22 Kasım 2014

Marc Augé - Yer-olmayanlar

.
.
.
.
















.
.





Yer-Olmayanlar  (1992)
(Üstmodernliğin Antropolojisine Giriş)
Marc Augé

Kesit Yayıncılık, (Çev. Turhan Ilgaz), 1997 İstanbul



Yakın ve Öte

13
“yakının antropolojisi”
“öte’nin ve bura’nın etnologlarının ilgi alanları arasındaki çakışma…”

Antropoloji, her zaman, bura’nın ve şimdi’nin antropolojisi olmuştur. Sahada çalışan etnolog herhangi bir yerde bulunan (bu yer, onun o anki ‘bura’sıdır) ve gözlemlediği ya da bizatihi o anda duyduğu şeyi betimleyen kişidir. Daha sonra elbette yaptığı gözlemin niteliği, oluşturduğu metni yönlendiren niyetleri, önyargıları ya da öteki etmenler üzerinde şüphe duyulabilir: yine de her etnolojinin mevcut bir güncelliğin bir doğrudan tanığını varsaydığı olgusu açıktır.

15
Bilgi verenin sözü, geçmiş için olduğu kadar şimdiki zaman için de geçerlidir. Tarihsel ilgileri olan ve olması gereken antropolog, bu yüzden, stricto sensu (Lat. kelimenin tam anlamıyla..) bir tarihçi değildir.

Elbette, Avrupalının, Batılının ‘bura’sı, bütün anlamını, İngiliz ve Fransız antropolojilerinin ayrıcalıklılaştırdıkları, öncenin ‘sömürgesi’, bugünün ‘az gelişmişi’ olan uzaktaki ‘öte’ye göre kazanmaktadır. Ama ‘bura’ ve ‘öte’ karşıtlığını iki antropoloji arasındaki karşıtlığın başlangıç noktası gibi kullanabilmek, ancak daha önce sorun olan şeyi önvarsaymakla mümkündür: yani, iki ayrışık antropolojinin söz konusu olduğunu önvarsaymakla.

16
Uzak toprakların kapanması nedeniyle etnologların Avrupa üzerine kapanma eğilimine girdikleri iddiası, itirazlara açık bir itirazdır. … antropoloji alanında, Avrupa üzerinde çalışmanın nedenleri olumlu nedenlerdir. … Avrupacı etnolojinin en modernlikçi bazı tanımlarının dayanmak istedikleri Avrupa/öte karşıtlığını sorgulamaya asıl yöneltebilecek olan şey de, bu olumlu nedenlerin incelenmesidir.

17
… çağdaş dünyanın özgül dolaşım kipleri, toplaşma kipleri (çalışma, dinlenme, eyleşme), kurumları, olguları, antropolojik bir bakış açısını doğrulayıcı nitelikte midirler?

18
Bu durumda yöntem sorununu, amaç sorunuyla karıştırmamak esastır. Araştırma yöntemlerimizin denetiminde olacak gözlem birimlerini yalıtabildiğimiz takdirde, modern dünyanın etnolojik gözleme uygun olduğu sıklıkla söylenmiştir (Lévi-Strauss).

Yöntemin görünümü, muhataplarla gerçek bir temas zorunluluğu bir şey, seçilen grubun temsil ediciliği bir başka şeydir: gerçekten de söz konusu olan, konuştuğumuz ve gördüğümüz kişilerin konuşmadığımız ve görmediğimiz kişiler hakkında bize ne dediklerini bilmektir. Saha çalışması yapan etnoloğun faaliyeti, baştan itibaren, bir toplum kadastrocusunun, ölçeklerle oynayan bir cambazın, küçük karşılaştırmacının faaliyetidir… Bu gerçek ampirik nesne sorununun, bu temsiliyet sorununun, büyük bir Afrika krallığı ile Paris banliyösündeki bir işletmede farklı olarak ortaya çıktığını öne sürmeye imkân verecek hiçbir şey yoktur.

