30 Nisan 2013

Jale Nejdet Erzen - Mehmet Aksoy



 .
.
.
.
JALE NEJDET ERZEN - MEHMET AKSOY
Bilim Sanat Galerisi, 1996 İstanbul

YAŞAM ÖYKÜSÜ’NDEN

4
“Dünyanın oluşumundan bu yana, zamanı içinde saklıyor taş. Önümde duran taşlaşmış zaman kütlesi…
Taşı taşa vurarak çalışan ilk çağ insanının elleri: benim vidia uçlu murcu, çekici, pnömatik aletleri, elmaslı testereleri, diskleri tutan ellerimle karışıyor…”

10
Yerkürenin her köşesinde yirmibeşbin yıldır sürdürülen heykel sanatı çoğunlukla yalnızca güzelliğe öykünmeyip çok yönlü nitelikler taşıyor ve birkaç kültür dışında, toplumların çoğunun 20. yüzyıla kadar, insanın karşısına diktikleri en önemli simgeyi oluşturuyordu. Bugün ise, çağdaş kültür içinde ‘heykel’, sanatların en tartışmalı olanı, belki de en unutulmuşu.

Otuz yılı aşkın çalışmalarıyla Mehmet Aksoy… bu metin, heykelin uzun ve çok yönlü tarihi boyunca simgelendiği değerlere, bir sanatçının uzun üretiminin nasıl sahip çıktığını … anlatmaya çalışacaktır.

12
… bugüne dek adına heykel denilen, ama bugün “heykel” tanımına pek zor uyan bir olgunun günümüzde yaşadığı dönüşümler içinde, Mehmet Aksoy gibi genelde heykelin daha geleneksel değerlerine sadık kalmış birinin işlerini önyargısız görebilmek için sanatın zaman içindeki değişken ve sürekli değerlerini göz önünde tutmak, insanın kendi hakkındaki imgesinin aynasında heykeli değerlendirmek gerekiyor.

(Bugünkü imgeler insana benzemiyor, insanı tanınmaz hale getiren teknolojik ve kavramsal kopmalar karşısında Mehmet Aksoy heykeli “insanı sürekliliği ve ilkörneksel varlığı ile ele almaktadır.” Bugünkü sanatın çoğuna yansıyan olumsuz tavır ve çarpıklık karşısında Aksoy’un heykellerindeki imge duygu ve biçim olumluluğu taşıyor. Onu geleneksel kılan daha çok bu, yoksa biçimlendirme kaygıları yeniliklere açık.)

14
Aksoy’un işleri, heykeli insanın insan elinden çıkan bir ikizi olarak ilk örnekse ve arkaik değerleri ile tekrar canlandırmaktadır.

MEKAN VE FİGÜR

18
20. yüzyılda sanatın yenilenmesinde, biçimsel öğelerin betimleme ötesinde anlam ifade ettiklerinin anlaşılmasında ve böylece yeni biçim imkânlarının üretilmesinde, heykelin büyük rolü oldu. (Hans Arp, Brancusi, Henry Moore, Giacometti, Lipchitz, Moholy Nagy, Pevsner) … Heykel bir değer ve anlamın maddeleşmiş hali ve antromorfik bir kütle olmaktan çıkmış…

… yeni malzeme seçenekleriyle yeni yaşantılara imkân doğurdular.

20
Orta Çağların heykeli temelde dini bir betimleme idi; öte yandan ikona kavramı sanatın tinsel bir varlığı nasıl içereceğine dair temel bir inanç geliştirdi. Bu anlayıştan ötürüdür ki çağdaş sanat bugün hala tinsel bir güç taşımaktadır.

David Smith gibi heykeltıraşlar ve daha sonraları Barnett Newman ve Richard Serra gibi Minimalistler heykeli, milli ya da sosyal bir anıt olmadan açık alana taşıdılar. … Alice Aycock … heykeli yalnızca kütle sanatı olmaktan çıkarıp, mimari nitelikleri bulunan bir tür mekân sanatı olarak geliştirdi.

