.
.
.
.
.
Diyaloglar
Gilles
Deleuze & Claire Parnet
(Çev. Ali Akay),
Bğlam Yayınları, 1990, İstanbul
41
Gelecek ve
Geçmiş’in pek bir anlamı yok, önemli olan Şimdi-oluş Tarih değil, coğrafya, ne
başı ne sonu, ama ortası; sapları ve çatıları olan ağaçlar değil, ortasında
büyüyen ve ortasında bulunan ot. Kaldırım taşları arasında daima otlar. Ama tam
manasıyla felsefe denilen bu kaldırım taşları tarafından otu boğup, sarartan,
ezilen düşüncedir. «İmge» burada ideoloji anlamında kullanılmaz, ama düşünceyi
iktidarın belli kurallarına göre yöneten ve eğiten bütün bir organizasyon,
dahası onun kendisinde büyüyen ve ona bir iktidar aygıtı yerleştiren
anlamındadır: Us (ratio) tıpkı bir mahkeme, evrensel bir devlet, tinlerin
cumhuriyeti (boyun eğdikçe yasama görevlisi, yasama memuru olursunuz çünkü
sadece saf akla boyun eğersiniz…).
51
Göçebeler hep
ortadadırlar. İstep* ortasından yükselir, büyük ormanlara ve büyük imparatorluklara
girerler. İstep, ot ve göçebeler, hepsi aynı şeylerdir. Göçebelerin ne geçmişi
ne de geleceği vardır, ama sadece oluşları vardır, kadın-oluş: onların harika
hayvansal sanatları. Göçebelerin tarihi yoktur. Onların yalnız coğrafyaları
vardır.
52
Bu hız sorunu
hem çok önemli, hem de çok karışıktır. Yarışmada birinci olmak değildir; hız
sayesinde geç de kalınabilir. Bu değişmek de değildir; hız ile birlikte
kımıldamaz ve değişmez de olunabilir. Hız, bir oluş ve bu gelişme veya evrim
değildir. Bir taksi gibi olmayı gerektirir, bekleme çizgisi, kaçış çizgisi,
trafik sıkışıklığı, şişenin ağzı, kırmızı ve yeşil ışıklar, hafif paranoyaklık,
polis ile güçlü ilişkiler.
54
Düşüncenin
imgesine karşı imgesiz düşünce eylemleri; ağaçlara karşı ot veya köksap; devlet
aygıtına karşı savaş makinası; birleştirmelere veya toplanmalara karşı
karmakarışık çokluklar; belleğe karşı unutma kuvveti; tarihe karşı coğrafya;
noktaya karşı çizgi vs.
61
Toynbee
göçerlerin, en ciddi anlamında, ne yolcu ne de göçen, en coğrafi anlamında,
olduklarını ve tam tersine kımıldamayanlar, isteplere yapışıp kalanlar, büyük
adımlarında yerlerinde duranlar, en büyük yeni silahların icatçıları olarak,
onların oldukları yerde bir kaçış çizgisi izlediklerini göstermiştir. (L’Histoire, Gallimart, s.185). Ne geçmişleri,
ne de gelecekleri olan göçerlerden tarih hiçbir şey anlamadı.
62
Kim bize bir
kaçış çizgisi üzerinde bütün kaçtıklarımızı tekrar bulamayacağımızı
söyleyebilir? Sonsuz ana babadan kaçarak, kaçış çizgisi üzerinde Oidipus
oluşlarının hepsini tekrar bulmuyor muyuz? Faşizmden kaçarken kaçış çizgisi
üzerinde faşist katılaşmalara yeniden rastlıyoruz. Her şeyden kaçarken, nasıl
anavatanımızı, iktidar oluşlarımızı, alkollerimizi, psikanalizlerimizi, ana
babalarımızı yeniden oluşturmadan kaçabiliriz? Kaçış çizgisinin arı ve basit
bir kendikendini mahvetme hareketi ile karşılaşmaması için nasıl davranmalıyız,
Fitzgerald’ın alkolikliği, Lawrence’ın cesaretini kaybedişi, Virginia Wolf’un
intiharı, Kerouac’ın acı sonu. … Kaçış çizgisi üzerinde, onu çizerken işte
sadece bunu öğrenebiliriz: geçirilen tehlikeler, orada bırakılan sabır ve
sıkıntılar, sürdürülmekte olan yapılması gerekli düzeltmeler, bütün bunlar
kaçış çizgisini kara deliklerden kurtarmak için.
