30 Nisan 2013

Heykel Oburu - Aydın Engin

.
.
.
.

HEYKEL OBURU  “Mehmet Aksoy Kitabı”
Söyleşi: Aydın Engin
İş Bankası Yayınları, 2002 İstanbul

14
(Yazar sanatçılığı akıl yoluyla pek de açıklanamayan bir yeteneğe bağlıyor, sanatçılığın sonradan edinilemediğini, en fazla geliştirilebileceğini söylüyor.)

15
… kurs filan görmüşlerin arasında kazanmak mucize…

17
Postmodernizmin sanatta ve heykelde öne çıkardıklarını kesin ve ödünsüz reddeden, formu inkâr ederken insandan da tümüyle uzaklaşan “conceptional art” akımlarına uzak duran Mehmet Aksoy… (A.E.)

24
Nazmiye öğretmen bir bayrak gibi, Türk bayrağı gibi dolaşıyordu gerçekten. … bir şeylere inanmış, Cumhuriyete inanmış insanlar onlar.

49
“Derslerden geçmiştir. Fakat öğretmenler kurulu Mehmet Aksoy’un öğretmen olamayacağına, okuldan uzaklaştırılmasına karar vermiştir.”

66
O sene heykele sekiz kişi mi ne alıyorlar, resime de otuz…

74
Çocuk elbiseleri… Dükkânlar satacaklar, sattıktan sonra parayı verecekler, ama bizim tahammülümüz yok. Dedim “Kendimiz satalım bunları”.

75
Bakır tabağa fotoğraftan portre kazıma… “Amerikalı askerler de en iyi müşteriler…”

80
Bir baktım, iki saat sonra heykel bitmiş. Aynısını çakmışım.

81
“Sonra zaten resmi bırakırsan olmaz. Futbolcu gibi yani. Çıkmazsan antrenmana olmaz, yapamazsın.”

86
Ben kendi köylülüğümle övünürüm. Yani hoşuma gidiyor. Hatta tam tersine avantajlarım var gibi geliyor şehirlilere göre.

87
(Bohem çevreler) Ben, hayır yoktum. Öyle çevrelere hemen giremem ben.

90
(Akademi M. Aksoy’un sanata bakışında bir değişiklik yaptı mı?) "… heykele form verme konusunda bir şeyler aldım elbet okuldan. Sanata bakış konusunda ise bize bir şey anlatılmadı. Çünkü kendileri de bu konuyu bilmez. Maalesef.”, “… sanat-toplum, sanat-ideoloji, sanat-siyaset ilişkileri… Yok, Akademide öyle bir şey yoktu. Şimdi de yoktur sanırım. Ama teknik olarak, … estetik konusunda, form konusunda, kütle, malzeme konusunda… Şöyle: Heykel yaparsın, neyi, neden yaptığını da bilmezsin bazen.”

Mısır, Asur, Babil

96
Şadi Çalık’ın ODTÜ’deki Atatürk heykeli, en iyilerinden biridir.

102
Nâzım Hikmet, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu…

120
Murç aldım. Yaptık bir şeyler. Taşları bahçeye oturttuk. Hiç kimsenin de bir şey gösterdiği yok. Ama demek ki bende taşa bir yatkınlık var.

134
Kazanmak büyük onur. Büyük Millet Meclisi’nin önüne bir heykel çakacaksın.

139
yurt dışı… Bunun bir büyüsü var.

140
… Akademilerde, hatta yurt dışındaki okullarda pek bir şey öğrendiğimi söyleyemem. Buradaki akademinin üstüne pek çıkamadım. Yani bizim o zamanki Güzel Sanatlar Akademisi’nin düzeyini, örneğin Berlin Akademisi’yle aynı tutuyorum. Aynıydı evet. Daha da iyiydi belki.

… Okullara, akademilere ne gerek var … (141) Bu iş usta çırak işidir, orda öğrenilir, ötesi palavradır.

141
(Akademisyen olmakla heykeltıraş olmak arasındaki fark)

143
Öğrencinin iyi olması için Akademi’deki hocaların hepsinin iyi heykel yapması da lazım. Tıp Fakültelerinde bir cerrah öğrencilerine nasıl öğretiyorsa, heykelde de öyle olması lazım.

149
“Marksizm’den hemen hemen hiç haberim yok”

152
(konseptional art) Çok hafife alıyorum ben bu işi. Yani sanat bu kadar basit olamaz diye düşünüyorum.

154
- Yani o gördüklerinin sanat olmadığı kanısındasın (A.E.) 
- Bugün hiç kuşkum yok o konuda.