24
… antropolojik araştırma öteki sorununu şimdiki zamanda ele alır. Öteki sorunu, fırsat düştükçe, karşılaştığı bir tema değildir; bu tema onun yegâne entelektüel nesnesidir, farklı araştırma alanları ondan kalkarak tanımlanırlar. Antropolojik araştırma bu temayı şimdiki zamanda ele alır, bu da onu tarihten ayırmaya yeter. Ve bu temayı eş zamanlı olarak birçok bağlamda ele alır, bu ise onu öteki toplumbilimlerinden ayırır.

26
… uzak toplumların antropolojisine ve ondan da fazla olarak incelediği toplumlara şu keşfi borçluyuz: toplumsal olan bireyle başlar; birey etnolojik bakışa bağlıdır.

29
Kültürler de yaş tahta gibi ‘çalışırlar’ ve asla tamamlanmış bütünsellikler oluşturmazlar (dışa ve içe bağlı nedenlerle); ve ne kadar basit olduklarını düşünürsek düşünelim, bireyler de, asla, kendilerini onlara bir yer ayıran düzene göre konumlandıracak kadar basit değillerdir: o yerin bütünselliğini ancak belli bir açıdan ifade ederler.

30
… çağdaş dünya, hızlanmış dönüşümleri yüzünden, antropolojik bakışa, yani ötekilik kategorisi üzerinde yenilenmiş ve yöntemli bir düşünülmemeye çağrıda bulunmaktadır. Bu dönüşümlerden üçü, özel bir dikkatle incelenecektir.

Birincisi, zamana, zamanı algılayış biçimimize, ama bir yandan da zamanı nasıl kullandığımıza, onu nasıl sahiplendiğimize ilişkindir.

31
Sonra’nın önce’ye göre açıklanabileceğini içeren gelişim düşüncesi, bir bakıma, XIX. yüzyılın açık denizinin aşılmasına eşlik etmiş olan umutlardan ya da yanılsamalardan çıkarken, XX. yüzyılın kayalıklarına çarpıp batmıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu sav, birbirinden farklı birçok saptamaya dayanmaktadır: insanlığın ahlâki bir gelişimine tanıklık ettikleri her halde söylenemeyecek olan dünya savaşları, totalitarizmler ve soykırım siyasetlerinin sergiledikleri vahşetler; büyük anlatıların, yani insanlığın bütünsel evrimini açıkladıklarını iddia eden ve bunu başaramamış olan büyük yorum sistemlerinin sonu…

33
… tarih hızlanmaktadır. … Tarihi topuklarımızda taşıyoruz. Gölgemiz gibi, ölüm gibi bizi izliyor. … Tarih: yani birçokları tarafından olay olarak kabul edilen bir dizi olay, … olaylar.

34
François Furet Penser la Révolution’da (Devrimi Düşünmek) bize ne söyler? Devrim’in (Fransız Devrimi) patlak verdiği günden itibaren, devrimci olayın, “bu konumlanışın dökümü içinde kayıtlı olmayan yeni bir tarihi eylem kipselliğini kurumlaştırdığını”.

35
(olaylar çoğalması, olaysallıktaki aşırı bolluk, enformasyondaki aşırı bolluk, olaysallık yoğunluğu)

36
Yeni olan şey, dünyanın anlamdan yoksun oluşu, az ya da daha az anlama sahip olması değildir, bizlerin açıkça ve yoğun bir şekilde ona bir anlam vermenin her günkü ihtiyacını duymamızdır: dünyaya bir anlam vermek, yoksa falanca kasabaya ya da filanca soya değil. Şimdiki zamana, olmazsa geçmişe, bir anlam vermek için duyulan bu ihtiyaç, olaysallıktaki aşırı bolluğun bedelidir ve aşırılık, temel kipselliğini açıklamak üzere “üstmodernlik” diyebileceğimiz bir konumlanışa tekabül etmektedir.