1990’larda adına “yerleştirme” (Enstalasyon) denilen, biçimin ön planda olmadığı, malzemenin eklemlemeli olarak kullanıldığı, bulunmuş ya da başka bir amaçla yapılmış nesnelerin derme çatma olarak bir araya getirildiği bir tür nesne sanatı bütün dikkatleri üstüne çekecek şekilde yaygınlaştı. “Yerleştirme” sanatı içindeki uygulama serbestliği, madde ve teknik sınırlamaları olan disiplinlere ve sanatlara karşı bir önyargı uyandırarak, bunların “geçmiş” olarak nitelendirilmesine de neden olmuştur. Bu tür yanlış anlayışlar, sanatla ilgili kişilerin ve kurumların yeterince geniş sayılarda olmadığı ve özellikle heykel uygulamasının çok sınırlı olduğu ülkemizde özellikle yaygındır.

22
1980’lere kadar, sanatta soyut yaklaşım ön planda iken figüratif heykel yeterince çağdaş görülmüyordu. Öte yanda, Türk sanatında figürün bütün olanakları ile geliştirilmiş olduğu söylenemez.

EROS VE KEDER

34
Mehmet Aksoy’un en fazla hayran olduğu sanatlardan biri Mesopotamya’dan Asur ve Akad heykeli. Bunlar, bütünlüğü giderilmeden, yüzeyi en az derinlikle yontulmuş, neredeyse blok halinde bırakılmış hayvan ya da insan figürleri, ya da karmaşık yaratıklar.

… dinî mistikler, Karmelitlerde ya da mutasavvıflarda olduğu gibi tanrı ile bütünleşme arzusunu bedensel bir coşku ya da izdirap olarak duymuş…

40
Aksoy’un heykeli temelde soyut değildir. Ancak, onun biçimin tüm olanaklarına duyduğu ilgi, soyut somut gibi ayırımı aşarak birçok heykelinde iki dili bir arada kullanmasına olanak tanımaktadır.

TAŞLAR

48
Aksoy’un en önemli özelliklerinden biri yontu geleneğini sürdüren ender heykel sanatçılarından olmasıdır. (Arada bir metal, ahşap, döküm olsa da) … Aksoy’un heykelinde biçim özelliklerini yönlendiren ve heykelin asıl kimliğini oluşturan taş, ve özellikle mermerin kullanımıdır. … Daha önceleri, batıdaki heykel geleneğine baktığımızda yontunun özellikle malzemenin kendi doğal dokusunu unutturacak şekilde kullanıldığını görüyoruz. (Aksoy’da tam tersi mermer niteliklerini ve kimliğini koruyarak, daha çok ortaya çıkarılarak kullanılmıştır).

52
“Heykel ışık taşıyan plastik satıhlardan oluşan kütlelerin organizasyonu diye de tarif edilebilir ve doğaldır ki heykel kütlesinin etkisi bu ışık taşıyan satıhların duygu ve karakteri ile doğrudan bağlantılıdır.”

YENİ İŞLER

58
Genelde Mehmet Aksoy’un heykele olan tavrı zaman içinde pek büyük farklılık göstermemiştir. … Aksoy her zaman üzerinde çalıştığı heykelin iç problemlerine kendini öylesine vermiştir ki akım ve modalarla ilgilenmek gibi bir kaygıya kapılmamıştır.

Her şeyden önce, Aksoy’u ilk planda ilgilendiren, vereceği mesajdır.

GENİŞ BİR AÇIDAN

66
… birçok sanat dalı gibi heykel de hemen hemen her tür uygulamayı içerecek kadar genişlemiştir. Fakat onun bu geniş spektrumu içinde izine en az rastlanan, bildiğimiz, sevdiğimiz, asırlardır kendini geliştirdiği şekliyle, coşkuları ve umutları ile belki de insandır. Bu bakımdan, Mehmet Aksoy’un büyük bir adanmışlık ile sürdürdüğü heykel anlayışında insanı hala duygu ve umut ile donanmış olarak bulmak, korunması gereken bir değerdir.