155
Giderek heykeller eriyor bitiyor. Şimdi bu zaman oluyor, bu sanat oluyor.

156
(mumun erimesi) Bu kimyasal ya da fiziksel bir olay. Bunu tekrar göz önüne sermenin sanatsal bir anlamını göremiyorum.

165
… sosyalizmi anlamak istiyorum… Zaten Londra’dan sonra heykelden bir ürkme gelmiş bana. Elim gitmiyor heykele.

177
Atatürk bizde kim vurduya gider. Kimin yaptığı belli değil. Her yerde var. Yeter ki adı Atatürk heykeli olsun.

195
Hüseyin Gezer, sanatçıdan çok bürokrat.

201
Aslında temel prensip de şöyledir: Taşı en az harcayarak bir form çıkarmak. Doğrudur bu prensip.

202
- … taşın seni başka yerlere sürüklediği, başlangıçta hiç tasarlamadığın bir heykele götürdüğü oluyor mu?
- Oluyor oluyor. Oluyor tabiî ki. O olmazsa olmaz.

205
Eli kolu güzel bir adamı tutuyorum, önüme model oturtuyorum. “Sen dur bakalım. Senin kolun güzel, damarların iyi çıkıyor” diyorum. … O havaya girmiş. Bir buçuk saat, sıkmış da yumruklarını. O damarlar hakikaten nasıl çıkıyor!

208
Ardından fabrikalardan gelmeye başladılar. İşçi kadınlar, “Bizim fabrikaya böyle bir kadın heykeli yapacaksın” diyorlar.

210
- Kum yerine demir tozu kullandım. …
- Ne fark etti?
- Bir kere daha ağır oldu. Öyle kolay kolay kaldırıp atamazsın. Sonra kırması da zor, belki imkânsız.

Kara Ali Kahvesi

213
Hem ausländer, hem komünist, hem de heykel yapıyor. Bu kadarı olmaz artık değil mi? … Böyle düşünenler var bir. Karşındaki herif bir de sanatçıysa kıskançlıktan duman ediyor ortalığı. … Mesela Almanya’da bir yazı çıktı benim hakkımda. Tabii beni batıran bir yazı.

214
(Almanya’da sağ entelektüeller) Bütün anlattıkları politik ve de aslında kitsch.
(Mehmet Berlin’de sergisi) E şimdi böyle bir başarı, böyle inanılmaz bir seyirci sayısı… (istekler üzerine 5 ay açık kalmış)

217
(Türk insanının abartılı davranışları, sanatındaki abartıya da yansır) Tutup buna ‘patetik’ diyorlar. İçinde ‘pathos’ var ya. Patetik. Hastalıklı duygular yani. Abartılmış, olağan değil hastalıklı.

218
pozitif pathos

221
Patetik, yani çok aşırı duygusal…

222
O sergiye gittim (Disseldorf’ta seçmeli bir sergiye kabul ediliyor); başkalarının, Almanya’nın en iyilerinin işlerini gördüm. Kendiminkilerle karşılaştırdım ve… Heykeltıraş olduğumu işte o zaman anladım.

223
(1978'de Türkiye'ye dönüyor, akademide öğretim görevlisi oluyor ve bir sergi açıyor) Hüseyin Gezer açmak istemedi. … Çok politik buldu ve bazı heykellerin kaldırılması gerektiğini söyledi. Ben de kabul etmedim. … Duyuldu sergi. Bayağı bir yankı yaptı. Sabancı bile duymuş.

225
(Sabancı’yla randevu) Ama randevuya kimse gelmedi… Sonuçta Sabancı Koleksiyonu’nda yer bulamıyoruz açıkçası. Çünkü yanlış iskelede beklemişim.

226
- Sanat da sınıfsal yani. Teoriye göre öyle olmak zorunda. Bir burjuva sanatı, burjuva kültürü olması lazım. Bunun da karşısında alt tabakaların sanatı olması lazım. Demokratik bir sanat ve kültür ortamında üstyapıda bastırılan, kabul ettirilmek istenen sanata karşı bir hareket yok.
- Bunu olumlu, pozitif bir olgu olarak mı değerlendiriyorsun?
- Pozitif arkadaş. Bu gerçekten pozitif bir vaka.
- Peki herkesin ortaklaşa beğendiği sanat mesela çok yoz, çok kepaze bir düzeyde ise…
- Öyle zaten. Komik bulmuyor musun, bak bu arabesk çıktı. Arabesk belli bir takımın, lumpen proleterya diyebileceğimiz kesimin müziği. Bence öyle. E herkes arabeskten hoşlanıyor kardeşim. Demirel de hoşlanıyor, Özal da hoşlanıyordu, bilmem ne holdingin patronu da hoşlanıyor. Ne olacak şimdi? Bu çok tuhaf bir karmaşa aslında. Ve bu elbette geçici bir durum. Bir geçiş dönemi yaşanıyor bence Türkiye’de. İleride daha seçici, daha elit bir üstyapı kendiliğinden oluşacaktır. Ama şu andaki durumdan bizim faydalanmamız gerekiyor. Bunu görüp, bunu fark edip, bu arada her şeyi empoze edebiliriz. Daha iyiyi, daha seçkini, daha değerliyi yani… Bizim burjuvazimiz de eğitilir o zaman… Bence bu iyi bir rüzgâr, bu rüzgârda iyi şeyler yapabiliriz.

