22 Ağustos 2010

Arthur C. Danto - Sanatın Sonundan Sonra

.
.
.


Sanatın Sonundan Sonra
Arthur C. Danto



Çağdaş Sanat ve Tarihin Sınır Çizgisi
Çev. Zeynep Demirsu
Ayrıntı Yay. Mayıs 2010 İstanbul





19
(David Reed’n sunak panosu) Ressamların tablolarını heykel, video, film enstalasyonu ve benzerleri gibi tümüyle farklı tekniklere ait donanımlar aracılığıla konumlamaktan artık çekinmediği bir pratik bu. Reed gibi ressamların bunu yapmaya ne derece hevesli olduğu, çağdaş ressamların, tanımlayıcı gündem olarak tekniğin saflığı üzerinde ısrar eden modernizmin estetik Ortodoksluğundan ne kadar uzaklaştığının kanıtıdır. Reed’in modernist zorunluluklara aldırmayışı, ileriki bölümlerden birinde “saf olanın sona erişi” biçiminde sözünü ettiğim durumun altını çiziyor.

20
… önce geleneksel sanatı, ardından da modernist sanatı tanımlayan görkemli büyük anlatıların sona ermesiyle kalınmayıp çağdaş sanatın da artık büyük anlatılarla temsil edilmeye hiçbir şekilde izin vermediğini duyurmanın…

... derin bir çoğulculuk ve topyekûn bir hoşgörü anı.

21
Geleceğin sanatını tasavvur etmenin olanaksızlığı, bizi kendi dönemlerimize hapseden sınırlardan biridir. … Yazdığım bu metin, bir yandan da modernizmin sonunu ele alıyor; modernizmin, sanata dair geleneksel estetik duruşlara gösterdiği hürmetsizliğe nihayet alışmış duyarlılıkları yatıştırmayı ve tarih sonrası gerçeklikten zevk almanın ne anlama geldiğine dair bir şeyler göstermeyi amaçlıyor. Olayların tarihsel açıdan hangi istikamette ilerlediğini bilmekte belirli bir rahatlık vardır. Önceki dönemlerin sanatını yüceltmek, o sanat hakikaten ne kadar yüce olursa olsun, sanatın felsefi doğasına dair bir yanılsamaya niyet etmektir. Çağdaş sanatın dünyası, felsefi aydınlanma için ödediğimiz bedeldir ama bu da hiç kuşkusuz, felsefeye yapılan pek çok katkıdan biridir. Felsefe, bu katkıdan ötürü sanata borçludur. (Önsöz, 1996)

24
… görsel sanatların üretim koşullarında son derece önemli bir tarihsel kayma yaşanmış olduğu yolunda güçlü bir duygu…

[Roma İmparatorluğu
MÖ 1. yy. - 1453
Batı Roma İmparatorluğu 476 da yıkılıyor…
Doğu Roma İmparatorluğu  395 - 1453]

Belting; Roma İmparatorluğu’nun geç dönemleri ile M.S. yaklaşık 1400 arasındaki zaman dilimini ele alıp Hıristiyan Batı’daki dinsel imgelerin tarihsel kökeninin araştırdığı kitabı… “Sanat Çağından Önce İmge”. Belting’e göre mesele, söz konusu imgelerin genel anlamda sanat olmaması değildi; ama sanat oluşları da üretim süreçlerine yansımıyordu. Zira, genel bilinçte henüz sanat diye bir kavram tam anlamıyla oluşmamıştı ve bu tür imgelerin, aslında ikonaların, insan hayatındaki rolü, sanat kavramının nihayet ortaya çıkıp da estetik kaygılar gibi bir şeyin sanat eserleriyle kurduğumuz ilişkiye hükmetmeye başlamasının ardından sanat yapıtlarının üstlendiği rolden oldukça farklıydı. Bir sanatçı, yani yüzeylere işaretler koyan biri tarafından üretilmiş olmak gibi temel bir anlamda bile, bu imgelerin sanat eseri olduğu düşünülmüyor, tıpkı Veronica’nın peçesindeki İsa imgesi gibi mucizevi bir kaynaktan gelmiş oldukları varsayılıyordu. (Dipnot 2. İsa imgeleri ve Aziz Stephen imgesi… “resmedilmemiş”, “elle yapılmamış” (non manufactum olan a cheiropoieton), … bu imgeler tıpkı parmak izleri gibi fiziksel birer izdi ve bundan ötürü kutsal emanet statüsündeydi.)

