16 Ocak 2018

Michel Foucault & Noam Chomsky - İnsanın Doğası Üzerine

.
.
















.
.

Michel Foucault & Noam Chomsky

İnsan Doğası Üzerine
Eindhoven Teknik Üniversitesi, Eindhoven, Hollanda, 1971

https://www.youtube.com/watch?v=_GHTXsER1zE
Türkçe Altyazı: Ümid Gurbanov

Sunucu: Galielo’nun döneminden beri kültür ve toplum söz konusu olduğunda insanların merkezde olduğu düşünülüyordu. En nihayetinde bunları yaratanlar onlardır. Foucault bunu inkâr ediyor. Kültürü öznenin değil, evrensel nitelikteki bir yapının belirlediğini ileri sürüyor. Kişi, insanların davranışlarını yöneten kuralların çoğunun daha o doğmadan çok önce icat edildiğinin farkına varırsa bu durum kendi içinde gayet de anlaşılabilir bir şey haline gelir. [Chomsky’nin] dilbilim çalışmaları… Chomsky özneye daha fazla önem atfediyor.

Moderatör: [Chomsky ve Foucault’nun çalışmaları] … bizlerin çeşitli dışsal faktörlerin ürünleri mi olduğumuz yoksa tüm farklılıklarımıza rağmen birbirimize insan olarak bakmamızı sağlayacak insan doğası dediğimiz şeye sahip mi olduğumuz sorusuna dayanır.

Chomsky
[Chomsky… sık sık insan doğası konusunu “doğuştan gelen fikirler” ve “doğuştan gelen yapılar” terimleri ile bağlantılı kullanıyor] Dil üzerine çalışmak ile ilgilenen kişi çok kesin bir ampirik sorun ile karşılaşır. Bir organizma ile bence son derece yaratıcı olan bir tarzda kendini detaylıca anlatma ve insanların dediklerini anlama gibi şahane yeteneklerle kendisini bir şekilde donatmış olgun ve yetişkin bir konuşmacı ile karşı karşıya gelir. Bu çetrefilli, eklemli, organize olmuş ve bizim dil bilmek dediğimiz bu yetenekler toplamıyla donatılmış kişi belirli deneyimlere maruz kalmıştır. Hayatı boyunca kendisine belli bir miktar veri ve dil ile doğrudan ilişki sunulmuştur. … bir çocuğa sunulan az miktardaki ve yozlaşmış veri ile bu verinin sonucu olarak bir şekilde ortaya çıkmış oldukça gelişmiş, sistematik ve organize olmuş bilgi arasındaki uçurum. [Birkaç dil üzerinden yapılan çalışmaların sonucu, bu verilere maruz kalan kişiler için şöyle bir şema çıkmıştır:] Bireyin genel şematik yapıya ve hatta muhtemelen en nihayetinde dağılmış ve sınırlı deneyimden elde ettiği bilginin özel muhtevasına kendisinin katkı yaptığı varsayımı.

Foucault
İnsan doğası kavramına karşı biraz güvensizlik duyduğum doğrudur. Sebebi ise şudur: Bilimin kullanabileceği konsept ve kavramların aynı derecede ayrıntılandırıldığında ve aynı amaçla aynı kullanım işlevine sahip olduğuna inanmıyorum. Biyolojiden bir örnek verelim. Biyoloji alanında az çok yerleşmiş bulunan “refleks” gibi konseptler vardır. Fakat bilimde “örgütleyici” rol oynamayan çevresel (periferik) kavramlar da vardır. Bunlar analiz aracı olmadıkları gibi tanımlayıcı da değillerdir. Bu kavramlar kabaca bazı sorunları işaret etmek, daha doğrusu, çalışması gereken bazı alanları işaret etmek için vardır. Mesela biyolojide çok önemli bir konsept vardır: Yaşam konsepti. 17. ve 18. yüzyılda yaşam konsepti nadiren doğa çalışmalarında kullanılırdı. Canlı ya da cansız doğal varlıklar geniş bir hiyerarşik tabloda sınıflanırdı. Yaşam, kullanmadıkları ve ihtiyaç duymadıkları bir kavramdı. 18. yy’ın sonunda, bu doğal varlıkların iç organizasyonu ile ilgili olarak birtakım problemler ortaya çıktı. Dahası, mikroskop sayesinde, geçmişte belirsiz olan ve o ana kadar algılanamayan farklı fenomenler ve süreçler aniden ortaya çıkmaya başladı. Kimyadaki gelişmeler de kimyasal reaksiyonlar ve organizmaların fizyolojik süreçleri arasındaki bağlantılarla ilgili bazı sorunları gün yüzüne çıkardı. İşte böylece günümüzde yaşam olarak bilinen ama biyologlar için o zaman tamamen yeni olan kocaman bir alan ortaya çıkmış oldu. Yaşam, bilimin hala da keşfetmesi gereken yeni çalışma alanlarını işaret eden bir konseptti. Bir bilim tarihçisi olarak yaşam konseptinin epistemolojik bir gösterge ve hâlâ ortaya çıkması gereken sorunların bir dizini olduğunu söylüyorum.