227
Yeni aletler getirmişim Berlin’den. Otomatik aletler. Bir kompresör aldım. Bir kesme aleti.

228
- Peki sana taş atölyesi kurmayı kim önerdi?
- Hocalar. Akademi’de… Polyester var, alçı var, çamur var; taş atölyesi yok.

230
(78-80 arasındaki akademisyenliğinde öğrencilerinden sanatçı çıkmıyor, geçimini heykelle kazanabilecek insanlar çıkıyor)

232
(Kartal Festivali) Öyle sanatsal kaygı filan yok. Bende var ama o arada bu kaygı da kayboluyor. Benzetmek kaygısı öne çıkıyor. Rezalet bir durum yani. Bu durumda karşı olduğun bir şeyi yapmak zorunda kalıyorsun.

233
Dört heykel yaptım orda, iki gün çalıştık. Ama bir türlü Atatürk’ün heykeli olur, sokaktaki adamın olmaz düşüncesini düzeltemedik.

240
… bürokrasinin insanı ne hale getirdiğini anlamak için iyi bir örnek bu. … Rapor mecburen altı ay daha uzatılacak. Akademi Başkanı Hüseyin Gezer “Okula gel. Okulda bir hafta çalışman lazım. Raporu ancak ondan sonra uzatabiliriz” diyor. Bürokrasiyi görüyor musun? (241) Baktım olacak gibi değil, bir boş kâğıt gönderdim. Altında imzam var.

254
(Yesemek) Hititlerden kalma en büyük heykel atölyesidir ve şu an korumaya alınmış durumda.

[M.Ö. 2000 yıllarının ikinci yarısı içinde bölge, Hitit hâkimiyetine girdikten sonra bu taş ocağı faaliyete geçmiş veya önceden beri işletilirken, Hititlerle yeni bir fonksiyon kazanmıştır. Burada Hititli ustaların yanı sıra, Hurri li usta ve sanatkârlarında çalıştığı bilinmektedir. Bir ara faaliyeti zayıflayan atölyede, Geç Hitit Krallıkları sırasında (M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren) çalışmalar tekrar yoğunlaşmıştır. Bu ikinci dönemde özellikle, Hitit, Suriye, Arami ve Asur Sanat unsurları ağırlık kazanmıştır. Oriantalizm adıyla anılan bu üslup, batıda gelişmeye başlayan Ege kültürlerini etkileyerek Yunan sanatının çekirdeğini oluşturmuştur

Atölye Geç Hititler döneminde, Hitit İmparatoru Suppilluma I. zamanında Sam’al (Zincirli) Krallığı tarafından M.Ö. 1375-1335 tarihleri arasında işletilmiş ve burada yerli halk Hur’lar çalıştırılmıştır. Sam’al (Zincirli) Krallığının M.Ö. VIII yüzyılın sonunda Asurlar tarafından yıkılmasıyla birlikte Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi kapanmış, çalışan halkta bölgeyi terk etmiştir.

Yaklaşık 100 dönümlük alan üzerinde kurulu bulunan heykel atölyesinde heykellerin nasıl yapıldığını günümüzde bile yerinde izlemek mümkündür. Okul niteliğindeki bu yerde yapılacak heykelin önce taşları bazalt bloklardan ayrılması için bazaltta oyuklar açılmakta, bu oyukların içerisinde kuru ağaçlar yerleştirilmekte ve kuru ağaçlara su dökülmekteydi. Islatılan ağaçlar şişmekte ve oluşan basınçla da bazalt bloktan taşlar ayrılmaktaydı. Ayrılan bu taşların yüzeyleri düzeltilmekte ve düzeltilen bu bazalt bloklar, ağaç kızaklarla, yamaçtaki çalışma alanına indirilmekte ve alınan siparişe göre ustalar, bloku kabaca yontmakta, taslak haline getirmektedirler. Atölyeye getirilip yapılmak istenen şekiller şablonlar yardımıyla çizilmekteydi. İlk önce bu şeklin konturları, daha sonra da bazı detayları çekiç ve kalemlerle yapılmaktaydı. Üçüncü aşamada detaylar daha özenle işlenmekteydi. Eserin son rötuşları ise nakliye sırasında zarar görmemesi için gittiği yerde, parçaların kullanılacağı mimari eserin bulunduğu yerde yapılmaktaydı. Buna dair bulunan tek bir örnek; Zincirli'de bulunan ve halen Gaziantep Müzesinde sergilenen Sfenks’dir. Devlet denetiminde işletildiği anlaşılan bu taş ocağı ve heykel atölyesinde, taslak işçiliğinin büsbütün safhalarını yerinde izlemek mümkündür. M.Ö VIII.yüzyılın son çeyreğinde “Asurlular” ca, faaliyetine son verildiği ve ustalarının Asur’a götürüldüğü bilinen atölyede, her şey olduğu gibi kalmış ve 1890 yılına kadar zaman donmuş gibidir.

