22 Eylül 2010

Allan Megill - Aşırılığın Peygamberleri

.
.
.
.


Aşırılığın Peygamberleri (1985)
Allan Megill
(Çev. Tuncat Birkan), Bilim ve Sanat Yay. 1998, Ankara


11
[Nietzsche, Heidegger, Foucault ve Derrida] Bu yazarların yapıtlarında kriz öylesine bariz bir unsurdur ki bunun önemine karşı çıkmak bile mümkün değildir.

Ben krizi, özel olarak, 1880-1920 civarlarında tarihselciliğin ve tarihselciliğin yaygın, düzeyi düşürülmüş biçimi olan ilerleme inancının çöküşüyle bağlantılı görüyorum.

26-27
Aydınlanmanın başarısızlığı

"Genellikle kullanıldığı biçimiyle estetizm sözcüğü, estetik nesne ve duyumlardan oluşan kendine yeterli bir alan içinde kapanma ve aynı zamanda estetik olmayan nesnelerin oluşturduğu "gerçek dünyadan" bir şekilde ayrılma anlamına gelir. Ama ben burada sözcüğü bu bildik anlamına neredeyse taban tabana zıt bir anlamda kullanıyorum. Ben bu terimi estetik olanın sınırlı alanı içinde kapanma durumuna değil, estetik olanı gerçekliğin tamamını kapsayacak şekilde genişletme çabasına göndermede bulunmak için kullanıyorum. Başka bir şekilde ifade edersek, ben bu sözcükle "sanat" ya da "dil" ya da "söylem" ya da "metin"i birincil insan deneyimi alanını oluşturan şey olarak görme eğilimini kastediyorum. Bu eğilim son dönemdeki avant-garde düşüncenin büyük kısmında yaygınlaşmıştır."

Heidegger’in son dönemlerinde … “sanat”ın ontolojik olarak yaratıcı bir potansiyeli olduğu anlayışı mutlak anlamda tayin edici bir hal alır. “Sanat Yapıtının Kökeni”… Burada sanatın dünyalar yarattığı ileri sürülür. Heidegger’in deyişiyle, “kendi içinden yükselen yapıt bir dünya açar ve onu tedavülde tutar.”

28
Foucault’nun konumunun estetik temelleri en net olarak ilk önemli kitabı olan Deliliğin Tarihi’nde (1961) görülür. … [Bundan böyle] “dünya (Batı dünyasında ilk kez olarak) yapıtla ilişkili olarak kusurlu hale gelir; artık yapıt tarafından itham edilmekte, yapıtın dili tarafından kendi kendine çeki düzen vermeye zorlanmakta, yapıt ona bir tanıma, onarma görevi vermektedir.” Foucault’nun kariyerine aşina olanların bildiği gibi, başlangıçta ‘sanat yapıtı’na duyulan bu ilgi yerini kısa zaman sonra bir ‘söylem’ kaygısına bırakmıştır. … Sanat, dil, söylem ve yoruma son kertede aynı şeyler olarak bakılabilir. Her biri, görünüşte sadece kendisinin temsil ettiği dünyayı yaratır.

38
Dünyaya özne/nesne ayrımı açısından bakma üzerindeki Kartezyen ve Kantçı ısrara karşı, Heidegger “Dünyada-olma” kavramını önerir.

41
Schiller … “estetik birlik’in sadece sanatta değil aynı zamanda düşüncenin kendisinde de aktif olduğunu gösterdiğini” gören ilk kişidir.

43
(Schiller, 26. mektupta) Estetik benzeti oyundur, mantıksal benzeti ise salt aldatmaca. Estetik benzeti hakikate asla zarar vermez, çünkü “hiçbir zaman onu hakikatin yerine ikame etme gibi bir tehlike söz konusu değildir; ki zaten hakikati zedelemenin de başka yolu yoktur.

45
… estetiğin birincilliği Kant’ta sadece biçimsel ya da düzenleyici nitelikteyken, Schelling’de tözsel niteliktedir. Schelling bir yanda doğanın ve öte yanda sanat yapıtının bir ve aynı faaliyetin, özü itibariyle estetik olan bir faaliyetin ürünü olduklarını ileri sürer. Dünya ile sanat yapıtı arasındaki tek fark, ilkinde yaratıcı faaliyet bilinçsizken ikincisinde bilinçli olmasıdır. … Nietzsche’nin en yakın öncüsü, Schopenhauer dünyayı ‘fikir’ ya da ‘tasarım’ olarak görürken, Nietzsche, tıpkı Schelling gibi, bir sanat yapıtı olarak görür.