[sanatın ölümü - metafiziğin ölümü (teknolojik açıdan gelişkin toplumlar)
bir anlatının sonu…

1400 - sanat çağı - 1980

modern sanat - 1970 - çağdaş sanat
artık büyük bir anlatıya ait olmama duygusu
geçmişin sanatına karşı bir dava gütmüyor
geçmişi kendisinden kopularak özgürleşilmesi gereken bir şey olarak görmüyor.]

40
Sanat, her ne olursa olsun öncelikle bakılmayı gerektiren bir şey değil artık. Dik dik bakılmayı belki ama öncelikle bakılmayı değil.

... feragat etmek zorundadır.

103
Yine televizyon örneğinde olduğu gibi, buradaki arzu, giderek daha yüksek çözünürlüğe erişmek olacak ve artık estetik geleneğin konusu olmaktansa optik mekaniğin konusu olarak algılanan ızgara da görsel bilinçten tam anlamıyla silinecektir.

115
Estetik, 1960'lardan sonraki sanatı, başka bir yerde "sanatın sonundan sonraki sanat" tabir ettiğim durumu ele almakta gitgide daha yetersiz görünüyordu...

142-143
[Estetik ve beğeni]

144
Modern sanat, beğeni ile tanımlanır ve esasen zevk sahibi kişiler, özellikle de eleştirmenler için yaratılır. Oysa Afrika sanatı tehditkâr dünyanın karanlık güçleri üzerindeki kuvveti için yaratılıyordu. … Modernizmin sonu, beğeni zorbalığının sonu anlamına geliyordu ve tam da Greenberg’ün sürrealizmde bunca kabul edilemez bulduğu unsura, onun biçim karşıtı, estetik karşıtı yanına yer açtı. Duchamp söz konusu olduğunda estetik sizi çok uzaklara taşımayacaktır; ne de Duchamp’ın gerektirdiği eleştiri türü Hume’un bir tablet dolusu emrine itaat edilmesini gerektirecektir.

Greenberg, bunu bir noktaya dek mükemmelen kavrıyordu. 1969’da avangard üzerine bir makalesinde şöyle yazmıştı: “Sanat olmaya yeltenen şeyler beğeni üzerinden deneyleninceye dek sanat olarak bir işlev gerçekleştirmez, varolmaz.” Fakat çok sayıda sanatçının da “Marcel Duchamp’ın elli küsur yıl önce hareket ederken beslediği ve o zamandan bu yana düzenli aralıklarla yenilenen umutla; beğeninin görüş sahasının dışına çıkmak ama bu sırada sanat bağlamının da içinde kalmayı sürdürmek suretiyle çıkmak birtakım numaraların özgün bir varoluş ve  değere ereceği yönünde bir umutla” iş ürettiklerini hissediyor, “Şu ana dek, bunun boş bir umut olduğu ortaya çıkmıştır” diyordu (Greenberg, “Avantgarde Attitudes: New Art in Sixties”). Çıkmıştır elbette; Greenberg beğeni üzerinden deneylenmediği sürece hiçbir şeyin sanat olarak varolmayacağı konusunda haklıysa tabii. Bu durumda proje tutarsızlaşırdı, tıpkı sanatın görüş sahasından çıkmak suretiyle sanat yapmaya soyunmak gibi. Oysa Duchamp’ın işlerinin, beğeni kaygısının yokluğunda ya da askıya alınması durumunda başarıya ulaşan bir sanatı içeren ontolojik başarısı, estetiğin aslında sanatın özsel ya da tanımlayıcı niteliklerinden biri olmadığını göstermektedir. … (Platon’a göre sanat bir iktidar aracıydı). Duchamp sanat ve gerçeklik sorusunu sorarak sanatı felsefi anlamda ayrıcalıklarından mahrum bırakan başlangıcıyla yeniden buluşturdu.

145
Oysa Duchamp'ın işlerinin, beğeni kaygısının yokluğunda ya da askıya alınması durumunda başarıya ulaşan bir sanatı içeren ontolojik başarısı, estetiğin aslında sanatın özsel ya da tanımlayıcı niteliklerinden biri olmadığını göstermektedir.

