11 Haziran 2014

Ali Akay - Sanat Tarihi: Sıradışı Bir Disiplin

.
.
.




.
.

Sanat Tarihi: Sıradışı Bir Disiplin
Ali Akay
Yapı Kredi Yayınları 2006 İstanbul



Sıra dışı Bir Disiplin: Sanat Tarihi

7
“Ve”… birden çok, beraberce, birlikte, arada, arasında, … ortak bir kolektiflik (con), … öznellik-dışılık, … mülksüzleştirme…

Yazı ve ses arasındaki ayrım, bugün, yazı ve yazı arasındaki ayrıma dönüşmekte. … özellikle Derrida’nın dekonstrüksiyon kavramı sonrasında, [yazı ve ses arasındaki ayrım] yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmaktadır. Yazı, ek olarak daha sorunsal, ve bir o kadar da en az ses kadar hakiki, ve bir o kadar da hakikiliğini bir kökene bağlı olmaksızın işlemesine rağmen, hâlâ bazı çevrelerde yer bulmakta güçlük çekmektedir…

8
1970’li yılların başından beri disiplinlerin hep yanyanalığından bahsedildi. Önce sosyal bilimlerin, tarihin, sosyolojinin, iktisadın, antropolojinin yanyanalığından  söz edilmekle işe başlandı. Sanatların sosyal bilimlerle olan içiçeliği hep göz ardı edildi. … plastik sanatçıların görüşlerine pek yer verilmedi. İçlerinden bazıları dünya çapında üne kavuştuktan sonra kendi siyasi konumlarıyla bu alanda yer aldılar. Mesela, Joseph Beuys gibi, politik olarak ifade biçimlerine sahip olabildiler; ama bu sefer de, politika yapmak zorunda kaldılar; sanatlarının kendisinin bir politika olduğu her zaman göz ardı edildi veya kavramsal bir çerçevede hapsolmuş gibi gözüktü. Veya sanatçılar bugün gitgide daha politik ve temsili işlere değer verirmiş gibi gözüküyorlarsa (bütün Üçüncü Dünya sanatçıları Batı sanatının içine ancak bu şartlar içinde girebiliyorlar) ve sanatsal refleksiyon sadece batılı sanatçılara has olarak bırakılıyor ve çevre ülkelerinin sanatçılarından daha politik sorunlara ait işler talep edilip, daha çok yerelliklere dikkat çekmesi öneriliyorsa … , bunun nedenlerinden bazıları sosyal bilimlerde olduğu gibi, sanatlarda da Kant’ın, arkasından da Hegel ve Marx’ın açtığı modernliğin içinden geçen ve akıl ile rasyonalite üzerine kurulu olan bir teolojinin artık çalışamamasından, geçerliliğini kaybetmeye yüz tutmasından dolayıdır.

13
[14. dipnot:] [Sanat, zaten kendi bakışı, çizgisi içinde bir ‘sosyal kuram’ı içerir]
(16. dipnot:) Sanatçılar da daha göndermeli işler yapmakta; temellük etme veya gönderme yapma gibi miksajlar ve sampling yöntemleriyle çalışmaktalar ki, bu sosyal bilimlere de yakın bir bakış biçimi olarak işlemektedir. (Türkiye’de Seza Paker ve Serkan Özkaya… yakın ve uzak sanat tarihine yaptıkları göndermeler…)

17
Özgürleşmek ile özgürlük arasında büyük bir fark var. Evet, bir sistem tüm potansiyellerini kullanarak, özgürleşiyor. … Ama öznenin özgürlüğü artık sorun olarak ortaya konulabilecek bir şey değil. Öznenin artık hiçbir pozisyonu kalmadı. Ne tarihte ne de bilgi içinde. Belki tüm imkânları özgürleşti, ama bu onun özne durumunu yok etti. … Onun nerede olduğunu bulmak çok güç. Bağımsızlaşma ise tıpkı imajların özgürlüğü gibi, bir tür sayıklamadan ibaret, ama özgürlükten bahsedilemez.

20
(Baudrillard)
J.B. Olayların nasıl gelişeceğini önceden kestirmek imkânsız.
J.B. Bu strateji artık kimsenin stratejisi değil.
A.A. Ne iktidarı ne de direnişin değil mi?
J.B. Evet.