64
Bir kaçış
çizgisi üzerinde daima bir ihanet kolgezer. Geleceğini güvence altına almak
isteyen bir düzen insanının hilesi gibi değil, ama ne geçmişi ne de geleceği
olan basit bir adamın hile yapması gibidir bu. Bizi tutmak isteyen, toprağın
yerleşik güçleri ve sabit güçler aldatılır.
74
En büyük
yanlışlık, tek yanlışlık kaçış çizgisinin yaşamdan kaçışı içerdiğini sanmak
olacaktır; düşgücünde veya sanatta kaçış. Ama kaçmak tersine gerçek üretmek,
yaşamı yaratmak, kendine bir mücadele silahı bulmaktır. Genelde, bu aynı yanlış
harekette yaşam kişisel bir şeye indirgenir veya eser sonunu kendinde bulmak
zorundadır, ya da tam bir eser gibidir ve bu daima yazının yazısına gönderimde
bulunur.
75
Gerçekte,
yazmada bir sonuç yoktur; çünkü açıkça, yaşamın kişisel bir şeyi yoktur. Yahut
yazının amacı yaşamı kişisel olmayan bir güce taşımaktır. Oradan itibaren her
türlü toprağı, kendinde taşıyan her türlü sonucu bırakıp gider. ... Yazmanın
başka bir işlevi yoktur: akım olmak ve diğer akımlarla birleşmek - dünyanın
bütün azınlık-oluşları olmak. Akım şiddet dolu bir şeydir, anında oluşur ve
yerini bir başkası doldurur; yaratma ve yıkma arasındadır.
85
(ingilizce-amerikanca)
bu emperyalist, hegemonyacı bir dildir. Ama o ölçüde de yeraltı emeğinde yara
alabilir yahut dili mayınlayan ağızlar (diyalekt) tarafından bıçaklanabilir ve
bunlar ona bir bozulma oyunu ve çok geniş bir değişkenliği
kabullendirtebilirler.
Amerikan-dili
resmi despotik kendini beğenmişliğini, hegemonyacı ergin kendini
beğenmişliğini, ancak kendi kendisini kırması, tuhaf istidatı üzerine
bükülmesi, onu içten içe yiyip bitiren, ister istemez resmi olmadan yayıldıkça
da bu hegemonyayı kemiren, azınlıkların gizli hizmetine koyularak meydana
getirir: iktidarın öbür yüzü. İngilizce daima bu azınlık dilleri tarafından çalıştırılmıştır,
anglo-galce, anglo-İrlanda’ca vs., bunların her biri İngilizceye karşı savaş
makinalarıdır.
88
... bir beden ne
yapabilir? Hangi etkilere sahiptir? Etkiler oluşlardır: bazen bizim eylem
gücümüzü azalttığı ölçüde bizi zayıflatır ve (üzüntü) ilişkilerimizi bozar,
bazen ise gücümüzü arttırarak bizi daha yüksek ve geniş bir bireye taşıyarak
daha güçlü kılarlar (neşe). Spinoza bedene şaşırıp kalmaktadır. O bir bedene
sahip olmaya çalışmaktadır, ama bedenin neye kâbil olduğuna şaşırmaktadır.