161
Sanatın sonundan sonraki sanatçıların bir özelliği, bana kalırsa, asla yaratıcılığın tek bir kulvarına bağlı kalmayışlarıdır...

165
... sanatçıların sanatın sonundan sonra ne yapması gerekiyordu, bunu da söylemek güçtür ama sanatın da insanlığın doğrudan hizmetine yazılacağı, en azından bir olasılıktı.

Analitik felsefe, kendisini Platon'dan Heidegger'e felsefenin bütününe karşı konumlandırmıştı. Pop da kendisini yaşamın yanında ve sanatın bütününe karşı konumlandırdı.

İnsanlar, ertelemek ya da feda etmek istemiyorlardı; Amerika'daki siyah hareketinin ve kadın hareketinin bunca aciliyet taşımasının ve Sovyetler Birliği'nde insanın uzak bir ütopyanın kahramanlarını kutlamayı bırakmak zorunda olmasının nedeni buydu. Hiç kimse ödül için Cennet'e gitmeyi beklemek ya da gelecekteki bir sosyalist ütopyanın sınıfsız toplumunun üyelerini düşünerek keyiflenmek istemiyordu. :(

170
Tarih sonrası evrede, sanat üretiminin seçebileceği sayısız istikamet vardır; hiçbiri, en azından tarihsel anlamda, diğerlerinden daha ayrıcalıklı değildir. Bu kısmen şu anlama geliyordu: Resim, artık tarihsel gelişimin başlıca vasıtası olmadığı için, enstalasyon, performans, video, bilgisayar ve çeşitli karışık teknik biçimlerinin yanı sıra, toprak çalışmaları, beden sanatı, benim tabirimle "nesne sanatı" ve önceden haksız yere zanaat damgası yemiş birçok sanat türünün açık ayrıklığındaki araçlardan yalnızca bir tanesiydi.

190
Buradan şu iddiayı çıkarıyorum: Resim sanatı salt kendi iyiliği için geliştirilmiş ama artık durum değişmiştir. Dahası, "pecuniae" (para, zenginlik) peşinden koşmak tekniğin gelişimini boğmuş, sanatçılar da herhangi bir değer içeren resimlerin "nasıl yapılacağını unutmuştu" ...

209
Bu sanatçıların yapıtlarının heykel ile tek ortak noktası gerçek bir üçüncü boyuttu; bu, konuyla pek az alaka içeriyor görünebilir, tıpkı dansın üç boyutlu oluşunun inkâr edilemez ama bir yandan da konuyla ilgisiz olması gibi.

210
Resimde geçerli olan iyilik ölçütü otomatik olarak iyi sanat ölçütü değildi artık.

224
Artık, çağdaş sanatı belki de 1400'den bu yana üretilen sanattan ayıran bir özellik var: Çağdaş sanatın birincil hırsları estetik değildir. Öncelikli ilişkilenme biçimi izleyici olarak izleyicilere doğru değil, sanatın seslendiği kişilerin diğer yönlerine doğrudur. Dolayısıyla, bu türden tüm sanatların öncelikli alanı ne müzenin kendisi ne öncelikle estetik bir nesne olup izleyicilere de öncelikle izleyici olarak seslenen sanat yapıtlarınca işgal edilmek üzere müze biçiminde kurulmuş kamusal alanlardır elbette.

226
Bu sanata serbesti tanıyan kuramlar, en radikal ifadesini salt herşeyin sanat yapıtı olabileceğine inanmakla kalmayıp, daha da radikal bir biçimde, herkesin sanatçı olduğuna da inanan (Bu herhangi birinin sanatçı olabileceği düşüncesinden farklıdır elbette) Joseph Beuys'da bulacaktır. Bu iki tez birbiriyle bağlantılıdır. Sanat, dar bir şekilde, sözgelimi resim ya da heykel çerçevesinde anlaşılırsa, ikinci tez herkesin ressam ya da heykeltıraş olduğudur ki bu da görünürde herkesin müzisyen ya da matematikçi olduğu tezi kadar yanlıştır. Hiç kuşkusuz herkes bir noktaya dek çizim ya da modelleme öğrenebilir ama genellikle resim ve heykelin sanat olarak başladığı noktanın epey gerisinde kalacaktır. Gördüğüm kadarıyla, Beuys'un serbestisinde bu tür haksız derecelendirmeler yok. Bir yapıt sanatsa sanattır, değilse değil.

