir. Ama bu yeniden-kurma inandırıcı olmak [tutarlı olmak] zorundadır.

Estetik İnanç
412
Sanatçı yüksek bir estetik inanç etkinliğine sahiptir. Estetik inanç, doğrudan ve sezgiseldir ve bir şeyi rasyonel olarak doğru veya yanlış kabul etmeyle hiçbir ilişkisi yoktur. Bu inanç, her türlü yarardan, kullanılabilirlik ve denetlenebilirlikten bağımsızdır ve bu haliyle algılanan gerçekliğin sınırlarını aşar. O, estetik oyun objelerinin gerçekliğine duyulan bir inançtır. Büyük bir sanatçı bizi, Oidipus'un, Hamlet ve Ofelya'nın, Faust ve Gretchen'in "gerçeklik"lerine inandırabilir ve bizi öylesine bağlar ki; bilincimiz onların gerçek olmayışlarını paranteze alır ve onlar, hatta gerçek kişilermiş gibi yaşamımızda yer alırlar. Sanatçının estetik inancı çok çeşitli biçimler alabilir. ... Hatta o, sanatçının ödevinin evrenin saçmalığını göstermek olduğuna da (Sartre) inanabilir.

Gerçeküstücü niteliklerinden dolayı, sanatsal inanç ile dinsel inanç akrabadırlar. "Sanat aslında dinden ve dinle birlikte ortaya çıkmıştır." (Goethe) ... (413) Dinsel inanç, kesinliğe, ahde, tekelciliğe ve dinsel kurtuluşa yöneliktir; estetik inanç ise özgürlük, perspektivite ve ifade peşindedir.

Dil Olarak Sanat
413
Sanat pek çoklarınca duyguların ifadesi olarak tanımlanır. Bu yanlış değildir, ama çok kısıtlı bir tanımdır. Sanat yalnızca duyguları ifade etmez; hatta o aynı zamanda güdüleri, içtepileri ve iç yaşamın gözlemlenemez her türlü zenginliğini de ifade eder. Ayrıca o dış dünyanın betimine yöneldiği kadar, yeni dünyalar da kurar. Sanat bir bildirme formu, bir dil olarak oluşur. İnsan konuşur hayvan olur olmaz, dil sanata etki etmeye başlamıştır. Çünkü biz dili, sadece iletişim aracı olarak değil, tüm deneyimlerimizin yorumlanmasında da kullanırız. Belli bir anlamda dil, sanatın temel gizini de içinde tutar. Dil yapılarının dayandığı ilkeler, sanat yapıtlarının da dayandığı ilkelerdir. ... Tinsel içeriklerin anlamlı bir düzenine ulaşmak için, dil, duyusal malzemeyi (ses ve heceler) organize eder. Bunun sonucunda çifte bir dil formu oluşur: Biri içsel, öbürü dışsal. Dışsal dil formu, örneğin seslerin birbirleriyle olan ilişkisine karşılıktır ve bu ilişki ses yasalarında ifadesini bulabilir. İçsel dil formu, örneğin objelerin eril (maskulen) veya dişil (feminen) olarak keyfi biçimde gösterilmesinde olduğu gibi, deney içeriğinin dilde kullanılmasının tarz ve türünü belirler.