Bedenler cinslerine ve tarzlarınagöre, organlarına ve onların işlevlerine göre
kendilerini belirlemezler, ama yapabildiklerine göre, kabil oldukları
etkilerine göre, eylem olarak tutkularına göre belirlenirler. Etki alanlarının
listesini belirlemeden önce bir hayranı belirleyemezsiniz. Bu yönde birtarla
atı ile koşu beygiri arasında bir tarla beygiri ile öküzden daha büyük bir fark
vardır. Spinoza'nın çok uzak bir takipçisi sakırgaya (bir tür kere) bakınız, o
şöyle söyler: bu hayvana hayranlıkla bakınız, çünkü üç türlü etki ile kendini
belirlemektedir, bileşime girdiği ilişkilerin işlevlerine göre yapabildiği
bütün hepsi bunlardan ibarettir; üç kutuplu bir dünya ve hepsi bu kadar! Işık
sakırgayı etkiler ve bir dalın ucuna kadar ayağa kalkar. Bir memeli hayvanın
kokusu onu etkiler ve kendini onun üzerine bırakıverir. Kıllar onu rahatsız
eder ve sıcak kan içmek ve derinin içine saplanmak için kıların olmadığı bir
köşede yer arar. Kör ve sağır sakırga kocaman ormanda üç etkiye sahiptir ve
arda kalan zamanda rastlantıyı bekleyerek seneler boyunca uyur durur. Buna
rağmen o ne büyük kuvvettir! Sonuçta, kabil olduğu etkilere ait işlevler ve
organlar vardır. Önce basit hayvanlarla başlamak; onların az sayıda etkileri
vardır ve ne bizim dünyamıza aittirler nede başka dünyaya; ... İşte felsefi
hayvanlar bunlardır.
89
Bedenin daha tam
olarak ne olduğunu bilmiyoruz. O (Spinoza) bedenden bir model ve tinden de
bedene bağlı bir basitlik yapmak istemektedir. O tinin beden üstündeki sahte
üstülüğünü yoketmek istemektedir. Beden ve tin vardır ve İkisi detek ve aynı
şeyi anlatmaktadırlar: bedenin özniteliği ve tinin anlatımı (örneğin hız). ...
Yalnızca insanların değil, yerleşik iktidarların da bile üzüntü bulaştırdığı
tatsız bir dünyada yaşamaktayız. ... Yerleşik iktidarların bizi köleliğe
indirgemek için bizim üzüntülerimize ihtiyaçları vardır. Tiran, papaz ve tin
alıcılarının hayatın ağır ve zor olduğunu bize ispatlamaları gerekmektedir.
İktidarlar bizi eskisinden daha az baskı altında tutmakta ama bize daha fazla
bunalım vermek zorundadırlar...
Yalnızca
insanların değil, yerleşik iktidarların da bize üzüntü bulaştırdığı tatsız bir
dünyada yaşamaktayız. Üzüntü, üzgün bulaşıcılıklar eylem gücümüzü en aza
indirenlerdir. Yerleşik iktidarların bizi köleliğe indirgemek için bizim
üzüntülerimize ihtiyaçları vardır. Tiran, papaz ve tin alıcılarının hayatın
ağır ve zor olduğunu bize ispatlamaları gereklidir. İktidarlar bizi eskisinden
daha az baskı altında tutmakta ama bize daha fazla bunalım vermek zorundadırlar
yahut Virilio'nun dediği gibi, içten küçük terörlerimizi örgütlemek ve yönetmek
ihtiyacındadırlar.
115
… Psikanalizde
para ödemenin kabul edilmesine ve konuşmaya inanılır. Ama en ufak bir konuşma
şansımız yoktur. Psikanaliz insanların konuşmalarını önlemek ve onlardan gerçek
anlatım şartlarının tümünü birden çekip almak için yapılmıştır.
129
Artık hiçbir
biçim yoktur, ama biçimlenmemiş öğeler arasında sinematik ilişkiler vardır;
artık hiçbir özne yoktur, fakat kolektif düzenlemeleri oluşturan öznesiz
dinamik bireyselleşmeler vardır.
132
Arzunun ne kadar
basit bir şey olduğunu bilir misiniz? Uyumak bir arzudur. Gezmek bir arzudur.