235
"Marcel Duchamp hakkında korkunç sayıda kitap var ki ben okumuyorum: tabii bir de bir sergiye bir pisuar gönderişi ve herkesin de 'sanatı yeniden tanımladı' deyişi hakkında... ne önemsiz bir bilgi!" E.H.Gombrich

241
Kısaca, belirli bir dönemde ulusal ve dinsel sınırların ötesine geçen ortak bir görsel dil vardır ve sanatçı olmak da bu vizyona katılım göstermektir.

257
Yüzde 44 mavi renk ile su ve ağaçlardan müteşekkil manzara, sanki modernizm asla yaşanmamış gibi, sanatı düşünen herkesin ilk aklına gelen, a priori evrensel estetik olgu besbelli.

261

Rembrandt gibi resim yapmayı öğrenen ressam, tümüyle farklı bir döneme ait olan yetilerine dünyada yer olmadığını keşfetmiştir.



.
.
.
.

12 Ağustos 2010

İonna Kuçuradi - İnsan Felsefesi

.
.
.




.
.
Yüzyılımızda İnsan Felsefesi
{Takiyettin Mengüşoğlu’nun Anısına 1908-1984}
Hazırlayan: İoanna Kuçuradi
Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 1997

Ontolojik Esaslara Dayanan Felsefî Antropoloji Hakkında Düşünceler (1958)
Takiyettin Mengüşoğlu

2.
(insanın varlık yapısı ve varlık bütünündeki yeri) 1. Gelişme psikolojisine dayanan teori: Darwinism’e dayanan bu teori, insanla hayvan arasında sadece bir derece farkı görür… 2. Metafizik Teori: Darwinist teorinin baskısı karşısında, bu teorinin ilmi oldukları ve artık kesinleştiklerine inandığı neticelere uymayarak, insanla hayvan arasında bir mahiyet farkı olduğunun tespit edilmesi için, yeni bir yolda yürümek denendi. Fakat bu yol, ne ruhî saha içinden, ne de bedenî sahadan geçebilirdi. 3. A. Gehlen, insana has olan şeylerin temelini, bioloji sahasında aradı. … Gehlen (insan ve hayvan embriyolarını inceleyerek) insanda bir organ primitivliği ve onun inkişafında bir gecikmişlik olduğunu gösterdi. … bütün bunlardan, insanın vaktinden evvel doğduğu neticesini çıkardı. … O halde insan, bir “eksiklikler varlığı”dır. Buna karşılık insan, bütün eksikliklerini etikleştirmek ve rasyonalize etmek suretiyle tamamlamak kabiliyetine sahiptir. 4. (ontolojik temellere dayanan bir antropoloji) hiçbir peşin hükme veya analojiye dayanmaz; hiçbir spekülasyona başvurmaz. .. o, ne harhangi bir psişik bir kabiliyetten, ne de bir organ eksikliğinden hareket eder. (O), basit insan fenomenlerinden ve insan başarılarından hareket eder. (Bu fenomenler ve başarılar, temellerini ne sadece psişik, ne de biyolojik olan, insanın konkret (bio-psişik varlığında) bütünlüğünde bulurlar.

4.
Ontolojik temellere dayanan felsefî antropolojinin tahlil ve tasvir ettiği insan fenomenleri şunlardır: 1. Bilen bir varlık olarak insan. 2. Aktiv (yapıp-eden) bir varlık… 3. Kıymetleri (değerleri) duyan ve 4. tavır takınan bir varlık… 5. Önceden gören, önceden tayin eden, belirleyen bir varlık… 6. İsteyen ve 7. hür olan bir varlık… 8. Kendisini bir şeye hasreden, seven bir varlık… 9. Eğiten ve eğitilen… 10. İdeleştiren… 11.Tarihi bir varlık… 12. Sanat ve tekniğin yaratıcısı… 13. Sosyal bir varlık… 14. Disharmonik bir varlık… 15. Çalışan bir varlık… 16. Bio-psişik bir varlık… 17. Devlet kuran bir varlık 18. İnanan bir varlık…

5.
(Ontolojik temellere dayanan hayvan biyolojisine göre de hayvan ne psişik, ne de organik bir varlıktır. Bu bakış açısı hayvanın knkret varlık bütününde davranışlarından ve başarılarından hareket eder.) Fakat mukayeseli bir psikoloji olan hayvan psikolojisi, hâlâ eski tarzda antropomorf olarak hareket etmektedir. (Antropomorfizmin nasıl çürük bir temele dayandığını Konrad Lorenz yaptığı araştırmalarla açık bir şekilde göstermiştir.