414
Sanat genişletilmiş ve genelleştirilmiş bir dil olarak anlaşılabilir. O, dilin yetersiz kaldığı yerde, onun yerini alan, onu genişletip tamamlayan bir dildir. ... Sonlu sayıdaki ses ve hecelerin yerine, sanatçının elinde sınırsız bir ses, renk, çizgi kümesi ve plastik malzeme, işlenmek üzere durur. Bu yüzden bir kez, dışsal sanat formu dışsal dil formundan çok daha zengindir ve bunlar büyük bir çok-çeşitlilik içinde sanatsal yaratmanın çeşitli alanlarında işlenmeye hazır dururlar. Bunun gibi içsel sanat formu da içsel dil formundan daha kapsayıcıdır. Bu içsel sanat formu somut bir şey değildir. İnsan gören hayvan olarak adlandırılır. Oysa hayvanlar insana göre daha keskin gözlere sahiptirler [kartallar, kediler, vb.]. Ama insan, görme'den ayrı olarak vizyon dediğimiz şeye, özgörüye, içten bakmaya sahiptir. ...  Her sanatçı kendisine göre bir dil yaratır. ... Sanatçılar için ana problem hep şu olmuştur: 1. Kişisel yaşantılarına uygun ve 2. bireyüstü ve genel olarak anlaşılabilir olan bir dil bulmak. Örneğin 18. yy müziğinde olduğu gibi ortak bir sanat dili varsa, bu iş kolaydır. Ama günümüzde olduğu gibi, böyle bir ortak dil yoksa sanatçının işi çok zordur. Bu sanat dillerinin bulunuşu bir sanat stilinin kurulmasında en önemli adım olmuştur.

415
Sözsüz sanat dilleri doğal dillerden, gidimli (diskursif) olmamaları ve hiçbir çeviriye olanak tanımamaları veya sözlük tanımlarına uygun düşünmemeleri ile ayrılırlar. Başka bir deyişle bunlar her şeyden önce anlık dilleri değildirler; tersine, kendi, nüfuz edilemezlikleri içinde tüm insanlığın malı olan dillerdir. Bu yüzden onlar tek-anlamlı değil, çok-anlamlı dillerdir. Bu durum, sanat yapıtlarını özgürlüğe götürür ve onları yorumlamada sınırsızlığa yol açar. Onların yanlış anlaşılabilirliğini yapan şey de budur.

Biçim Verme Olarak Sanat
... sanatı sanatçının biçim vermesinden başka bir şey belirlemez. ... sanat formları, aslında sonradan varolan, göreli ve dinamik şeylerdir. Onlar sanatsal yaratma süreci içinde oluşurlar, bu süreç içinde ortaya çıkarlar ve herhangi bir içerikle belirlidirler. [Onlardaki ideal-tipler:] 1. Kendiliğinden biçimlenen biçim (forma se formalis): Buna rastlantısal olarak oluşan biçim de denebilir.

416
2. Biçim verici biçim (forma formans): Konstrüksiyon sanatçısı, örneğin mimar önce ayrıntılı bir taslak (plan, kroki, vb.) yaparak işe başlar. ... nihai olarak burada sanatçının tini biçim verici biçimdir. (417) ... konstrüksiyon, sanatçının belli bir estetik etki sağlamak üzere başvurduğu biçim verici biçimdir.

Arındırıcı Olarak Sanat
417
Schopenhauer, sanatın nesneleri nedensellik ilkesinden bağımsız bir şekilde görme ve biçimleme etkinliği olduğunu iddia etti. Ama bu, sanatın gerçek evreni ve dolayısıyla nedenselliği aştığı bir yere kadar doğrudur. Sanat bizi nesnelerin ve zorunluluğun baskısından, her türlü belirsizlikten, arı-olmayışlardan, bulanıklıklardan ve kaostan, tüm bunları bir kosmos olarak düzenlemekle kurtarır. (418) Ama sanat, gerçek evren karşısında olumlayıcı bir tutum da alabilir. Hatta Nietzsche'nin dediği gibi, bir amor fati'den (olan'a, kadere duyulan sevgi) de hareket edebilir, kaderine şükredebilir, dost güçlerle uzlaşabilir.