21
J.B. …bence bireyin kimliği, burjuva olsun, hümanist olsun, Aydınlanmadan gelen bir kimlik değil. Bir şekilde sentez bir kimlik.
… Bu kronik, sonsuza kadar çoğalabilen bir sistem. Bu da biraz virütik bir sistem. … Kendi kendini üretip çoğaltarak işleyen bir sistem. Bir şekilde kanserli bir sistem.
… bireyin tarihi dönemi artık aşıldı. … Şimdi olan çok başka bir şey. Bu yeni-bireycilikler öznenin yok olması temelinde işliyor. Bugünkü iletişim toplumunun bir ürünü artık.

22
A.A. … hayatta kalabilmesi için, sosyolojinin sanattan yardım almasını düşündüğümüzde ne dersiniz?
J.B. Sosyoloji hâlâ var mı? … sosyoloji, sosyal nesne yok olmaya başladığı anda ortaya çıktı. [Sosyologlar] bu yok oluşu inceledirler. Bana öyle geliyor ki, sosyoloji kendisini kendine nesne olarak aldı.

23
J.B. … Sosyoloji de neyle ilgilendiğini bilemez oldu. Öncelikle kendi kendiyle bir işi var. Kendisini nesne olarak ele alıyor. Ve bir an sonra bu oyunu oynarken yorulup, kendi kendini yok ediyor. Sanatta olduğu gibi, kendini yok ediyor, bitiriyor. … Ama buna rağmen sosyolojiyi ele alıp, onu kurumsallaştırmaya çalışanlar, Bourdieu gibileri, saplantı halindeler.

26
(Huberman)
A.A. Gerçek anlamda bilimsel bir disipline dönüşemeyen ve bazı küratörlerin disiplin-dışı olarak değerlendirdiği sanatı tarihle nasıl bağdaştırabiliriz? Kelimenin her iki anlamında da, hem bilimsel anlamda, hem de düzen anlamıyla bir disiplin haline getirebilir miyiz sanatı? Kendini özgür ve bağımsız olarak tanımlayan sanat bir disipline dönüşebilir mi?

27
Bir ‘disiplin’i tanımlayan yöntemidir. Ancak ‘yöntem’ kelimesinin iki anlamını birbirinden ayırmak gerekiyor. (Kapalı yöntem) bütün nesnelere birlikçi bir biçimde kurallar getirmeye çalışır (yöntemin kesinliği). … Fakat açık bir yöntem, tekilliklere, istisnalara, ayrılmalara, hatta işlev bozukluklarına –benim belirti (symptome) adını verdiğim her şeye- karşı duyarlı olmaya çalışır. Uzaktan bakıldığında sanat yapıtları tabii ki genel bir durumu yansıtır. Yakından bakınca, bu genel duruma karşıt ayrılmalardan (ecarts) başka bir şey sunmazlar bize. Sanat yapıtını büyüleyici yapan da budur, ve bu sayede tarihsel ve kuramsal bilgilerle de doludur sanat yapıtı.

28
Sanat tarihi anakronik bir disiplindir. (Bir kitabımda) imgeyi bir belirti olarak ele almıştım. Belirti … (en hafif titremeden sizi parçalara ayıran bir krize kadar) bedeni ve görüntüsünü harekete geçiren bellektir.
… bir imge, yalnızca tarihin değil aynı zamanda belleğin de ürünüdür (Hem kendi zamanının içindedir, hem de kendi zamanına karşıdır da). … çünkü, imgenin belleğe lokomotiflik etmesi demek, birbirinden uzak, devamsız fakat birleşik birçok zamanı elinde tutması demektir (ayrışık zamanlar kurgusu).

29
Anakronizma, hem kalıntıların zamana direncini, hem de tarihsel zamanın süreksizliğini ifade etme biçimidir.
Anakronizma, bilindiği gibi, tarihçilerin apaçık ‘hilkat garibesi’dir (anakronizma tabusu). … Tarihçiler sıklıkla yadsımacı bir tutumun tutsağı olurlar: bir yandan geçmişin şu andan hareketle kavrandığını herkes kabul eder. Öte yandan geçmişe okunabilirlik kazandıran şu ânı,, gerçek bir yeterlilik olarak kabul etmenin ısrarla reddedildiği görülür.