6.
Bugün artık antropolojinin hayvanla insan arasındaki mahiyet farkını göstermek için, hiçbir endişeye kapılmasına lüzum yoktur. Çünkü antropomorf bir peşin hükümden hareket etmedikçe, hayvana ne bilgi, ne dil, ne inanma, ne bir ethos, aktivlik, hür hareket etme, önceden tayin etme, sanat ve sanatkârca faaliyetler, ne de bir teknik, mevcut başarılar yahut yapılmış ve edinilmiş tecrübelerin nesilden nesile devredilmesi atfedilebilir. Bütün bunlar, tarihiliği ve dili şart koşarlar. Hayvanda  tarihilik ve dil olmayınca bütün bunların bulunmasına da imkân yoktur. (Bu antropoloji ne hayvanda insanî şeyler görür ne de insanı hayvanlaştırır.)


Takiyettin Mengüşoğlu’da İnsan Kavramı
Doğan Özlem

17.
Hayvan, içgüdüleri ve işlevsel yasalar tarafından yönetilmesi ve çevresine bunlarla uyum sağlaması bakımından harmoniktir. Oysa insan bir doğa varlığı olduğu kadar bir akıl varlığıdır da. Ve bu iki yön ondaki disharmoninin kaynağıdır. İnsan, aklı ve değer duygusu kadar, doğal yönünden kaynaklanan içgüdülerinin, tutkularının, bencilliklerinin, çıkar dürtülerinin, başkaları üzerinde egemenlik kurma hırslarının, vd. de motivasyonu altındadır. Bu iki yönden birinin diğeri üzerinde tam ve mutlak bir egemenlik kurması söz konusu olamaz.

20.
İster Aristoteles’in “eski ontoloji”si, ister Hartmann’ın “yeni ontoloji”si olsun, ontolojiler daima “kalıcı” nitelikler peşindedirler. Oysa … ontolojilerin kendileri de, belli çağların görüş açıları, görüş olanakları içerisinde ortaya konulabilmeleri bakımından tarihsellikten yakalarını kurtaramazlar.

21.
Türkiye gibi felsefenin kültürün bir parçası haline gelemediği, henüz kurumsallaşamadığı bir ülkede…


Yaşamaya Açılan Felsefe Penceresi
Ahmet İnam

31.
“Var olan”ı anlamaya yönelik, felsefi ve bilimsel araştırma çabalarında genellikle iki tutum, birbirine taban tabana zıt iki anlayış, yöntem görülür. İlki Mengüşoğlu tarafından sürekli yerilen, kuramsal, kurgusal (konstrüktiv, reflexion’lu) tavırdır. “Kavramlardan kalkılamaz, bu kavram neyin kavramı olursa olsun” der (FA, 46). İkinci tutum, “ontologik” tutumdur.

34.
… bilgi, içine kök saldığı insan fenomenlerinden, “varlık koşullarından” koparılmamalıdır. Bilgiyi yalnızca bilgi olarak ele alırsak “gnoseologik” bir tutum içine girmiş oluruz ki, burada tehlike “izm”lerdir. Bilgi hayatla, kıymetlerle içten bağ taşır.

36.
“Var olan”a uzak düşmüş, “boş” kavramlarla, yalnızca kavram içinde kalarak araştırma yapılamaz. Ama, yazık ki, kavramsız da, çerçevesiz de bir yere gidilemez.


Felsefede Antropoloji Geleneği ve Takiyettin Mengüşoğlu
Yusuf Örnek

69.
Hayvan, çevresindeki, daha doğrusu sadece kendi yaşamını sürdürmesiyle doğrudan ilgili nesnelerle ilişki kurar. Yani hayvanın kendisi merkezdedir. Onun kendi çevresine ilişkisi vardır, fakat bu ilişkisine ilişkisi yoktur.