46
(Schelling) Felsefenin düşüncede temsil ettiği şeyi yalnızca sanat nesneleştirebilir. … Bilimler şiirle başlamıştır; şiirle bitecektir.

47
(Edebiyat ve felsefe arasındaki engelleri yıkma) … Foucault’da da yapıtlarının çoğunun görünüşteki bilimciliği (ki aslında bir bilim parodisidir bu) yüzünden üstü kapalı kalmıştır.


Nietzsche ve Estetik

65
… Nietzsche ‘doğa’yı ve ‘doğal olan’ı insanın yaratımları olarak görmektedir. Ona göre, içinde yaşadığımız dünya sürekli olarak yaratılan ve yeniden yaratılan bir sanat yapıtıdır; dahası, bu yanılsama ağının ne ‘ardında’ ne de ‘ötesinde’ hiçbir şey yoktur. … “Varoluş ve dünya ancak estetik olgular olarak ebedi gerekçelerini bulurlar” (Tragedyanın Doğuşu).

67
[Tanrı’nın ölümü… iki tür nihilizm vardır. Bir yanda, Nietzsche’nin dünyanın hükümsüzlüğünün sunduğu fırsat olarak gördüğü şeye cevap vermeyi başaramayan bir nihilizm vardır. … Öte yanda ise, aktif, estetik bir nihilizm vardır. … sızlanacağımız yerde bir dünya icat ederiz. Doğal sınırlar tarafından engellenmeksizin kendi varoluşumuzun sanatçıları oluruz. Nietzsche Nachlass’da şunları söylerken aklında bu vardır: “Nihilizmin en aşırı biçimi”, “gerçek bir dünya” olmadığı ve bu yüzden de her şeyin “kökeni bizde olan perspektifsel bir görünüş” olduğu görüşüdür. Bu görüşü kabul ederek, yalanların zorunlu olduğunu görürüz; yalanların zorunlu olduğunu kabul ederek kutsal -yani, yaratıcı- bir düşünce yoluna gireriz.

77
Nietzsche’ye göre, Apolloncu maya tülü bizi varoluşun acımasız gerçekliklerine karşı korumaya çalışır. Bizi “şenlikli yanılsamanın sağaltıcı merhemiyle” iyileştirir. Bize “güzellik tülüyle uyumsuzluğun üzerini örtecek harika bir yanılsama [Illusion] verir. Ama Donysos da aynı şevkle, Apolloncu tülü yırtıp atar, “Varlığın Anaları”na, “gizemli asli birliğe” giden yolu açar.

79
"... Foucault, yaptığı tarihsel çalışmaların günümüzde belli siyasi sonuçlar yaratma amacıyla yazılmış kurmaca yapıtlar olduğunu söylediğinde, kendini Nietzshe'yle aynı konumda bulur. Eğer Foucault'nun okurları onun tarihle ilgili oldukları iddia edilen yazılarının kurmaca olduğunu bilirlerse, o zaman bu yazıların herhangi bir rasyonel standarda göre siyaset üzerinde istenen sonucu yaratması mümkün değildir. Öte yandan, okurları onun yazılarının kurmaca olduğunu bilmezlerse de, bu yazılar okurların uzlaşmayan bir gerçeklikle (bu gerçekliğe de bir kurmaca desek bile) kurdukları ilk temasta yetersiz kalacaklardır.

Ancak Nietzsche ile Foucault'nun benimsedikleri konumun anlamlı olabileceği bir bağlam vardır: Estetik bağlam. Estetik alanında, kuşkularımızı kendi irademizle askıya alırız. Seyrettiğimiz oyuna ya da okuduğumuz romana, betimlenen olaylar gerçek olaylarmış gibi yaklaşırız. Yanılsamanın yanılsama olduğunu hem biliriz hem bilmeyiz. Sanat yapıtının dünyasına gireriz ve bir süreliğine estetik-olmayan dünya önemsizleşir ya da en azından bilincimizde bir kenara çekilir."

"heidegger, foucault ve derrida da öznelcilik-karşıtı bir sanat görüşü ile bağlanıyorlar... sanat doğrudan doğruya onu yaptığı varsayılan bir kişiye teşmil (yaymak, yayılmak) edilemez..." 249

86
Nietzsche’nin Apolloncu yanılsamacılıktan Dionysoscu gerçekçiliğe geçmesi…

89
Örneğin bir yaprağı ele alalım. Her yaprak, ne kadar az olursa olsun, diğerlerinden farklıdır. Bundan çıkan sonuç şudur ki yaprak kavramı ancak bu farklılıkların göz ardı edilmesi yoluyla oluşabilir - Nietzsche bu görmezden gelmenin tamamiyle keyfi olduğunu düşünür. Yani, yaprak kavramı yaprakların gerçekliğinin yanlışlanmasıdır. Ona göre, kavram ilk olarak, gerçekliğe onun hiç bilmediği bir varlık atfeder -bu örnekte, yaprak kavramı ve formunu, genelde yaprağı.