1989-1990-1991 yıllarında Arkeolog İlhan TEMİZSOY tarafından toprak altında kalan heykellerin gün ışığına çıkarılmasıyla, 300’ün üzerinde yontu ve heykel taslağına ulaşılmıştır. Sfenksler, kapı aslanları, oturan aslanlar, kanatlı aslanlar, Amanos Dağlarını temsil eden Dağ Tanrısı kabartmaları, savaş sahnesi kabartmaları ve mimari parçalar, kendi doğal ortamlarında sergilenmektedir.
Yesemek M.Ö. II. Binin dördüncü çeyreği ile M.S. 8. Yüzyıl arasında, Yakın Doğunun en büyük taş ocağı ve heykel işleme atölyesidir. Bugün yaklaşık 300’ün üzerindeki yontu taslağının toprak altından çıkarılıp belli bir düzende sergilendiği Açık Hava Müzesi’nde taslakların büyük çoğunluğunu, yaklaşık yüze yakın örnekle; kapı aslanları oluşturmaktadır. Aslan Heykelleri Özellikle sur kapılarına, karşılıklı ikişer tane konuluyordu. Kükreyen / hırlayan bu aslan betimlerinin, kenti koruyucu ve düşmanlarını korkutucu güçleri olduğuna inanılıyordu. Bu heykellerin, kentlerin hakimi olanlar -kral, prens vb- tarafından, güç sembolü gibi kullanıldığı da düşünülmelidir.

İkinci sırada; 29 örnekle Dağ Tanrısı(külahlı ve kolları göğüs üzerine kavuşmuş, bir adedi üçlü diğerleri ikili) figürleri yer almaktadır. Dağ Tanrıları, Hurri-Mitanni kökenli tanrılar olarak Hitit Tanrılar ailesine kabul edildiği anlaşılmaktadır. Hitit İmparatorluk dönemi Dağ Tanrıları'nın, Orta Anadolu'daki kimi dağların adlarını taşıdıkları bilinmektedir. Yesemek'te Dağ Tanrıları'nın çok sayıda ortostat üzerinde betimlenmesi, bölge Hurri-Mitanni ülkesi içinde olduğu için çok doğaldır ve Hitit İmparatorluk dönemindeki uygulamalara paralel olarak, buradaki tanrıların da önemli dağların, örneğin Amanos Dağlarının, Kurt dağlarının ve belki diğer kimi dağ ya da tepelerin tanrıları olarak, bu dağların adlarını taşıdıkları düşünülebilir. Dağ Tanrılarından üç yada dört tanesinde Güneş Kursu bulunmaktadır.

Diğer ilginç taslaklardan bazıları ise:

Ayı-insan karışımı bir yaratık; Bu eserde, kollarını göğüs önünde kavuşturmuş, yüzü cepheden betimlenmiş bir figür sola doğru yürür durumda gösterilmiştir. Dizlere dek inen bir eteklik giymiş olan figürün gövdesi insan olmakla birlikte, yüksek kabartma yapılmış olan ve kısmen kırılmış olan "yüz"ün ayı ya da aslan başı olma olasılığı vardır.

Sfenks heykelleri: Sfenks, genellikle insan başlı, aslan gövdeli olarak betimlenen karışık bir yaratıktır. Efsanevi bir hayvan olup kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısır'da sfenksin, aslan postuna bürünmüş firavunu betimlediği düşünülmüştür. Erkek başlı, aslan gövdeli sfenks, zihinsel ve fiziksel gücün simgesel bir bileşimidir. Bu yüzyıldan sonra da özellikle dişi sfenksler yapılmaya başlanmıştır. Sfenks, Anadolu sanatını da etkilemiştir. Hitit sanatında, Gaziantep'teki Zincirli ve Sakçagözü, Çorum'daki Alacahöyük, Boğazköy'de kent kapılarının her iki yanında sfenks heykelleri yer alır. Sfenks heykelleri de, kentlerin sur kapılarında, kapı koruyucu aslanlar gibi kullanılmışlardır.