20. yy Felsefi Antropolojisinde Takiyettin Mengüşoğlu’nun Yeri
İoanna Kuçuradi

77.
Scheler’e göre özgür olmak dünyaya “açık” olmak, nesne tarafından belirlenebilmek ve kendi kendisinin bilgisine sahip olmak (reflexion) demektir. J. von Üxküll’ün gösterdiği gibi çevresine kapanık olan hayvana karşılık, insanın dünyaya açık olması şu anlama gelir: hayvan ancak “çevresine” giren, “çevresini” oluşturan şeyleri algılar ve uyarılara cevap verir; oysa insan, algılamanın veri seli içinde “nesne haline getirilen algı örgülemelerinin nasıllığını sorar”, buna göre de biopsişik tepkilerini dizginler ya da serbest bırakır.

80.
Üxküll’ün çevre görüşünden hareket eden Ernst Cassirer (1874-1945), insan dünyasının özelliğini, ondaki “alıcı” ve “etkileyici” sistemlerin yanında, “simbolik sistem” dediği üçüncü bir sistemin bulunmasında görür.

İnsan, kendi yarattığı simbolik bir dünyada yaşar: dil, mitos, sanat, din, bilim… bu dünyanın öğeleridir. İnsan doğrudan doğruya gerçeklikle yüzyüze gelemez; dilin, mitosların, sanat formlarının, dinlerin ördüğü ağın -yarattığı kültürün- aracılığıyla bakar dünyaya.


Ernst Mach’ta Bilginin Biolojik-Antropolojik Temeli
Ömer Naci Soykan

(Felsefe Ekibi: Hume ve Fransız olgucuların görüngübilimi temeli üzerinde bulunan bir bilgi kuramı önermektedir: dünya yalnızca duyumlarımızı içermektedir, ve kendinde-şey bir yanılsamadır. “Arı deneyim” onun bilgi kuramının temelini oluşturur. … Tüm bilimler, düşünce içindeki olguların şematik bir yeniden üretiminde bulunurlar. … kavramlarımız ve yargılarımız, duyum grupları için düşünce-simgeleri ile kısaltılmışlardır. Bunlar olguların ifadesinin bir tür daha kısa yöntemidir. Bu bir düşünce tasarrufu ilkesidir. Bir kanun, kavrayıcı ve yoğunlaştırılmış bir olgular ifadesinden başka bir şey değildir. … Bilgi, istencin bir aracı, pratik yaşamın gereklerinin sonucudur. Mach’ın felsefesinin bu iradeci evresi, daha sonraki pragmatizmin bir sezinlemesidir.)

(Ekşi: uyumculuğu temel almak beraberinde bir materyalizm eleştirisini de getirmektedir. çünkü evrendeki hareketi duyumlara indirgemek (dolayısıyla atomlar arası ilişkiden muaf tutmak) ne tür bir yargıdır?)

103.
Bilgiyi ve bilimi olaylararası bağıntıların araştırılması tanımıyla sınırlamakla pozitivist bir filozof olan Ernst Mach (1838-1916), bilginin kazanılmasında yaşamsal gereksinimleri temel alarak, bu felsefe çevresi içinde özel bir yer edinir.

Mach için “fizik ve psişik olan özce aynıdır, doğrudan doğruya bilinir ve verilir; yalnızca araştırma-inceleme bakımından ayrılırlar”. … “Her şey ve her psişik olan fiziksel olarak temellenir.” … Dünya, artık çözümlenemeyecek olan bu en basit yapı taşları (element) üzerine temellenir.

104.
… doğadaki tüm organizmalar aynı gelişmişlik düzeyinde değildirler. .. bazı organizmalar uyum sağlamada daha ekonomik, daha başarılı olmuşlardır.

105.
Hayvan ve insan çevresini gözler, gözlemler yapar, deneyimlerde bulunur. (Hayvan ve insan çevresindeki değişimlerden kendisi için en ilginç olanı, onun biyolojik gereksinimine en uygun olanını görür, seçer.) “Görü, tüm bilginin temelidir”. … “isteme kendi erekleri için zihni yaratmıştır.”

106.
Mach için ne hayvan ile insan arasında, ne de canlı ile cansız arasında özce bir ayrım vardır. (sonunda hepsinde element’e varılır).