Müzik dinlemek yahut müzik yapmak yahut yazmak arzudur. İhtiyarlık da arzudur.
Ölüm bile. Arzuda yorumlanacak hiçbir şey yoktur, arzunun kendisi deneydir.
… bütün acı
çekenleri bizim karşımıza çıkarırlar: bunların hiçbir eksiği yok mudur? derler.
Ve sık sık arzuyu eksikten ve kanundan çıkararak bize karşı çıkarırlar…
133
Arzu belli
seçkinlere ait değildir ve bir kere yapıldıktan sonra bir devrimin başarısına
ayrılmamıştır. Onun kendisi içkin bir devrim sürecidir. O konstrüktivisttir,
kendiliğindenci değildir. Her düzenlemenin kolektif olduğu gibi, kendisi de
kolektiftir, her arzunun halkın yahut kitlelerin işi olduğu, moleküler bir iş
olduğu doğrudur.
141
Önümüzde,
yaşamın süresini dolduracak çok zamanımız var ve bu tastamamına yolculuğumuzu
bitirmeye yarayacak olan bir yaşam süresidir.
150
Makine bir
mekanizma olmasın, beden bir organizma olmasın, arzu hep orada
düzenlenmektedir. Ancak bir mazoşist veya bir alkolik veya bir iştahsız
(anorexique) vs. aynı şekilde düzenlenmezler. … İştahsızlık bir politikadır,
bir mikro-politikadır: insanın kendisinin bir tüketim nesnesi olmaması için,
tüketim normlarından kaçmak. Bu kadınsal bir protestodur, onu yalnızca bağımlılığa
iten sosyal ve organik işlemler değil, bedenin işlemesine sahip olmak isteyen
bir kadının protestosudur. Tüketimi tüketime karşı çevirecektir. O daima bir
manken olacaktır, o daima uçan bir ahçı olacaktır, diğerlerine yedirecek yahut
kendi yemeden diğer yiyenlerin masasında oturacak, yahut az tözleri, az yemek
yemeyi çoğaltacaktır. … O iki “zayıflatıcı yoğurt” kabı üzerine hızla
ilerleyerek, kurt gibi acıktım der. Açlığı yanıltıcı, aileyi yanıltıcı,
yiyeceği yanıltıcı. Kısaca, anoreksi bir politika hikayesidir: Organizmayı,
aileyi veya tüketim toplumunu nekahat devresine sokmak. Nerede şiddet
sürekliliği vardır, orada politika vardır (anoreksik’in dolusu veya boşu),
küçük yiyecek parçacıklarını yaymak veya kapamak (rejim yapmaya veya perhiz
yapmaya karşı organsız bir bedenin oluşması) ve özellikle akımların kesişmesi
(bir yiyecek akımı, giyim akımı ile dil akımı ile, cinsellik akımı ile ilişkiye
girer: Anoreksikte (iştahsız kişide) tüm bir moleküler kadın-oluş, ister erkek
ister kadın olsun, vardır. Bir gösterge rejimi adını vermiş olduğumuz işte
budur.
152
Hangi çağda
yaşamak isterdiniz? Kimin yerinde olmak isterdiniz? ve siz eğer bir bitki olmuş
olsaydınız hangi manzarada yaşamak isterdiniz? Bütün bunlar zaten hepsi
sizsiniz, sadece yanıtlarda yanılmaktasınız. Başka düzenlemelerde, başka yerde
gerçekleşen sizler daima soyut bir makine için bir düzenlemesiniz.
156
Felix Guattari …
dilbilimi ilkeleri üzerine bir metin yazmıştır: 1) Esas olan pragmatiktir,
çünkü pragmatiklik gerçek bir politikadır, dilin bir mikro-politikasıdır; 2) Ne
dilin değişmezleri ne de “performanslarından” ayrılan “yetkinlik”, ne de
evrensellik vardır; 3) Dilin kendine has soyut makinası yoktur, fakat kolektif
anlatım düzenlemelerini dile veren soyut makinalar vardır (anlatım öznesi
yoktur); aynı zamanda bunlar içeriğe arzunun belli bir makinesal düzenlemesini
verirler (arzunun imleyeni yoktur); 4) Süreklilikler, kesişmeler, yayılan
içeriklerde her türlü akımın olduğu gibi, bir dilin içinde birden çok diller
vardır.