31
D.H. Her sanat kendi kalıntılarından, her tarih kendi yıkıntılarından beslenir: bunlar, bir yıkımdan geriye kalan izlerdir. Hepimizin gayet iyi bildiği gibi, bütün büyük tarihi cinayetler “kalıntısız bir yıkım” yapmaya çalışır, yani geride hiçbir şey bırakmaz istemez. … (oysa) her yıkım geride kalıntı bırakır.

33
Bugünkü sanatın ‘ilişkisel estetiği’nde ve onun ‘güncel tarih’le olan, ya da , ya da Foucault’nun diliyle söylersek “şu anın tarihi’yle olan bağlantısında, sanal olanın (Deleuze’ün Aion zamanı için kullandığı anlamıyla, yani şimdisiz bir geçmiş ve gelecekten ibaret olan sanallığın) güncelleştirilmesi mümkün müdür? Bugün anakronik bir tarihin içinde nasıl güncel olan bir şey yapabiliriz?

İncelediğim nesneler arasındaki “bağ”, … her güçlü imgenin, bu imgeyle ve onun temsiliyle ilgili oluşturduğumuz genel düşünceyi ne şekilde etkilediği üzerine…

36
(Wright)
S.W. Sanatı her şeyden kopararak özgürleştirdiğimi ileri sürmüyorum, ama bugün, yerleşik bir disiplinle kurulacak tüm bağlarını koparan ve verili bir alana aidiyetleriyle tanınmak istemeyen sanatsal ya da sanatı engelleyici (para-artistique) pratiklere katılmaktan hoşlanıyorum. Bunlar şimdilik azınlıkta kalan pratikler çünkü çağdaş sanat üretimlerine genel olarak bakıldığı zaman sanat bir kesinlik olarak beliriyor.

37
Küreselleşme çağında “disiplinlerarasılığa” duyulan hayranlık, aslında güçlü bir paradoksu daha da güçlendiriyor: Disiplinlerarasılığın varolması için yerleşik disiplinlerin varolması gerekir ve artık sanatı bir disiplin olarak kendi bütünlüğü içinde açıklamak olanaksızdır.

38
Sorulması gereken soru, sanatın bir disiplin olup olmadığı, yani kendi kuralları ve işleyişi bulunan, yerleşik bir bilgi alanı olup olmadığı sorusudur. Uzun süre öyle olduğu düşünüldü, yani sanat disiplinleştirildi. Ama sanat, bir disiplinleştirmenin nesnesi olmuş olsa bile bugün bunu geride bıraktı ve sanat eleştirisi, ve daha genel anlamda da bizim sanatı düşünme biçimimiz disiplinleşti ve yine de, sanatın disiplinler ötesi konumunu anlamak için kavramsal açıdan yeterince donatılmış değil.

… premodern bir paradigma öneriyorum. Bu paradigma, sanatı, özel amaçları (nesneleri, yapıtları) üzerinden değil de araçları (özel edinçleri / competence [ehliyet, yeti, edinç]) üzerinden düşünmeyi gerektiriyor. Bu karşıtlık, Chomsky’nin dilbilimde kurduğu edim / edinç (performance / competence) karşıtlığına benzetilebilir. [Çev. Terimlerin karşılıkları (Berke Vardar) Bireylerin dilsel bilgisini oluşturan, sonsuz sayıda tümce üretip anlamayı sağlayan düzeneğe ya da kurallar dizgesine edinç denilmekte, bu kuralların somut söz eylemine büründüğü biçime edim adı verilmektedir.] Chomsky’nin yaptığı gibi, edinci edimle yani edincin eyleme geçirilmesiyle karşılaştırarak düşünecek olursak, modernliğin, sanatı sadece edimsel (performative) boyutuna indirgemiş olması eleştirilebilir.