İnsan doğası hakkında da aynı şeylerin söylenip söylenemeyeceğini kendime soruyorum. [bu anlamda “insan doğası” kavramının bilimsel bir alışveriş listesindeki herhangi bir ögeden ne farkı vardır.]

[Sunucu Foucault “epistemolojik alan”ı sürekli vurgular. Bu epistemolojik alan veya “epistem” bilginin farklı alanlarının tamamını yöneten bilinçsiz kurallar bütünü olarak tanımlanır.]

Foucault
Geleneksel bilim tarihi içinde bireylerin yaratıcılıkları maksimum önem kazanmıştır. Bilim tarihi yakın zamana dek temelde ister Newton olsun ister Mendel, bireysel yaratıcılardan oluşuyordu. Daha doğrusu gerçekliğin daha önce kimse tarafından keşfedilmemiş gerçekliğin kaşifi halihazırda şeylerde ve dünyada bulunuyordu. Hakikatin bilinmek için varolduğu ama insan aklının birtakım engeller yüzünden bu hakikati görmeyi beceremediği fikrinin geleneksel bilim tarihinin özündeki varsayım olduğuna inanıyorum. Zihin hakikati anlamak içindir ve beklenmedik bir engel bunun olmasını önler. Bazı tarihçilere göre bu engel sosyo-ekonomik ile bağlantılı olabilir ya da deliliğin farklı türleriyle ya da eski dini mitlerdeki inanç ve saflıkla ve ahlaki değerlerle. Tüm bunlar hakikati anlamak isteyenler için engel olarak görülür. Gerçekte zihin anlamayı amaçlamaktadır, hakikate erişmek amacı taşımaktadır. Bilim tarihini bu geleneksel anlayışında hakikati elinde bulundurma hakkına sahip bireyin yaratıcılığına bir vurgu vardır. Ancak yine de bir engeller dizisini aslında sahip olmayı hak ettiği bu hakikati ele geçirmesini, formüle etmesini ve yapılandırmasını engelleyecektir.

Ortaya atılan sorunun tam tersi olduğuna inanıyorum. Büyük bir bilimsel devrime şahit olduğunuzda ne olur? Büyük bir bilimsel devrimde, örneğin 17. yy’ın ortalarında biyolojinin doğuşunda veya “18. yy sonu ile “19. yy’ın başında filolojinin doğuşunda olduğu gibi, birtakım engellerin, önyargıların, eski fikirlerin ortalarda dolanıp yok olduğu doğrudur. Beni burada etkileyen şey, bilimin tam da o doğum anında belli sayıdaki engeli ortadan kaldırmakla kalmayıp aynı zamanda var olan bir miktar bilgiyi de gizleyip saf dışı bırakmasıdır. Halihazırda var olan bilgiyi gizleyerek, daha öncekileri de gizleyen olguların ortaya çıkmasına izin veren yeni bir sisteme dahil oluyormuş gibidir. [Aslında ortada hep aynı bilgi var, hep onu dönüştürüyor]. Bu nedenle bilim denildiğinde, bilimin yükselişi ve bilimin kazanımı sadece eski yargıların unutulması ya da belirli engellerin aşılması demek değildir. Yeni bilginin ortaya çıkmasına izin verirken belli başlı bazı şeyleri gizleyen yeni bir ağdır. Bu nedenle yaratıcılık kavramını eleştirdiğimde şunu demek istiyorum: Hakikat sürekli ve kümülatif [o güne kadar olanların toplamı?] bir yaratımla elde edilmiyor; eskiyi sızdıran ve yeni bilgiyi toplayan üst üste yığılmış bir dizi ağ ile sağlanır.

Bilim tarihinde ya da düşünce tarihinde bireysel yaratıma daha fazla önem verdik. Her bilimsel keşifte, her bilimsel ve hatta felsefi yenilikte kendilerini belirsiz biçimde ortaya koyan genel ve ortak kuralları bir kenara itip gölgede bıraktık. Bunlar sadece dilbilim kuralları değil, modern bilgiyi karakterize eden epistemolojik kurallar da.