Dilin bir işlevi
yoktur, fakat aynı anda anlatım akımlarını ve içerik akımlarını kesen gösterge
rejimleri vardır, bunlar birincilerde arzunun düzenlemelerini, ikincilerde
anlatım düzenlemelerini belirlerler, birinciler de ikincilerinin içindedir.
162
Neden genelleştirilmiş
bir kliniğe göre “Spinozizm”, “Kafkaizm”, “Proustizm”, “Nietzscheizm” yoktur;
yani neden anti-filozofik, anti-psikanalitik, anti-psikiyatrik göstergeler
rejiminin bir göstergebilimi olmaz? … Tıpta büyüleyici olan doktorun birinin
özel isminin bir semptomlar kümesini belirli kılmaya hizmet etmiş olmasıdır:
Parkinson, Roger… İşte burada özel isim, özel isim olmakta veya işlevini
bulmaktadır. Yani doktor yeni bir kümeleşme yeni bir semptomlar bireyselliği,
yeni bir vaka yapmıştır, o zaman kadar birbirleriyle karışmış rejimleri
birbirlerinden ayırmış, o zaman kadar ayrı tutulmuş rejimlerin bir araya
gelmesini sağlamıştır. Fakat doktorla hasta arasında ne fark vardır? Hasta da
kendi özel ismini vermektedir. Bu Niezsche’nin düşüncesidir: bir uygarlığın hastası,
doktoru gibi artisti, yazarı. Ne kadar fazla kendi gösterge rejiminizi
yaparsanız, o kadar az bir kişi, bir özne olursunuz, o kadar fazla diğerlerini
de taşıyan, diğerleri ile kesişen, icat eden, ileriyi gören, kişi olmayan
bireysellikler meydana getiren bir “kolektif” olursunuz.
165
… arzunun tüm
kişiliğini kaybederek en yüksek bireyselliğine eriştiği özel isminin olduğu
dayanıklılık planı -farkedilmez- oluş, fare Josephine.
178
Büyük kopmalar,
karşıtlıklar daima tartışılabilirler, ama küçük çatlamalar ve fark edilmeyen
Güneyden gelen kopmalar asla tartışılamaz. “Güney” diyoruz ve bu çok önemli
değil, parça çizgisinin yönünden başka birini belirlemek için Güneyden
bahsediyoruz. Ama herkesin bir Güneyi vardır ve bu herhangi bir yerde
bulunabilir, bu onun kaçış veya iniş çizgisidir. Ülkelerin, sınıfların,
cinsiyetlerin kendi Güneyleri vardır. Godard: önemli olan sadece mücadele
ettikleri büyük çizgide karşıt iki tarafın olması değildir, ama aynı zamanda
değişik bir şekilde yönlendirilmiş moleküler bir kırık çizgi üzerinde kayan ve
her şeyin oradan geçmekte olduğu sınır da önemlidir. 68 Mayısı, böyle moleküler
bir çizginin patlamasıydı, Amazonların ortaya çıkıvermesi, sınırın beklenmeyen
çizgisini çizmesi, birbirlerini artık tanımayan, birbirlerinden ayrılmış
bloklar gibi parçaları beraberinde götürdü.
179
… bu soyut
makinalar diğerleri tarafından üstkodlanıp, parçalanıp, örgütlenirken, aynı
zamanda da onların içine mayın döşemektedirler, her biri diğerlerinin içinde,
düzenlemenin kalbinde beraberce çalışmaktadırlar. Aynı şekilde içkin
dayanıklılık planı ve aşkın örgütlenme planı arasında ikilik yoktur. Aralarında
sadece hızlılık ve yavaşlık ilişkilerinin olduğu ikinci plan, birinci planın
biçimlerinden ve öznelerinden partikülleri koparıp durur ve özneleri ve
biçimleri örgütlemek, etkileri belirlemek, hareketleri bloke etmek için diğeri
kendisini içkinlik planı üzerinde yükseltir.