68
Çağdaş sanatın ve onun temelini oluşturan avant-garde ideolojinin en büyük çıkmazı, … Pazar ekonomisinin, güç kazandırabilecek bir çare iken, aynı zamanda onun değerlerine karşı olmasıdır. Zira topluma yansımayan bir şey hiçbir zaman bir güç oluşturamaz. Heykel, toplumla kurabileceği daha dolaysız ilişkilerden ve hiçbir zaman kolayca yok edilemeyen antropomorfik özelliklerinden ötürü, bugünün karşı-hümanist nesneler dünyası içinde insana özgürlüğünü ve özgünlüğünü uyarabilecek en önemli sanat dallarından biri olabilmektedir.

Vurgulanması gereken, Anadolu’nun çok güçlü bir heykel geleneğinin canlandırılması ve bunun yanında, figür konusunu yoğun bir içerik olarak ele almamış olan sanatımıza heykel dolayısıyla bu boyutun kazandırılmasıdır. Bu açıdan Aksoy’un sanatı “Anadolu kökenli bir Hümanizma” olarak tanımlanabilir.

Tüm avant,gadre ideolojisine karşın, çağdaş heykel yenilenmeyi tarihle ilişkisini devam ettirerek sağlayabilmektedir.

Türk sanatının ve belki de daha belirgin bir şekilde Türk heykelinin, yalnızca güncel olanla ilgilenmiş olması onun en büyük zaafıdır. O vakit güncel olanı da iyi anlamak güçleşmiştir.

236
Akademi’ye girdiğimde Heykeltıraş olacağımı hiç düşünmüyordum. Hep ressam olmak vardı kafamda. Ama modlaj dersinde Prof. Sadi Çelik yaptığım büstü görünce “Boşver resmi, sen heykeltıraş olmalısın” dedi. Ve de öyle olduk sonunda.

Öğrenciliğim parasal zorluklar içinde geçti. … En sonunda bakır tabaklara yaptığım kazıma portreler, cami resimleri kurtardı bizi. En çok da Amerikalı askerler yaptırıyordu.

… İşte bu üstlerin Amerikan askeriydi bunlar. Ve de tabii eşlerine, dostlarına orijinal oriyental el işlemeli hediyeler gönderiyorlardı ucuzundan. Biz de yapıyorduk geçim derdine.

240
… 1970 yaz sonu devlet bursuyla Londra’ya gidiş ve ilk kez formalist sanat hastalıklarıyla karşılaşma. Büyük bir kültür şoku. Ne yapacağını bilememe, heykeli bırakma düşünceleri.

Akademi’de heykele Yunan’dan, resme Fransa’dan, empresyonizmden başlanır. Üstünde yaşadığımız Anadolu’nun 3000 yıllık kültürü “ekstradan salata” gibi verilir. Yani yok sayılır. El yordamıyla bulursunuz her şeyi. Tesadüfler ve kendi gayretiniz kurtarır sizi. İşte böyle benim gibi, Asur’u, Mısır’ı hatta İslâm Sanatı’nı İngiltere’de keşfedersiniz ilk kez.

Batı Berlin’deki politik, kültürel yaşamın hareketliliği çekiciliği ve bunun içinde aktif yer almam, yaşamla sanat arasındaki bağlantıyı kurmama ve toplumcu gerçekçiliği benimsememe yardımcı oldu. Bu dönemde yaptığım “Dur: Böyle gelmiş, böyle gitmez” heykeli kendimle bir hesaplaşma, üstümdeki formalist kalıntıları atma sürecinin izlerini taşır.

Şimdi çıkmaz bir yolda olmadığımın bilincinde ve güvencindeyim. Gerçekçiliğin, yaşam kadar zengin, yaşam kadar çeşitli, yaşam kadar perspektifli ve açık yolundayım. Bu bağlamda ne sanat, ne de dünya benim için sır değil. Anlaşmazlığı savunmuyorum. Benim derdim tam tersine anlaşılabilmek. … Yeni malzeme, yeni teknikler bize toplumsal özü kavrayacak formu, daha değişik, daha çeşitli, daha uygun vermede hizmet etmelidir.*

* Mehmet Aksoy, “Özgürlük Çiçekleri” Slapluren, Kunsamt, Kreuzheng, Berlin 1982, s.26-37.
.
.
.
.