İnsan ile hayvan arasında, onların yaşam koşullarından kaynaklanan başlıca ayrımları Mach, beş başlık altında şöyle dile getirir: “Hayvanlara karşı, psişik bakımdan insanda ortaya çıkan ayrımlar niteliksel değil, tersine yalnızca niceliksel tarzdadır. İnsanın karmaşık yaşam koşullarından ötürü, 1. onun psişik yaşamı daha yoğun ve daha zengin oluşmuştur; 2. onun ilgi çevresi daha büyük ve daha geniştir; 3. o, biyolojik ereklerine erişmek için daha uzun bir dolambacı aşmada yetilidir; 4. sözlü ve yazılı daha yetkin bildirim sayesinde çağdaşlarının ve seleflerinin yaşamını birey üzerine daha güçlü ve doğrudan bir etkimede kullanır; 5. bireyin yaşam süresi içinde psişik yaşamın daha hızlı bir değişimi olur”.

Mach’ın yukarıda madde madde sıralanan düşüncelerine ilişkin bir iki eleştirici saptamayı yapmadan geçemiyoruz: … En ilkselinden en gelişmişine tüm hayvan türlerinin salt biolojik gereksinimleriyle sınırlı olarak yaşadığı çevresi karşısında, insanın içinde yaşadığı maddî-manevî dünyasına “niteliksel ayrım” demeyi çok görmemiz hangi nesnel ölçüte dayanacaktır? İnsan duygu ve düşüncelerini dille ifade eder veya gizler ve yine dille yalan söyleyebilir. Böyle bir dili, hayvansal bildirişimin yalnızca niceliksel bir yetkinleşmesi olarak görürsek, hangi ayrıma “niteliksel” nitemini vereceğiz?

107.
İnsan, cisimlerin cisimlere karşı durumunu gözlemlemek için boş zaman bulmuştur, hem de bu, onu doğrudan doğruya az ilgilendirmiş olmasına karşın. … insan daha çok ekonomik yetilidir.

108.
“Sayılar, sık sık “insan tininin özgür yaratmaları” olarak gösterilir. Burada ifade edilen insan tinine olan hayranlık, aritmetiğin yetkin, görkemli yapısı karşısında çok doğaldır. Ama bu yaratmaların anlaşılması, eğer onların içgüdüsel başlangıçların geri gidilir ve bu yaratmalar için olan gereksinimin doğurduğu durumlar incelenirse, bu çok daha yararlı olmuş olur.”

109.
Kavram ile kavranılan şey arasında, bir başka deyişle, düşünme ile olay arasında uygunluk, olayların düşünmede tasviri yoluyla elde edilir. Bu tasvir bir soyutlamadır, düşünmede yapılan bir deneydir. Ancak düşünce deneyinden önce, fizik deneyin yapılmış olması gerekir. “Düşünce deneyi, fizik deneyin daima yalnızca bir kopyasıdır”.

110.
“Gerçekte bir insanın kısacık yaşamında ve sınırlı belleğinde değerli olarak adlandırılacak bir bilgiye ancak düşünmenin büyük ekonomisi yoluyla erişilebilir”. … “Düşüncelerin olaylara uyumuna gözlem, düşüncelerin birbirine uyumuna ise teori diyoruz. Gözlemle teori de birbirinden kesin olarak ayrılmazlar. Çünkü hemen her gözlem, önceden teorinin etkisindedir ve diğer yandan gözlemin teoriye geri-etkisi yeterince önemde ortaya çıkar”. … Demek ki bilginin doğruluğunun ölçütü de bu biolojik temelli uyumdadır. … Bu iki yönlü uyum ya da doğruluk birlikte gerçekleşmezse, ortaya yanılma çıkar. … Yanılma, ekonomik değildir, uyumlu değildir, elverişli, yararlı vb. değildir. Yanılma yaşama hizmet etmez.

… bu fizyolojik-*biyolojik zemin üzerinde yükselen insan dünyası, bu “yükselme”yle o zeminden, en azından nitelikçe bir ayrılığa sahip olmaz mı? Mach, bu soruyu “hayır” diye yanıtlar. Oysa, insanın yalnızca kendi başarısı olan kültür dünyası içinde yaşamasıyla kazandığı ayrılıklar ve ayrıcalıklar, onlara “niteliksel” niteminin verilmesini fazlasıyla hak eder. (Olum işte hayır diyor adam, bu kazanımların 'koşullardan' kaynaklandığını, bunun için de vaktinin bol olduğunu belirtmiş, ne uzatıyosun?)
.
.
.