187
Paul Virilio…
Mutlak barış Devleti topyekün savaş Devletinden daha korku vericidir, soyut
makineyle tam özdeşleşmeyi gerçekleştirip, sözünün geçerli olduğu yerlerin ve
büyük parçaların dengesi “gizli bir kılcallık” ile ilişkiye girmektedir. …
“Apaçık ve yeterinden çok örgütlenmiş toplum”u tamamlayan “sosyal bir bataklık”
vardır.
189
… aynı savaş makinasının kısımlarını
oluşturan kaçış çizgisiyle buluştuklarında yaşam, eser, bunlar aynı şeylerdir.
Uzun zamandan beri bu şartlarda eser edebi veya metinsel olmaktan, yaşam ise
kişisel olmaktan çıktı.
190
Pierre Clastres
son bir metinde, ilkel gruplarda savaşın işlevinin nasıl bir Devlet aygıtının
kurulmasını savmak olduğunu açıklamıştır. 190 (not: savaş makinası göçebeye aittir, Devlete değil. Devlet daha sonra
savaş aygıtını düzenli bir orduya dönüştürür).
192
… anlatım öznesi
yoktur ve her özel isim kolektiftir; her düzenleme daha başından beri
kolektiftir.
195
Bizim durumumuzu
belirleyen hem Devletin ötesinde, hem de berisindedir. Ulusal Devletlerin
ötesinde, dünya pazarının gelişmesi, çokuluslu şirketlerin gücü, “evrensel” bir
örgütlenmenin eskizi, kapitalizmin tüm sosyal bedenlere yayılması, teknolojik,
sanayileşmeci ve parasal akımları üstkodlayan büyük soyut bir makinanın şeklini
oluştururlar. (196) Aynı zamanda, gözetleme, denetim ve sömürü araçları
gittikçe daha ince, daha yaygın, bir bakıma daha moleküler oluşumlardır (Zengin
ülkelerin işçileri zorunlu olarak Üçüncü Dünya’nın sömürüsüne iştirak
etmektedirler, erkekler kadınların sömürüsüne iştirak etmektedirler vs.). …
Azınlık, dilbilimsel, etnik, bölgesel, cinsiyet, gençlik, sorunlar sadece
eksikliklerinin adına ortaya çıkmakla kalmayıp, Devletin düzenlemelerini ve
makinanın bütünsel ekonomisini tamamen içkin bir şekilde sorun haline getiren
güncel devrimci şekillerini de ortaya çıkarmaktadırlar. Devrimin ebedi
olanaksızlığı üzerine ve genelde bir savaş makinasının faşistleşerek geri
dönüşü üzerine bahis tutuşmak yerine niçin yeni bir devrim tipinin olanaklı
olmaya başladığını ve her türlü canlı, değişken makinanın savaş veren, kesişen
ve Devletlerin ve Dünya’nın örgütlenme planına mayın döşeyen bir dayanıklılık
planı çizdikleri düşünülmesin? (197) Çünkü, bir kere daha, Dünya ve Devletleri
planlarının efendileri değillerdir artık ve devrimler kendilerinin biçimlerinin
bozulmasına mahkûmdurlar. Bir bakıma oyunda her şey belirsiz olarak
oynanmaktadır, “karşı karşıya, sırt sırta, sırt yüze…” Devrimin geleceğinin
sorunu kötü bir sorudur; çünkü onu bu şekilde sordukça, birçok insan devrimci
olmaktan vazgeçecektir ve soru, özellikle, her yerde, her düzeyde insanların
devrimci oluşlarını önlemek için, bu şekilde sorulmuştur.
.
.
.
.