Yaşam süresinin uzaması, üç yerine dört kuşağın bir arada yaşama alışkanlığına geçiş, toplumsal hayatın düzeni içinde aşama aşama pratik değişikliklere yol açıyor. Ama, buna koşut olarak, bu değişiklikler de kolektif, soya ilişkin ve tarihi belleği genişletiyor, her bireyin kendi tarihinin Tarih’le kesiştiği ve de berikinin ötekini ilgilendirdiği duygusuna sahip olabileceği fırsatları çoğaltıyorlar.

37
… yakın geçmişe bir anlam vermedeki güçlüğümüzün nedeni bütün bir şimdiki zamanı anlama arzumuzdur…

38
Çağdaş dünyaya özgü ikinci hızlandırılmış dönüşüm ve üstmodernliğe özgü aşırılığın ikinci figürü uzamla ilgilidir. Uzam aşırılığıyla ilgili olarak öncelikle söyleyebileceğimiz şey, burada da bir parça çelişkili olsa da, onun gezegenin daralmasıyla; uzay adamlarının başarımlarının ve yapma-uydularımızın danslarının tekabül ettikleri, kendimizin ulaşabileceğimiz uzaklığa yerleştirilmesiyle bağıntılı olduğudur. … hızlı ulaşım imkanları… antenler, … gezegenin öteki ucunda cereyan etmekte olan bir olaya ilişkin anlık ve bazen de eş zamanlı bir görüyü bize verebiliyorlar.

41
… bize öyle geldi ki, zamanın kavranışının tarihsel yorumun baskın modalarının köktenci bir yıkıcılığıyla kemirilmekten daha çok şimdinin olaysal aşırıbolluğu tarafından zorlaştırıldığı gibi, uzamın kavranışı da süregiden altüst oluşlar tarafından yıkılmaktan çok (zira toprağa ilişkin olguların gerçeği içinde ve, ondan fazla olarak, bireysel ve kolektif bilinçlerde ve hayal güçlerinde, hâlâ birtakım bölgeler, birtakım topraklar vardır) şimdinin uzamsal aşırıbolluğu tarafından zorlaştırılmıştır. Uzamsal aşırıbolluk, daha önce de gördüğümüz gibi, ölçek değişikliklerinde, görüntülendirilmiş ve imgesel gönderimlerin çoğalmasında ve de taşıma araçlarının şaşırtıcı hızlanışında dile gelmektedir. [Bu durum] Somut olarak çok büyük fizik değişmelere yol açmaktadır: kentsel yığılmalar, topluluğun bir yerden bir yere aktarımı ve … ‘yer’e karşı, bizim ‘yer-olmayanlar’ diye adlandıracağımız şeyin çoğalması. Yer-olmayanlar, insanların ve malların hızlandırılmış dolaşımı için zorunlu döşemler (ekspres yollar, bankamatikler, hava alanları) olabildikleri kadar da taşıma araçlarının kendileridir, ya da büyük alış-veriş merkezleridir, ya da yine, gezegenin sığınmacılarının beklemeye geldikleri uzatmalı transit kamplarıdır.

[Jeolojik Bakış]
42
Ölçek değişiklikleri, parametre değişiklikleri: tıpkı XIX. yüzyılda olduğu gibi, bizlere, yeni uygarlıkların ve yeni kültürlerin incelemesine girişmek kalıyor.

Üstmodernliğin dünyası, içinde yaşadığımızı sandığımız dünyanın ölçülerine tastamam uymuyor, zira henüz bakmasını öğrenemediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Uzamı düşünmeyi yeniden öğrenmemiz gerekmektedir.