40
A.A. … Karl Marx, arı örneğini Kant’tan alır, Kant bu örneği Üçüncü Eleştiri’de vermiştir ve buna göre insan, hayvanlardan ve doğadan üstündür.; aynı şekilde sanat da bilimden farklı ve üstündür çünkü bilimde kuramın nasıl gerçekleştirileceğinin bilinmesi gerekir, sanattaki beceri farklıdır ve daha fazladır çünkü sanatta, her hangi bir şeyi gerçekleştirmeyi ya da üretmeyi başarmaksızın da çok iyi bilmek mümkündür. Bilimde salt bilgi ve üretme bilgisi, birbirinden ayrılamaz; sanatta bir şeyin nasıl yapılacağını kuramsal olarak bilmek ama uygulamaya geçirememek mümkündür. Sanatsal oyunla (güzel ve hoşa giden), bilimsel çalışma (hoşa gitmeyen ve zorlanmış olan, buradan da Freud’un haz ilkesi ve gerçeklik ilkesi konusundaki kuramı) arasındaki fark Kant’a göre budur (gerçi bugün bir düşünce olarak sanatla bilim arasında bir ayrım yapmak zor). Bu nedenle sanat, uygulamadan çok kurama dayalıdır. Sanatın diğer disiplinlerin dışında olmasının bir nedeni de bu olabilir mi sence?

41
S.W. Bana öyle geliyor ki sanatla bilim arasındaki fark, disiplinin sözde özelliklerinden değil, sanatın disiplin ötesiliğinden kaynaklanıyor. Sadece sanat, disiplinler ötesidir, bunun nedeni de belki bilgiyle becerinin birbirinden ayrıldığı tek yerin sanat olmasıdır. Bu ayrılma, yapıcıysa, nitelikli olmalıdır çünkü sanat, bazı açılardan, belirli bir beceriyi barındırıyor olmasa da buna bağlı algılama edincini barındırmaktadır.

Temelde sanat, kendini, kendi tarihinde bulunan bir mantığa göre “disiplin-dışılaştırmıştır”: Sanatın özerk alanı içinde tadını çıkardığı sınırsız özgürlük, sanata, sanat ütopyasının yanıltıcı özelliğini gösterdi. Sanatın artık bu ütopyaya inanması mümkün değil. Sanat alanında gerçekleştirilen en radikal simgesel aykırılıkların, sanatın dışındaki durumu hiçbir şekilde etkilemediği görüldü…

42
A.A. … alansallık ötesileştirilen sanat, yeniden alansallaşıyor ve politik sosyoloji alanına giriyor. Bu durumda, aslında kendisi de alansallık ötesileşmekte olan bir disipline yönelmiş olmuyor mu?

43
S.W. Sanat dünyasının, eşyaların dünyasından ayrı, özerk bir dünya olarak belirmesi Kant’la birlikte gerçekleşti. Modernite boyunca sanat -diğer etkinliklerde olduğu gibi, ve Max Weber’in incelediği üretim etkinliklerinin, farklılıklarına göre uslamlanmaları sürecine uygun biçimde-  gitgide bir özerklik kazandı, yani sanat disiplinine özgü ve bu disiplinin özünde bulunan değerler, artık diğer disiplinlerin (dinin, ekonominin, mimarlığın, vb.) değerlerine indirgenemiyor. Modern bakış açısına göre, sanatsal üretim, genel ekonomi tarafından koşullandırılmış olsa da, ekonomi tarafından belirlenmezdi ya da artık belirlenmez. Öte yandan, sanatı kavrayış biçimleri ne denli farklı olsa da, Theodor Adorno, Clement Greenberg, Pierre Bourdieu gibi düşünürlerin sanat sosyolojilerinde, bu tür bütüncül bir özerklik arayışı, temel taşlardan birini oluşturuyordu. Onlara göre özerklik, sanat düşüncesinin ayrılmaz bir parçasıydı, sanatın kendine çizdiği sınırların dışına çıkarak gelişmesini sağlıyordu.

44
Bu bütüncül özerkliğe duyulan özlem hala kendini gösteriyor olsa da bu tür bir özerkliğin inandırıcılığını zedeleyecek birçok faktör gelişti.

Başlangıç olarak, genel ekonomideki dönüşümler, sanatın özerkliği kavramını yalanlayıcı güçlü bir unsur oluşturuyor. İhtiyaçların gittikçe daha da yapaylaştıkları bir dönemde, gerçekliğin reklam aracılığıyla ve tüketime yönlendiren diğer uyaranlar aracılığıyla sürekli olarak estetikleştirilmesi ve, eskiden sanatçıya atfedilen edinçlerin (hareketlilik, ast üst ilişkisine karşı kafa tutmak, içten gelen motivasyon), cognitif [bilişsel, bilisel] kapitalizm tarafından ele geçirilmesi, sanatın sahip olduğu varsayılan özerkliği, … bir sözde-özerklik komedyasına dönüştürüyor.