Sanatta Yapı Yasaları [Morfoloji?]
418
Schopenhauer'in nedensellikte saydığı formlar (varlık nedeni, olgusal neden, hareket nedeni ve bilgi nedeni) sanatta geçerli olmasalar da, sanatın kendisi de, her türlü oluşun dayandığı bir yeterli neden ilkesinden bağımsız olamaz. Sanatın nedeni görüngüler (fenomenler)'dir, yani sanat görüngü nedene (ratio apparendi) dayanır. Sanatçı nesneleri oldukları gibi (essse est) betimlemez; tersine, onları kendi duygu ve arzularına, kendi fantazi veya sezgisine nasıl görünüyorlarsa (apprehensio) öyle betimler. O, bu haliyle görünüşe çıkarmak istediği şeye bağlıdır. Bu yüzden burada da şu ilke geçerlidir; bir sanat yapıtında görünüşe çıkan şeyin de yeterli bir nedeni vardır. Sanat için bu ilke düzenleyicidir, ama kurucu (konstitutiv) değildir.

419
Sanatçı açısından bakıldığında, bir şekil nedeninden (ratio fingendi) sözedilebilir. Çünkü sanatçının içinde şekilsiz olan şey, bilinçli veya bilinçsiz şekil almaya zorlanır. Bu yüzden, yaratılmış olan şey, bir şekil nedenine bağlı olmak zorundadır. Bu yaratma, bilinçli veya bilinçsiz, bir uyum içinde düzene sokma idesi altında gerçekleşir. Kural şudur: "Görünür evrenin kaotik malzemesini (içeriğini) şekil ve resme dönüştürmek üzere düzenle! En ilkel tarzda da olsa, ona bir bütüncül anlam ver!" Öyle ki, sanat yapıtında gerçekleştiğini gördüğümüz düzen bir anlam düzenidir. ... Ama bir sanat yapıtı şu kurallar içinde anlamlıdır: 1. İçselliğin (yani, duyguların, eğilimlerin, düşüncelerin, vb.) ifadesi olarak, 2. dışsallığın betimi olarak (örneğin sadece resim değil, müzik de "çizebilir", evreni betimleyebilir), 3. görüngü evrenine ait olmayan şeylerin simgesi olarak (örneğin kutsal ruh/tin için güvercinin simgesi olması gibi). Olgun bir santta bu üç işlev zaten bir arada bulunur. ... Sanatçı yaratıcı doğanın (natura naturans) bir parçasıdır. Onun yapıtlarından her biri kendi evreninde bir bölümü yansıtır ve sanatçının kendi şekil yasasına uygun bir kimlik kazanır.

Yapı Olarak Sanatın Çeşitliliği
420
Eskiçağ sanatı, önemli ölçüde evren-merkezci (kosmosentrik)'dir. Burada doğanın bir kosmos olması gibi sanatın da bir kosmos olması gerekliliğine inanılır. ... Çinliler kosmik olarak belirlenmiş ölçü normlarına, Grekler harmonik uyuma (armonia proportionata) inanıyorlardı ve onlar için evrenin ve nesnelerin yapısını belirleyen temel yasa buydu. ... Ortaçağ sanatı, önemli ölçüde tanrı-merkezci (teosentrik)'dir. ... Yeniçağ sanatı, önemli ölçüde insan-merkezci (antroposentrik)'dir ve otonomdur. Bu sanat kendi varoluşunu ne yetkin bir evrende (kosmos) ne de tanrıdan yola çıkarak bulur. Tersine bu sanat, insanlara yetkin olmayan bir evrenin üyeleri olarak bakar ve insanı yeni evrenlerin yaratıcısı olarak görmek ister. Bu yüzden modern sanatçı, kendi konstrüksiyon ilkelerini seçmekte tamamen özgürdür.

Çok Değerli Estetik
421
Croce, püriten (Platon), hazcı (hedonistik), pedagojik (Schiller) ve mitosçu (Plotinos) estetikler ayırır. ... Bizim taslağımız, şimdiye kadar kuramları, onların kısmi doğruluklarını tanımak yoluyla ve bir çok değerli estetik ile aşmak istemektedir. ... Sanatın da tek bir görünümü yoktur (oyun, yapabilme, deney, inanç, dil, biçim verme, arındırma, vb.).  ... Tüm çağların ve tüm ulusların sanatlarında içerilmiş olan ortak ilke, gerçekliğe biçim verme ilkesidir.





.
.
.
.