43
Üstmodernlik konumlanışının kendisine göre tanımlanabileceği üçüncü aşırılık figürünü biliyoruz: Ego’nun, bireyin figürüdür bu ve, söylendiği gibi, antropolojik düşünülmemede bile yeniden kendini göstermektedir; zire topraksız bir evrende yeni sahaların ve büyük anlatılardan yoksun bir dünyada kuramsal soluğun bulunmayışı yüzünden, etnologlar, bazı etnologlar, kültürleri (yöreselleştirilmiş kültürler, Mauss’vari kültürler) tıpkı metinler gibi incelemeye kalkıştıktan sonra, yalnızca etnografik betimlemeyi ve üstelik metin olarak incelemekle yetinme noktasına geldiler. … etnolojinin kendi araştırma sahalarına, sahada araştırma yapanların araştırılmasını ikame ederek yoldan çıkması mümkündür.

44
Batılı toplumlarda birey, en azından, kendine bir dünya kılmak ister. Kendisine bırakılmış enformasyonları kendi kendine ve kendi için yorumlamayı düşünür.

45
… bireyi nasıl düşünüp konumlandırmalı?

46
… bireyin toplumlarımızdaki yenilenmiş statüsü dikkate alındığında, temsil edilebilirliğin koşullarının yeni baştan nasıl tanımlanacağı sorunu…

47
Bir çağdaşlık antropolojisinin gerçekleşme koşulları sorunu, yöntemden nesneye doğru yer değiştirmek zorundadır. … nesne sorunu bir önceliktir.

(olaysal aşırıbolluk, uzamsal aşırıbolluk ve gönderimlerin bireyselleşmesi)

48
XXI. yüzyıl, antropolojik bir yüzyıl olacaktır…


Antropolojik Yer

55
Mauss’a göre, modern toplum içinde, seçkinlerin kitlesine ait olmayanların herhangi biri, ‘ortalama’ insandır. Ama arkaizm, ortalamadan başkasını bilmez. ‘Ortalama’ insan, “arkaik ya da geri kalmış toplumlardaki hemen hemen bütün insanların” benzeridir; şu nedenle ki, tıpkı onlar gibi çok yakın çevreden gelen etkilere açıktır, bunlara karşı bir kırılganlık göstermektedir ve esasen onu ‘bütünsel’ olarak nitelemeye imkân veren de bunlardır.

61
… yer, … zorunlu olarak tarihseldir. Orada yaşayanlar, bilgi nesnesi olmaları gerekmeyen işaret noktalarını orada tanıyabildikleri ölçüde daha bir tarihseldir. … Antropolojik yer’in sâkini, tarihin içinde yaşar, tarih yapmaz.

63
Antropolojik yer’in tanımı üzerinde bir an duraklayacak olursak, bu yer’in öncelikle geometrik olduğunu fark ederiz. … Geometrinin terimleriyle, çizgi, çizgilerin kesişmesi ve kesişme noktasıdır söz konusu olan. Somut olarak, güncelliğin içinde daha bir aşinası olduğumuz coğrafyada, bir yandan güzergahlardan, bir yer’den ötekine götüren ve insanlar tarafından çizilmiş olan eksen ya da yollardan, öte yandan da insanların karşılaştıkları, buluştukları ve bir araya toplandıkları … alan ve kavşaklardan ve nihayet, … bir uzamı ve sınırları tanımlayan, şu ya da bu ölçüde anıtsal merkezlerden söz etmek mümkün olabilir.

64
Bu basit formlar büyük siyasal ya da ekonomik uzamları belirlemezler; köy uzamını olduğu gibi evin uzamını da tanımlamaktadırlar.

65
Kimlik/özdeşlik ve ilişki, klasik olarak antropolojik araştırmaya konu olan bütün uzamsal düzeneklerin içinde yer alır.
Tarih de öyle. Zira uzamda kayıtlı bütün ilişkiler, aynı zamanda da sürenin içinde kayıtlıdırlar ve anıştırageldiğimiz basit uzamsal formlar ancak zamanın içinde ve zaman aracılığıyla somutlaşırlar.