Sanat yapıtının özerkliğine şüpheyle yaklaşıldığını gösteren başka bir temel semptom da, özellikle Anglo-sakson üniversitelerde gözlemlenen epistemolojik değişimdir; buralarda sanat tarihi (ve nesnesiyle kurduğu dönüşümlü ilişki), yerini visual studies’e bırakıyor, bunlar daha içerikli ve genişlemiş çalışmalardır ve hiç şüphesiz bugünkü sanat anlayışına daha uygun düşmektedirler.

Ama özerklik kavramının en tutarlı eleştirileri yine sanat alanının kendisinden geldi. Avangard hareketler ve bunların takipçileri, sanatın her türlü kullanım değerinin tırnak içine alınmasına karşı çıktılar ve sanat alanıyla bu alanının dışı arasında, … ve sanatı yaşamdan ayrı tutmaya yönelik bir kavram olan sanatın özerkliği düşüncesini reddettiler

45
Sergilendikleri mekana -herhangi bir müze ya da bir kent alanı olabilir- bağlı olarak tasarlanan ve her zaman açık bir şekilde sanat olarak adlandırılmayan bu tür etkinlikler, iki tür yorumu doğurdular: “Ilımlı” bir yoruma göre, sanat yapıtı, sanatçının amacına bağlı olarak, az çok özerktir; “maksimal” bir yoruma göre, bu tür pratikler, sanatın özerkliğinin yanıltıcı yanını apaçık ortaya koymuştur. … sanat yapıtı, bir müzede de -yani sanat için ayrılmış bir mekanda da- en az tarafsız mekan olarak görülen kent mekanında olduğundan daha özerk değildir. Onlara göre, sanatla bağlamı arasındaki ilişki, her koşulda bir karşılıklılık üzerine kuruludur: Sanat sadece aldığını verir ve yapıtın simgesel ekonomisi, bağlamının genel ekonomisine bağlı olarak değerlendirilir. Ama neyin özerkliği? Sanat yapıtının mı yoksa sadece sanatın mı? Bu konuda oluşan bazı önyargılar, son dönemlerde gerçekleştirilen deneysel pratiklerden kaynaklandı. Uzun süre, sanatın, kendisini sanat yapıtları şeklinde ortaya koyduğuna, doğal bir bilgiymiş gibi inanıldı. Ama bugün birçok sanatçı, bitmiş ürün yerine üretim sürecini öne çıkaran yöntemler benimsiyor, yani süreci, bitmiş bir yapıtın ortaya konulmasından ayrı ve bağımsız tutmak istiyorlar. Oysa bir sürecin -üstelik genellikle sanatın dışında bulunduğu da düşünülürse- özerk olduğunu düşünmek çok güç. Böylece kendini gösteren görünürlük ve okunurluk sorunları, güncel sanatsal “arayışın” en belirgin sorularıdır.

46
S.W. (Nicolas Bourriaud) Sanat dünyasının dışında etkinlik gösteren ve malzeme olarak özneler arasındaki ilişkiyi seçen sanatçılarla ilgileniyordu. Oysa, ilginçtir ki -belki de değildir çünkü sanatta hep karşılaşılan bir durumdur bu- her şeyi sanata katıyor; a priori özgürleşmeyi, bağımsızlaşmayı arzulayan pratikleri, yeniden sanat dünyasına ve kurumların arasına katarak alansallaştırıyor. Yani sonuç olarak, bu deneyimlerin sonunda da “bu sadece sanat” deniyor. İnsanlar ya da özneler arasındaki ilişkiler özgün değildi, estetik hazza yönelik birer araca dönüşmüşlerdi.

Oysa olağanüstü olan şey, sanatçıların -ve genellikle kolektif sanatçıların- sosyal hareketlerle, bilim insanlarıyla ortaklaşa çalışmaları, ve imzalarını atmaya ve sanat adına hiçbir şey edinmeye çalışmaksızın edinçlerini ortaya koymaları, kullanıma açmalarıdır. Burada sanat, hiçbir hesap yapmaksızın alansallık ötesine geçmektedir, yeniden alansallaşma eğilimi yoktur. Ama bu durumda, sanatsal görünürlük katsayısı, ihmal edilecek kadar küçüktür: katılınan süreç içindeki gerçek bir simgesel verimlilik adına sanatsal görünürlük tümüyle feda edilir. Gerçeklik içinde bir eylemde bulunmak amacıyla, sanat ütopyasına ve alanın sakat bırakıcı özerkliğine sırt çevirilir.