… kavramlar gerçekliği çoğulluğundan, insan deneyimini de özgün zenginliğinden ve canlılığından yoksun bırakan çıplak şemalardır.

90
Ama tek tek kavramlarda durmamak gerekir… [büyük yapı, kast, tabaka, piramit,  katı düzenlilik, matematik mantık, yasalar…]… tek tek her kavramda bulunan yanlışlamanın daha yüksek ve daha karmaşık bir düzeyde tekrarlanmasıdır.

91
Dil gerçeklikle hiçbir temas kurmaz, yalnızca kendi kendine, kendine-yeterli bir dünya uydurarak böylesi bir temas varmış yanılsamasını iletir.

93
“[Hakikat] eğretilemelerden, düz değişmecelerden, insanbiçimciliklerden oluşan seyyar bir ordudur: Kısacası şiir ve belagat yoluyla yoğunlaştırılmış, aktarılmış, süslenmiş olan ve uzunca bir süre kullanıldıktan sonra herkese fazlasıyla sabit, kural koyucu ve bağlayıcı gelmeye başlayan insan ilişkilerinin bir toplamıdır; hakikatler yanılsama oldukları unutulmuş olan yanılsamalardır; aşınıp duyumsal güçlerini yitirmiş olan metaforlardır; üzerlerindeki resimler silinmiş olan ve artık para olarak değil sadece metal olarak bir işe yarayan paralardır” (OTF - On Truth and Falsity in an Extra-Moral Sense, s. 184).

İnsan … ancak metaforları ‘buharlaştırıp’ şemalar haline getirerek hayvan dünyasının dışına çıkabilmiştir.

104
… “Mantık gerçek dünyayı bizler tarafından koyutlanan bir varlık şeması yoluyla anlama; daha doğrusu, onu kendimiz için formülleştirilebilir ve hesaplanabilir hale getirme çabasıdır.

105
Bir yanda, “soluk, soğuk, gri kavram ağları”, öte yanda ise “duyuların rengarenk girdabı” vardır. … İnsanlık, kavramları dünyanın gerçek hali sanma yanlışına düşmüştür; bizler neden, ardışıklık, görelilik, sayı ve benzerlerinden oluşan ve “sanki ‘kendi başına’ varmış gibi şeylerin arasına katılıp karıştırdığımız” bir “simge dünyası” yaratmışızdır. (BGE, 21).

106
Nietzsche bize gerekçeler değil, imgeler; akıl yürütmeler değil, alegoriler sunar.

110
Nietzsche’nin istediği, sanat ile hayat arasındaki bu tür bütün ayrımların ortadan kaldırılmasıdır.

111
Ama -Nietzsche’ye ‘normal’ bir itiraz yöneltecek olursak- ‘sanat’ gerçekliği yaratamadığı gibi, gerçeklikten kurtulmuş olduğumuzu da ilan edemez. Nihai olarak, “şeylerin üzerinde özgürlük” diye bir şey yoktur, bu sadece estetiğin kendi sınırlı alanı içinde, estetik-ütopik vizyon alanı içinde mümkün olabilir. (Bütün ütopyacıların en gerçekçisi olan Marks bunu gayet iyi anlamıştı).

137
Nietzsche burada (Şen Bilim) başka şeylerin yanı sıra, kendi sözleriyle modern kültürde “bilince gülünç derecede fazla değer verme ve onu yanlış anlama” eğilimine saldırır ve gelecek için en önemli ödevin “bilgiyi bütünleştirmek ve içgüdüselleştirmek” olduğunu ileri sürer. Mit işte burada rol oynayacaktır, çünkü Nietzsche’ye göre mitin değeri, belli bir kültürdeki herkesi birleştiren, kavramsal-olmayan, bilinçdışı bir bilgi sistemi, bir dolayımsız tepki örüntüsü sunmasında yatar.

139
Şüphesiz, Nietzsche’nin bengi dönüşü hem Hıristiyan kurtuluş mitinin hem de on dokuzuncu yüzyıl burjuvazisinin ilerleme mitinin inkârı olarak kurguladığı açıktır.