66
… dinsel ya da toplumsal takvim (ör. Perşembe pazarı) genellikle tarımsal takvimi örnek alır…

Anıt [monument], sözcüğün Latince etimolojisinin de gösterdiği gibi, daimiliğin ya da, en azından sürenin, elle tutulur deyimi olmaktadır. Tanrılar için tapınaklar, hükümdarlar için saraylar ve tahtlar gerekir ki, zamansal arıziliklere boyun eğmesinler. … Yaşayanların gözünde, anıtsal yanılsama olmaksızın tarih yalnızca bir soyutlama olurdu. Toplumsal uzamda, her bireyin, içlerinden çoğunun kendisinden önce varolduğu gibi kendisinden sonra da yaşayacağına ilişkin doğrulanmış bir duyguya sahip olabileceği görkemli taş yapılar, ya da alçakgönüllü toprak tapınaklar, doğrudan işlevsel olmayan anıtlar yükselmektedir. Zamanın devamlılığını, tuhaf bir şekilde, uzam içindeki bir dizi kopukluklar ve kesintiler işaretlemektedir.

67
En azından hayal gücü düzleminde, beden, dışarıdan kuşatılabilecek, karma ve aşamalı-düzene sokulmuş bir uzamdır.

68
(Akan uygarlıklarında -bugünkü Gana ve Fildişi Sahili) Bir kimseyi ani bir şekilde uyandırmak, o kimseyi, uyandıracak yerde öldürebilirse, bu, o “merciler”den birinin, geceleyin dolaşıp duran ikincisinin, uyanma anında yeniden kendi bedeniyle bütünleşecek zamanı bulamayabilmesi yüzündendir.

69
Bazen bedenin mumyalanması ya da bir mezarın yükseltilmesi, ölümün ardından, bedenin anıta dönüşmesini tamamlamaktadır.

Böylece bireysel tematik ile kolektif tematiğin, basit uzamsal formlardan hareketle, kesişip bağdaştığı görülüyor. Siyasal simgesellik, toplumsal bir topluluğun içsel çeşitliliklerini egemen bir figürün birliğinde birleştiren ve simgeleyen yetkenin gücünü ifade edebilmek için, bu olabilirlikleri kullanmaktadır. bazen bunu, kralın bedenini çok sayıdaki bir bedenmişçesine öteki bedenlerden ayırmak suretiyle başarır. Kralın çift bedenliliği teması Afrika'da tümüyle akla uygun bir temadır.

70
Ama, kralın bedeninin çoğalmasından da daha ilginç ve daha doğrulanmış olarak, asıl, hükümdarlık yetkesinin odaklanmış olduğu uzamın toplaşması ve yoğunlaşması dikkatimizi çekmelidir. Çoğu zaman, hükümdar zorunlu ikamete maruz kalmış durumdadır, ayrıca, saatler boyu kraliyet koltuğu üzerinde sergilenmek ve kullarına bir nesne gibi gösterilmek üzere, hemen hemen tam bir hareketsizliğe mahkûmdur. (Hükümdarın bedeninin bu edilgenliği-kitleselliği, Frazer'i ve ondan yola çıkarak, bu olguda eski Meksika, Benin Körfezi Afrikası, ya da Japonya gibi zaman ve uzam içinde birbirinden son derece uzakta yer alan krallıkların ortak bir çizgisini saptayan Durkheim'ı etkilemişti. Bütün bu örneklerde ilginç olan husus, hükümdarı uzun saatler boyunca bir mineral hareketsizliğine mahkûm eden, krallığın sabit merkezi olma işlevini yerine getirmek için, onun bedenine zaman zaman bir nesnenin (taç, koltuk) ya da bir başka insan bedeninin ikame edilebilirliğidir.