Bir Savaş Arabası Sahnesi; kabartmalı bir kaide ile bir sütun altlığı ve çeşitli mimari parçalardan oluşan zengin bir koleksiyondur. Savaş sahnesi kabartması: İki yassı parça üzerinde, büyük olasılıkla bir savaş sahnesi işlenmiştir. Aslında üç ayrı levha üzerinde betimlenmiş olan sahnenin son parçası kayıptır. Bir atın çektiği iki tekerlekli bir savaş arabası ile atın altında yere düşmüş ve olasılıkla ölmüş bir düşman askerini betimlemektedir. Atın önünde üç adet hayvan figürü de işlenmiştir. Arabalı savaş sahnesinin bulunamayan sol üst parçasında arabanın üst bölümü ile arabayı kullanan savaşçı(lar)nın betimi bulunuyor olmalıydı.Alçak kabartma olarak çalışılan bu kompozisyonda, gerek insan ve hayvan figürlerinde, gerekse araba betiminde, ayrıntılardan pek azı işlenmiştir.

Sonuç olarak büyük bir organizasyonla işletildiği anlaşılan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi taşların ocaktan kesilmesi, yontu taslaklarının hazırlanması ve tamamlanmasına kadar ki evrelerin teker teker örnekleriyle görülebileceği dünyada başka bir benzeri olmayan bir heykel okulu niteliğindedir. O dönemde bu büyüklükte bir sahayı kaplayan atölyeye ve atölyede meslek icra eden heykeltıraş sayısına, günümüzde meydana gelen teknolojik ve sanatsal gelişmeye rağmen ulaşmak mümkün olmamıştır. Bu da o dönemde burada yaşayan insan topluluklarının sanata verdikleri önemin büyüklüğünü göstermektedir. http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr   

259
- Peki artık o günlerde Mehmet Aksoy, heykeltıraş olarak kendini Berlin’de kabul ettirmiş miydi?
- Kabul ettirmiş sayılırım. Ama tabii yine de çok kişi bunu böyle söylemez. Ama ben sürekli yarışmalara giriyorum, sempozyumlara çağrılıyorum, birtakım ilişkilere giriyorum… Bir sürü proje aldım. Bunlar yüz bin, yüz elli bin marklık projeler.

263
(Azade Köker) o da heykeltıraş

272
Açık heykel atölyeleri var Berlin’de. Kiralıyorsun orayı, çalışıyorsun.

273
… ben haklı savaşlara inanıyorum. (Kurtuluş Savaşı)

292
(‘Ayrılık’ heykeli) Bu heykeli Merchant Bank’ın Genel Müdürü Vural Akışık aldı.

293
… heykeltıraşlık yani taş heykeltıraşlığı biraz da hamallıktır. Sırtımızda taşıdık bunları. … Bu yalan değil. Ama övünülecek bir şey de değil. Mesleğin, taş heykeltıraşlığının zorlukları işte.

- … Vural Akışık beni çağırdı, "Bir heykel almak istiyorum" dedi. Yağmurlu bir gündü. ... Bankanın önünde bindik onun jaguar arabasına. İstikamet...
- Ümraniye'de gecekonduya... (A.E.)
- “Mehmet’ciğim nerde?” dedi, “heykeller görünmüyor.” Tabii o sanıyor ki bir girdi mi heykel galerisi gibi bir yere gelecek.

294
Ertesi gün telefon etti, “Tamam” dedi. O istediği heykelden başka dört beş heykele daha talip oldu. Bir pazarlık, bir pazarlık. Bak bu işi iyi biliyor işte. Bir pazarlık, bir pazarlık, öldürdü beni, çökertti.