47
Benim savunduğum, yapıtı, yaratıcısı ve izleyici kitlesi olmayan bir sanat.

A.A. Sanatsal kültür ve pratik açısından globalleşmiş bu dünya içerisinde bu ülkelerin durumunu nasıl değerlendiriyorsun, Habermas’ın “post-ulus-devlet” olarak nitelendirdiği çağdan yola çıkarak? Henüz ulus-devletler ya da ulusal özgürlük savaşı döneminin yaşandığı 1960 ve 70’li yıllarda olduğu gibi bugün de sanatsal özgüllüklerden söz edilebilir mi?

S.W. “Bir otel odasında, kendimi hemen evimde hissederim, evimde olmaktan da öte hissederim” Kafka

48
Bana göre en iyi sanatsal üretim biçimi bu, gerçek bir uluslararası sivil toplumun oluşması ve post-ulusal egemenliğe katkı düşünüldüğü zaman bile.

49
(ne yerliden ne de globalden kaynaklanan güncel sanat) … sanat dünyasının sınırlı ekonomisi -ve onu belirgin kılan iç öğelerin savaşı- ile genel ekonomiyi karıştırmamak gerek. Büyük çoğunlukla sanat dünyasındaki bir karşı çıkışın ya da içkin bir deneyimin siyasal bir değeri olduğu düşünülür, oysa hiç de böyle bir şey yoktur. Başka bir deyişle, “taşralılık” her zaman (yerelin globalin karşıtı olduğu anlamda) coğrafi değildir, …

Sanat üretilmiş kendine özgülükler olarak değil de kendine özgülüklerin üretilme biçimi olarak algılanmalıdır. Sanatın, zarar verici gücünü yeniden bulmasını sağlayacak gerçek bir paradigma değişimi, benim gözümde esersiz, sanatçısız ve izleyicisiz bir sanatın çok arzulanan ortaya çıkışını zorunlu kılar…  (Sanat Dünyamız, 2004)

50
(Damisch)
A.A. Bugün özerk bir disiplin olarak sanat tarihi yapılabileceğini düşünüyor musunuz? …

51
H.D. … sanat düşünüyor, sanatta çalışan bir düşünce var…
‘Tarih’ sözcüğü, ekonomi tarihinden, hukuk tarihinden, sanat tarihinden söz ettiğinizde aynı anlama gelmiyor. … Sanatın, içinde hâlâ tarihten söz edilebilecek bir anlam barındıran son alanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Auschwitz’ten sonra tarih nedir … ? Shakespeare’in de dediği gibi tarih “gürültü ve şiddet”ten başka bir şey değildir, sanat her zaman neşeli, her zaman çok kesin değildir… Tarih günümüz sanatçılarının geçmişle olan, sürdürülen ya da sürdürülmeyen ilişkilerinden başka bir şey değil…

52
H.D. Çinli bir klasik sanatçı için tarih taklit anlamında resim yapmak anlamına geliyordu. Resim yapmak için geçmişten örnekler almak [icazet], onlara erişmeye çalışmak gerekiyordu, bir tür meydan okuma vardı onda, geçmişteki büyük ustalara göre eksiklere ve hatalara bakıyordu. Böyle bir örnekte kesinlikle bizim olmayan bir tarih kavramı var.

53
H.D. Sanatçı sanat tarihiyle ilgilenmez, onu yapar. Bu yüzden ben sanat tarihine karşı sakınımlı davranıyorum, çünkü sanat tarihi, sanat tarihini yapanların her zaman sanatçılar olduğunu unutan bir disiplin.

55
Hegelci izlek deyince akla “sanatın ölümü” geliyor. Oysa Hegel hiçbir yerde sanatın ölümünden söz etmez. Sanata olan gereksinimin yitirildiğini söyler.

58
A.A. Kant’a göre yücelik görüldüğünde güzellik kayboluyor.

63
A.A. [içgüdü, algıdan önce gelir. (Deleuze)]

70
(sanatçının kendisine ait özel bir şeyi sunması…) H.D. Evet bir gerçek var, ama belgelendi mi?