71
(Beyaz Saray, Kremlin)
Ardışık düzdeğişmeceler [mürsel mecaz] sonucunda, bir ülkeyi başkentiyle ve başkenti de yöneticilerin bulundukları binanın adıyla anmak, alışık olduğumuz bir şeydir. Siyasal dil doğallıkla uzamsaldır (yalnızca sağdan ya da soldan söz ettiğinde bile), hiç şüphesiz birliği ve çeşitliliği eş zamanlı olarak düşünmek zorunda olduğu için -merkezcilik de bu çift yönlü ve çelişik zorlamanın, aynı zamanda en yaklaşık, en imgeleşmiş ve en maddi ifadesi olmaktadır.

75
(Fransa), (gastronomi başkenti, bıçakçılık başkenti, çiftlik tavuğunun beşiği,...), (kapellalar, şatolar, taş anıtlar, el sanatları, dantel ya da seramik müzesi...) Tarihe derinlemesine malolmuşluk, dışa açılmayla aynı düzeyde talep edilmektedir, sanki biri ötekini dengelemektedir.

78
(üç Paris sarayı: Elysée, Fransa cumhurbaşkanlarının; Mantignon, başbakanların ve Hôtel de Ville [Belediye Sarayı] de Paris Belediye başkanlarının ikametgahları ve çalışma mekanlarıdır. çn.)

79
... insan kimi anlar, iktidar merkezinin Elysée'den Mantignon'a, hattâ Mantignon'dan palais Royal'e (anayasa Mahkemesi) doğru mu kaymakta olduğunu kendi kendine sorduğunda, söz konusu olan basit bir eğretileme değildir..


Yerler'den Yer-Olmayanlar'a

85
Sanatta modernlik, yerin bütün zamansallıklarını, uzamda ve sözde sabitleştikleri şekilde saklar.

Eğer bir yer, kimlikleyici/özdeşleyici, ilişkisel ve tarihsel olarak tanımlanabilirse, kimlikleyici/özdeşleyici olarak da, ilişkisel olarak da, tarihsel olarak da tanımlanamayan bir uzamı, bir yer-olmayan'ı tanımlayacaktır. Burada savunulan varsayım, üstmodernliğin yer-olmayanların üreticisi olduğu; yani, bizatihi antropolojik yerler olmayan ve Baudelaire'gil modernliğin öngördüğünün tersine, eski yerlerle bütünleşmeyen uzamların üreticisi olduğudur: eski yerler, dizgelenmiş, sınıflandırılmış, "anı yerleri" katına yükseltilmiş olarak, burada, çevrelenmiş ve özgül bir yer işgal etmektedirler. Klinikte dünyaya gelinen ve hastanede ölünen, geçiş noktaları ve geçici uğraşların (otel zincirleri ve eyleşilen mekanlar, tatil köyleri, mülteci kampları, yıkımın ya da yozlaştırıcı sürekliliğin pençesindeki gecekondu mahalleleri) ya gösterişli ya da insani olmayan kipsellikler halinde çoğaldıkları, aynı zamanda yaşanan mekanlar da olan ulaşım araçlarının girift bir şebeke halinde geliştikleri, geniş alanlara, bankamatiklere ve kredi kartlarına alışkın kişinin 'dilsiz' tecimin jestleriyle yeniden tanıştığı bir dünya; böylece yalnız bireyselliğe, geçişe, geçiciliğe ve anlık olana vaat edilmiş bir dünya, başkaları gibi antropoloğa da, hangi bakış açısından hoş görülebileceğini sormazdan önce ilk kez karşılaşılan boyutlarını ölçmenin uygun düşeceği yeni bir nesne önermektedir. ... Yer ve yer-olmayan, birer kaçıcı kutupsallıktır daha çok: birincisi hiçbir zaman tümüyle silinmemiştir, ikincisi kendini hiçbir zaman tümüyle gerçekleştirmez -kimlik/özdeşlik ile ilişki arasındaki tartışmalı oyunun durmadan ve yeniden yazılması için her seferinde silinen parşömenler gibidir bunlar.