306
Hatti’den bu yana

[Hatti (URUHa-at-ti), MÖ 2500-2000/1700 yıllarında Anadolu'da yaşamış bir uygarlık. Anadolu Yarımadası'nın bilinen en eski adı Hatti Ülkesi'dir. İlk defa Mezopotamya yazılı kaynaklarında Akkad sülalesi döneminde (MÖ 2350-2150) kullanılan bu adlandırma, MÖ 7. yüzyıl Asur yıllıklarında görüldüğü üzere, MÖ 630 tarihlerine değin süregelmiştir. Böylece Anadolu en az 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak tanındı. Bu ad o denli yerleşmişti ki Anadolu'da Hattilerden sonra yaşayan Hititler yaşadıkları ülkeden söz ederlerken, Hatti Ülkesi deyimini kullandılar. Bu ve bazı arkeolojik bulgular nedeniyle uzun yıllar boyunca Hititler ve Hattilerin aynı ırk ya da akraba ırklar oldukları varsayıldı.
Hititlerin Hi Hattuşa tabletlerini ilk okuyan filologlar hep bu tabire rastladıkları için, bambaşka bir dil konuşan bu yeni kavme de Hatti adını taktılar. Oysa sonradan yine tabletlerden Hint-Avrupalı bir kavim oldukları anlaşıldı.
Kussar kentinde yaşayan yönetici sınıfın[kaynak belirtilmeli] biraraya getirdiği halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu. Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, bilim çevrelerinde yayıldığı için kalıcı oldu. Kaldıki kendilerini Nesili olarak adlandıran bu grubun yanı sıra Anadolu'da Luviler ve Palalar adı ile tanınan gruplar vardı.
Zaten filologlar Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittities, Fransızca Les Hittities ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini ürettiler. Türkçede önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşti. Burada yanlış kullanılan bir adlandırmaya işaret etmek yerinde olacaktır. Birçok bilimadamı bir zamanlar doğru olduğu sanılan, ancak şimdi isabetsiz olduğu anlaşılan "Proto-Hitit" ya da "Proto-Hatti" deyimlerini alışkanlık sonucu hala kullanmaktadırlar. Hatti yerine "Proto-Hitit" tabiri kullanıldığı takdirde, Hititlerin Hattilerden geldiği izlenimi yaratılmış olur. Oysa söz konusu iki halk birbirinden dil ve ırk bakımından tamamiyle ayrıdır. Hele adı Hatti olan kavmi "Proto-Hatti" diye anmak büsbütün anlamsızdır. Ancak kültürel açıdan bakitığımızda Anadolu Hatti sanatının Hititler tarafından alındığını ve köklü Hatti geleneğinin Hititlerde yaşadığını görürüz. Hatti yer isimleri, şahıs isimleri, efsaneleri Hitit kültüründe yer bulmuştur. Gerek Alaca Höyük gerekse son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar Hatti kültürünün gücünü ortaya koymaktadır. Anadolu'ya ne zaman geldikleri bilinmeyen, belki dağınık gruplar halinde gelmiş olan Hititler bu gücün bir parçası olmuşlardır. Hitit Krallığı'nın hakim yönetici sınıfı olan ve Hatti geleneği taşıyan Hitit kralları Anadolu'yu teokratik tabanlı, bir feodal yapı içinde yönetmişlerdir.
Anadolu'daki Hatti beylikleri bir Protohistorya (Öntarih) uygarlığıdır. Başka bir deyişle onlar henüz yazı kullanmadıkları için tarihsel sürece ait değildirler. Ancak bu beyliklerin konuştuğu dil, inandıkları din, yaşattığı örf ve adetleri hakkında Hititler yolu ile birçok bilgiye sahip bulunmaktayız. Bu nedenle Hatti beylikleri öntarih (protohistorya) uygarlığının güzel bir örneğidir.

Kaynaklar: Ekrem Akurgal Anadolu Kültür Tarihi TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları s:49-55; Anadolu Kültür Tarihi Ekrem Akurgal Tübitak yayınları 67 Hatti uygarlığı
http://tr.wikipedia.org/wiki/Hatti ]

(Aktepe projesi) - Bir heykel değil, bir anıt olacak? (A.E.)
Anıt gibi… Bence heykel tabii. Ama çok fonksiyonlu bir heykel. Hani konsept sanatı, conceptional art falan deyip duruyorlar ya. Aslında konseptler işte böyle olmalı. Formlar. İnsan emeği var, yapısı var. Herhangi bir eşyaya herhangi bir anlam yüklemiyorum. Kendim yapıyorum onu. Formun dili var, formun kuvveti var, form konuşuyor. Şimdi bu heykeldir aynı zamanda. Fonksiyonu ne olursa olsun heykel budur. Bence konsept böyle olmalıdır. Konsept budur işte. Ölüm, yaşam, insana dair her şey.

307
Ben ama daha proje parasına çalışıyorum. Para falan kazandığım yok.

308
Tek yapmak istediğim şu Türkiye’ye bir heykel çakmak.

311
Cepte yüz dolar var ama İstanbul’a bir heykel çakmak isteği de var ve o daha güçlü.

315
… ; sonra sen Türkiye’nin itibarlı, en gözde binasının önüne heykel dikiyorsun ve heykelin açılışını başbakan yapıyor.