72
(Smith)
(Sanat tarihi hâlâ bir Batı oldu-bitti’si mi?)
E.L.S. Türkiye’nin gerek geleneksel, gerek coğrafi konumuna bakıldığında Türk sanatının Avrupa’nın tamamen dışında olduğunu söylemek çok anlamsız bence. Türk sanatıyla ilgili sorun, henüz dışarı’dan mı içeri’den mi bir sanat olduğuna karar verilmemiş olması.

74
… resmî, devletin düzenlediği bir açılıştı, kendimizi kandırmayalım…

77
… Türk sanatının en büyüklerinden biri mimarisi (Sinan). … Resimlerle, heykellerle, bu türden şeylerle ilgili değil, bilinen kültürel nedenlerden dolayı; ve aynı zamanda burada Batı Avrupa’da olduğu gibi sanat ve zanaat olarak tanımlanan şeyler arasındaki gibi kesin bir bölme yok. (ikincisi, dokumacılık). Sorun özellikle Avrupalı modelleri ve biçimleri kullanarak nasıl bir sanat oluşturulacağı - bu biçimler eski tür resimler olabileceği gibi yeni biçimler de (enstalasyon, video, vb.) olabilir ve bunlar yine de anlaşılır bir biçimde Türkçe kültür dilini konuşabilirler.

81
… İngilizce yazılmış yayınlarla çağdaş sanatın tarihi kaçırıldı.

83
… hem yönetim hem de başka kültürleri asimile etme dehası… (Osmanlı Tüklerinin dehası)

 88
(Bourriaud)
N.B. … ilişkisel sanat ‘katılımcı sanat’ anlamına gelmez! Eleştirel amaçlardan yoksun bir sanatın yandaşları tarafından yapılan karikatürleri üzerime almıyorum. ‘Postprodüksiyon’, aynı sahnenin başka bir kameradan görünüşü.

90
… günümüz dünyasını geçerliliği kalmamış kategorilerle düşünmek, sanatı miadını doldurmuş kavramların yardımıyla analiz etmek bir aldatmaca olur.

A.A. … artık bir Avrupa, Afrika ya da Asya sanatının kalmadığını, sanatçı hangi ülkeden olursa olsun sosyal-demokrat, cumhuriyetçi, feminist, sosyalist ya da faşist… sanatlardan bahsedilebileceğini yazmıştın.

N.B. …ekonomik gelişmenin farklı dereceleri, ayrıca ‘çağdaş’la yerel özgünlükler arasında dünya çapında bir savaş sürüyor.

… bütün ülkeler ‘sanayileşmeden’ çıkmış değil. Batılı toplumların çoğu gelişimin bir üst basamağına, bilgi toplumu aşamasına, yani sosyolog Manuel Castells’in anlattığı gibi mutlak değerin dijital dilde ‘yaratılan, depolanan, cımbızlanan, işlenen, aktarılan’ bilgi olduğu bir ekonomiye ulaşmış durumdalar.

Peki ama sanayi toplumlarında, hatta sanayi-öncesi toplumlarda yaşayan sanatçıların durumu ne olacak? Mesele şu: Bütün imgelemler bugün özgür ve eşit mi doğuyor? Bazı sanatçılar kültürel determinizmden kendilerini kurtarmayı başardılar, ama global bir estetiğin içinde erimediler bunun sonucunda…

… (bir taraftan gelenekselciliğe, bir taraftan da globalleşmenin getirdiği tektipleşmeye karşı direniş) belki de benim ‘altermodern’ dediğim, yeni bir modern ruh yaratıyor.

93
… yazılı açıklamaları çok zengin tutarak kitleyi yukarı çekmeye çalışacaktık.

94
A.A. … disiplinlerin birbirine karışması (DJ’li gecelerle birleştirilen sosyoloji ya da felsefe konferansları)

98
(Fleckner)
U.F. “memoire affective” hakkındaki görüşleriyle Théodule Ribot gibi [Warburg’un] çağdaşı olan fizyologlar ya da yaşantıların canlının genetik yapısına deyiş yerindeyse kaydedildiği “engram hazinesi” düşüncesiyle Richard Semon…

99
… Proust’un ve “mémorie involontaire” (gönülsüz bellek) fikrinin de…




.
.
.
.