Yaratıcılık, bir kurallar sistemi sayesinde mümkün olur: Bir düzen ve özgürlük karışımı değildir bu. Özgürlük, yalnızca bir düzenlilik sistemi sayesinde gerçekten uygulanabilir. Bay Chomsky'de kabul etmediğim nokta, bu düzenlilikleri insan zihni veya insan doğası kapsamına yerleştirmesidir. Bilimi mümkün hale getiren bu düzenlilik ve baskı sisteminin insan zihni dışında bir yerde bulunup bulunmayacağını bilmek istiyorum. Toplumsal biçimlerde, üretim ilişkilerinde, sınıf mücadelelerinde vesaire.

[Moderatör Foucault'un bir konudaki kişisel fikrini soruyor. Foucault bu duruma kızıyor ve...]

[Newton'un metresinin fikri üzerine etkisi, Mendel'in çilesi, vb.] ... bilim alanındaki kesin bilgi dönüşümlerini ve buna bağlı biçimde belli bir zaman aralığındaki dikey alan olarak tabir edilen toplum, kültür ve medeniyetteki değişimi incelemek çok daha ilginçtir. Nihayet bu dönüşümü tamamıyla kavradığımızda bilge bir insanın hayatındaki küçük bireysel anların hiç de önemli olmadığının farkına varırız.

Chomsky
... şayet bu doğruysa, ki doğru olduğuna inanıyorum, insan doğasının temel öğesi mecburi kurumların keyfi sınırlama etkisine maruz kalmadan yaratıcı çalışma, yaratıcı araştırma, yaratıcı yaratım ihtiyacıysa o halde, tabii ki temiz bir toplum bu temel insan karakteristiğinin gerçekleştirilmesi için olanakları maksimuma çıkarmalıdır. Bu da varolan herhangi bir toplumda mesela bizimkinde tarihsel bir kalıntı olarak baskı, yıkım, ezme, zorlama ögelerinin üstesinden gelmek demektir. Şimdi sosyal kurumlar gibi birleşmiş ve merkezileşmiş özgür girişimler geçişimli ekonomilere anarko-sendikalizm diyorum ve bana göre bu, insanların makinelerin ve dişlilerin yerini almaya zorlanmadığı gelişmiş bir teknolojiye sahip bir toplum için toplumsal organizasyonun uygun şeklidir.

Foucault
[Chomsky kadar ileri giden bir öneride bulunamayacağımı itiraf etmeliyim] Yani bilimsel ve teknolojik toplumumuzun işleyişi için ideal bir sosyal model tanımlayamadığımı hatta bunu teklif dahi edemediğimi itiraf etmek durumundayım. Öte yandan, her şeyin üstünde ve ötesinde bana daha acil ve ivedi görünen görev şudur: Hiç yoksa Avrupa toplumumuzda gücün hükümetin ellerinde toplandığını kabul etmek ve bunun yürütme, polis ve ordu gibi belirli kurumlar tarafından uygulandığını düşünmek gelenek halini almıştır. Tüm bu kurumların emirleri ulaştırmak, uygulamak ve bunlara uymayanları cezalandırmak için yapıldığı bilinmektedir. Oysa ben siyasal iktidarın sanki siyasal iktidar ile hiç alakası yokmuş gibi duran ve bağımsız gibi görünen ama aslında öyle olmayan bazı kurumlar aracılığıyla da uygulandığına inanıyorum. Bilgiyi yaymak için ortaya çıkan üniversitelerin ve genel olarak tüm öğretim sistemlerinin, belirli bir sosyal sınıfı iktidarda tutmak ve bir başka sosyal sınıfı iktidar araçlarından mahrum bırakmak için oluşturulduğu bilinmektedir. [bir başka örnek psikiyatri, adalet, vb.] Bana göre, modern toplumumuzdaki gerçek politik görev özellikle tarafsız ve bağımsız görünen kurumların işleyişini eleştirmek ve kendi üzerinden gizlice uygulanan politik şiddetin maskesini düşürerek onlara karşı savaşmayı mümkün kılacak şekilde bunlara saldırmaktır.
...
Proleterler egemen sınıfa karşı savaşını bunun haklı bir savaş olduğunu düşündüğü için vermiyor. Proletarya, tarihte ilk kez gücü eline almak istediği için egemen sınıfla savaşıyor. Egemen sınıfı yeneceği için savaşın haklı olduğunu düşünüyor.

Chomsky Katılmıyorum.


Foucault İnsan kazanmak için savaşır, haklı olduğu için değil.

.
.
.