317
Hem yapmak istediğin heykeli yapacaksın, hem para kazanacaksın. Bu çok mutluluk veren bir şey.

Bir hava meydanına, al Hazerfen’i çak oraya

325
- Demek Mehmet Aksoy … kendi yaşadığı “Böcek Ev”e heykeller yaptı.
- Belki öyle de diyebiliriz de heykel lafından biraz sakınacağım. Çünkü heykel değil onlar. Yapanın heykeltıraş olmasının etkileri var. Evet, onların böyle esprileri, hoşlukları var. Ama amaç yatak yapmaktı orda, heykel yapmak değil. Yatak ama burada birtakım estetik değerler de göz önüne alınmış ve anlamı var.

326
Bu konuda bir sürü insan da çok yanlışlar yapıyor. Sanatçılar çok yanlışa düşerler. Dekoratif elemanlarla, heykel arasındaki sınır nerdedir?

327
- Yani heykel nedir, süsleme fonksiyonu taşıyan, dekoratif işlev taşıyan element nedir?
- Evet. Şimdi: Dekoratif olmak kötü bir şey heykel için.

329
Dekoratif sanatların güzeli yok mu? Var, hem de Allahı var. Bak Selçuklu’ya… Selçuklu sanatında dekoratif sanatın şahikasını yapmışlar, … Bu da bir sanat. Çok da güzel, çok da önemli bir sanat. Ama heykel değil. Ben heykeltıraşsam bunun ayırdında olmam gerekiyor.

(Evdeki kapı) Yani heykele yaklaştığı anlar vardır. Ama heykel değildir.

338
(Türkiye’de) Bir kere sanattan dışlanmışlık var. Daha baştan “Sen anlamazsın” duygusu verilmiş onlara. Bunlar da heykelin iyisini, hasını görmemişler; öyle bir iklimde yaşamamışlar. Ayrıca biz, Türkiye yani, heykelin çok gerisindeyiz. Çok büyük yasaklar olmuş çok büyük darbeler yemiş heykel. İslamla birlikte, Türklerin Anadolu’ya gelişiyle birlikte heykel hayattan, yani sosyal hayattan çekilmeye başlamış.

339
- Şaman kültüründe heykel olarak ne var? Put filan mı yapmışlar?
- Put değil. Nerden çıkarıyorsun? Heykel onlar. Bir anlam taşıyorlar.

340
Sergiye gelen insanlar belli kültürde, belli düzeydedir.

343
Sosyalist gerçeklik bence, Marks’ın kitaplarında yazandı. Bizim o ütopyamız var ya oydu benim için ve hâlâ o. Bu çelişkilerin üstüne gitmek, haklıyı haksızdan ayırmak, insanı yüceltmektir sonuçta.

344
- Artık Antalya’daki sempozyum, Kartal’daki sempozyum yok. Belki bir daha yinelenemeyecek de.

(Heykellerim) Bu aslında bir devamlılık. Formdaki gelişmeler ayrı konu. Ama içerikteki bu aynılık, bu süreklilik önemli, güzel, hoş, onurlu… Ne dersen de…

Ben kendimi doğdum doğalı sosyalist sayıyorum mesela. Bu bilincim hep sapasağlamdır benim.

345
- Şunu mu söylüyorsun: Benim heykel serüvenimde haklı haksız, adil ya da değil duygusu…
- Say daha say: İnsan sevgisi, insanı aşağılamama, insanın aşağılanmasına karşı çıkma…
- İnsan onuru.

346
Mesele çıplaklık mıplaklık değil. Mesele akademileri kaldırmak, mesele heykeli ortadan kaldırmak…

347
Bu bir sipariş. Jale Erzen tavsiye etmiş.

355
(Selçuk) Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ilk heykel oldu.

356
… benim defterim vardır. Devamlı o deftere bir şeyler çizerim. Fikir olarak bile yazardım eskiden. Yani “Heykelin fikri şu olsun” diye. Tabii forma geçince bambaşka bir şey olacak.

359
Bir anda “geldi” diyorlar ya, İlham geldi”. Yok öyle bir şey. Olamaz da. İlham diye büyülü, ne olduğu bilinmeyen bir şey yok. Onun önü arkası var. Çalışmak, yoğunluk var. Yoğunluk olur, ilham o zaman gelir.

366
Asur, Hitit, Çin

369
Bir kısmının tamamını da Tırsan aldı. Çetin Nuhoğlu’nun Tırsan diye bir firması var. Taşımacılık sektöründe. Büyük firma.

371
Valla bana bıraktılar. Ordaki mimar arkadaş tavsiye etmiş. Coşkun Karadeniz.

Bosphoru nedir, kimsenin bildiği yok. Türklerin de çoğu bilmiyor.