153
Nietzsche dilin çarpıttığı konusunda ısrarlıdır. Ona göre, böylesi bir çarpıtmanın en meşum örneği, Hint-Avrupa dillerindeki keskin özne-nesne ayrımının Batı felsefesi üzerinde yarattığı etkidir. (cogito ergo sum) “… ortada bir düşünce olduğunda ‘düşünen’ bir şey de olması gerektiği fikri, her fiile bir fail ekleyen dilbilgisi alışkanlığımızın bir ifadesinden ibarettir.”

156
Önemli olan dildir, sadece dil -dilin “yine tek bir uzam içinde kapsanan… uçsuz bucaksız oyunu.” Bu oyunun keşfedilmesi, Foucault’ya göre, “yepyeni bir düşünce biçimine doğru atılan kesin bir adım” anlamına gelir.

157
“Korkarım ki hâlâ dilbilgisine inandığımız için kurtulamıyoruz Tanrı’dan” … Nietzsche özne kavramının dilbilgisindeki özne-nesne ayrımından kaynaklandığına inanır. Ama, ‘Tanrı’ en üst özneden başka bir şey olmadığına göre, Tanrı fikrinin kökeni de dilbilgisindedir.

162
… eskiden sanatın zamini olarak bakılan şeyin artık bizatihi bir sanat biçimi olduğunu görürüz. Her türlü zemin yitirilmiştir ve yüzer-gezer bir estetik evrenle baş başa kalırız. Foucault, Nietzsche’nin insanı ve Tanrı’yı “kendi dilinin iç-uzamında” öldürdüğünü söylediğinde, beklide farkında olmadan bu sorunu ortaya koyar…

163
Ve -birçok kişinin hatırlatacağı gibi- onu biliyor olma olasılığımızı temellendiremesek bile, dünyayı biliyoruz ve onun içinde yaşayabiliyoruz.

315
[Göstergeler tarihi, göstergelerin aşamaları: Megill, Aşırılığı Peygamberleri]

336
jeoloji

347
[Foucault burada hakikat karşısında yaptığı şeylerin niçin kurgusallık taşıdığını belirtiyor]

496
Nietzsche, Heidegger, Foucault ve Derrida "ıslah edici" bir söylemle konuşurlar; Rotry'nin ifadesiyle "garipliğinin gücüyle bizi eski benliklerimizden çıkarmak, yeni varlıklar olmamıza yardımcı olmak" üzere tasarlanmış bir söylemdir onlarınki. Aynı noktayı başka bir biçimde ifade edecek olursak, bu yazarlar ekstasis kapasitemizi -içinde bulunduğumuz durumları aşma, zaman ve mekân içindeki benliklerimizin dışına çıkma şeklindeki yaratıcı yeteneğimizi- teşvik etmeye çalışırlar. Bu son derece önemli bir projedir, çünkü ekstasis kapasitesi, bizim ahlaki varlıklar olarak eylememizi sağlayan, üzerinde eylemde bulunduğumuz kişilerde kendimizi görmemize imkân veren şeydir tam da.

497
"O halde, estetizm nedir? Estetizme, en geniş biçimde, Aydınlanma ve Aydınlanma-sonrası dönemde büyük ölçüde sanat alanıyla sınırlanmış olan ıslah etme biçimini, ekstasis'in canlandırılmasını düşüncemize ve hayatlarımıza geri getirme çabası olarak bakılabilir. ... Estetizme eleştirel olarak yaklaşmak için, estetizmin ıslah etmeyi amaçlayan bir öğreti olduğu şeklindeki genel önermeden bu daha özgül önermelere geçmek gerekir."

498
"... Heidegger'le Foucault'nun, onlardan önce de Nietzsche'nin estetist önermelerinin bire bir ele alınmaması gerektiği açıktır. Bunlar daha çok mübalağa sanatının örnekleridir. Belli retorik amaçlar göz önünde bulundurularak yapılan abartmalardır. Ama yine de burada bir sorun vardır, çünkü bu iddiaların retorik olarak etkili olması büyük ölçüde bire bir kabul edilmelerine bağlıdır. Estetizmin büyük tehlikesi veya kusuru da buradadır."

501
'Aşırılığın Peygamberleri' kitabında ele aldığı Derrida, Foucault, Nietzsche ve Heidegger için Allan Megill, bu düşünürleri "sanatçı filozoflar" olarak adlandırmaktadır. Çünkü bu düşünürler "hayal güçlerimizi genişletmeye çalışmaları, bizi birçok olasılığa açmaları açısından" modern sanatçıları izlediklerini dile getirmiştir. (1998:505) "Onların yazılarına, tıpkı sanatçıların yapıtlarına baktığımız gibi, verili olanla bir gerilim içinde var olan yapıtlar olarak bakmalıyız."



.
.
.
.