377
… heykelin ışığı sabit değil. Resimde ışık sabittir.

378
(Can Yücel’in mezar anıtı) Heykel yani taş ışığı yutsun, içinden ışık versin istedim ve öyle oldu.

380
Bak, bir adam sanatçı değilse sanat üzerine de konuşamaz aslında.

AYLA ÖDEKAN SORUYOR

388
Hint, Asya, Afrika, Mısır

389
Mısır’daki tiplemeler, Yunan’daki tiplemelerden çok farklı ve de beni sıkmıyor. Daha halktanmış gibi geliyor bana, daha yaşayan bir şeymiş gibi. Adam tutmuş firavunu tanrı yapmış ama insanla. Şimdi Venüs’e bakıyorsun, Hera’ya bakıyorsun, hepsi de yaşamsız…

394
(Türkiye’deki okullarda) Destek malzeme olarak niye bir Mısır’ın Asur’un örnekleri konmaz?

395
Kaligrafi gerçekten muhteşem bir şey ve de heykel sanatına çok uygun, …

396
Orda durun. Mukarnasa tam olarak heykel denemeyebilir. Ne de olsa amacı farklı olduğu için … üç boyutlu mekan düzenlemesidir mukarnas…

397
- Alaaddin Camii’nin mukarnası için Niğde’ye gittiğimizde bizi bir fotoğrafçıya götürdüler. Fotoğrafçıda bir resim var, mukarnasın resmi. Fotoğrafçı, Güneş ışınları belli bir zamanda vurduğunda orda bir Türkmen kızı gözükür. Ağustos ayında sabah saat beşte gözükür” dedi. … mukarnaslardaki bütün geometrik şemaları inceledim. Hepsi simetrik ama Niğde Alaaddin Camii’deki bu mukarnas simetrik değil. Rivayete göre mukarnas ustası bir Türkmen kızına aşıkmış…
- Demek istediğim buydu. 13. yüzyılda ışığı ne kadar usta kullanmış..

400
Bakın bunu iddia ederim, belki 60’daki Mehmet ile bugünkü Mehmet arasında temelinde çok büyük fark yok.

403
Alıştım. Elim gidiyor artık.

404
Benim bir figürüm ötekine hiçbir zaman benzemez. … şimdi o postmodernizmin “her şey yapılmıştır” iddiasını boş buluyorum… Çünkü eğer kişilik varsa ve sanat varsa bu iş bitmez. (405) Postmodernistler, umutsuzluğun ve kişiliksizliğin ve eklektisizmin türküsünü çığırıyorlar. Eklektik alıntılarla örülmüş uyumsuz, tatsız bir çorba…

407
Ama ben buna Mısırlı gibi inanmıyorum. O büyüklük duygusu, o enerji bende başka bir saygı uyandırıyor.

410
- Anlaşılmak istiyorum ama. Amacım o yani. Böyle bir amacım var. … Böyle bir amacı olmasını küçük sayan, sanatta bunun böyle olmaması gerektiğini sayan görüşler var. (M.A.)
- Var. Nitekim modern sanat tepkisini böyle dile getirdi. (A.Ö.)
- Evet anlaşılmazlık. (M.A.)
- Hayır. Gerçeği, gözlenen gerçekten uzaklaştırarak dile getirmek. (A.Ö.)
- Evet onun için nesneler dünyasına döndüler. (M.A.)
- Nesneler dünyasına. Doğru. İnsandan koptu modern sanat. (A.Ö.)

411
Şu anda da haklılığım ortaya çıkıyor, ona seviniyorum. Tekrar dönüş var figüre, insana… Tekrar akademizme dönüyorlar. Dönülmeyecek bir yere dönüyorlar, biz ordan çoktan geçtik. Hastalıklı bir yere dönüyorlar…

Yazık. Deneysel akımlara ya da deneyselliğe karşı değilim sanatta. Ama deneysellik adına tarihi, bütün sanat dünyasını yok saymaya karşıyım.

Zaten bunlar da Allahtan adına heykel ya da resim demiyorlar ya. İşte mekân düzenlemesi, performans, üç boyutlu mekân düzenlemesi filan diyorlar yaptıklarına…

Hepsinde bir öykünme, bir tatminsizlik buluyorum. Gerçeği espriye çevirmek…

413
Mısır’a zaten yetişemezler kavramsallık konusunda.

Küveti de pislenmiş diye temizleyivermişler. Bu bizim conceptional artçı herif, birilerinin hiç dillerinden düşürmediği meşhur Boys efendi yani, …

416
Bu heykel zanaatını bırakmayacağım.


.
.
.
.