90
'Uzam' teriminin kendisi 'yer' teriminden daha soyuttur, zira bu ikincisini kullandığımızda en azından bir olaya (bir yerde cereyan etmiş olan), bir söylenceye (anılan yer) ya da bir tarihe (olay yeri) göndermede bulunuruz. 'Uzam' terimi, fark gözetmeksizin, bir düzlüğe, iki şey ya da iki nokta arasındaki mesafeye, ya da zamansal bir büyüklüğe uyarlanabilir. (aralık, zaman aralığı).

94
Ve eğer yerler'in, özgül bir şekilde yolculuğu tanımlayan kullanımına 'uzam' adı verilecekse, seyrettiği şeyin doğası onu gerçekten ilgilendirmeksizin, bireyin seyirci olarak kendini duyumsadığı uzamların olduğunu da eklemek gerekmektedir. Sanki seyircinin konumu seyirin esasını oluşturuyormuş gibi, sanki, sonuçta, seyirci konumundaki seyirci, kendi için kendisinin seyircisiymiş gibi. Turistik amaçlı broşürlerin birçoğu, okyanusun sonsuzluğunu, karlar altındaki dağların kavisli zincirlenişini ya da gökdelenlerle kaplı kentsel bir ufuk çizgisini dikkatle gözleyen, yalnız ya da toplanmış, meraklı ya da temaşa etmekte olan yüzlerin imgesini gezi meraklılarına önceden sunmak suretiyle, bakışın böylesi bir geri dönüşünü, böylesi bir dolambaçlılığını öngörür: sonuç olarak yalnız ondan söz eden, ama bir başka isim taşıyan (Tahiti, Huez Alpleri, New York) kendi imgesini, önceleyen imgesini öngörür. Gezginin uzamı, böylece, yer-olmayan'ın ilk örneği [arketipi] olacaktır.

104
(Üstmodernliğin gerçek yer-olmayanları kendilerini aynı zamanda da bize önerdikleri sözcük ya da metinlerle tanımlarlar. Sağ şeridi izleyin; sigara içmek yasaktır; ... bölgesine giriyorsunuz.)

105
... otoyol güzergâhı iki yönden dikkat çekici olmaktadır: işlevsel zorunluluk nedeniyle bizi yakınlaştırdığı bütün önemli yerleri ıskalamaktadır; ama bunları yorumlamaktadır; ... geçenler... görmekten çok düzenli olarak okumak durumunda kaldıkları soyut manzara, sonuçta tuhaf bir şekilde aşina hale gelmektedir...

107
Çoğu zaman yerleşim birimini oluşturan evlerin arkasından geçirilen demiryolu, taşralıları gündelik hayatlarının mahremiyeti içinde, ön cepheden değil ama bahçe yönünden, mutfak yönünden, ya da yatak odası yönünden ve akşamları da, ışık yönünden yakalar...

110
Tek başına ama tıpkı başkaları gibi, yer olmayanın kullanıcısı da, yer-olmayanla (ya da onu yöneten güçlerle) sözleşmeye dayanan bir ilişki içindedir. (havaalanlarında biletin teyit edilmesi, hipermarkette kimlik ve kredi kartı, otoyollarda geçişler, vb).Yer-olmayanın kullanıcısı, belli bir şekilde, her zaman için masumiyetini kanıtlamakla yükümlü tutulmuştur.

111
Bütün sıradan esirikliler gibi, az çok yetenek ya da inanmışlıkla kendini bıraktığı yumuşak bir tutsaklığın nesnesi olarak, bir süre için kimliksizleşmenin edilgin sevinçlerini ve rol yapmanın daha etkin hazzını tatmaktadır.
Başkalarına olduğu gibi ona da seslenen metin-manzarayla sürdürdüğü sessiz söyleşim içinde belirginleşen tek çehre, duyulan tek ses kendininkilerdir.

112
(kaptan pilot) "Uçağın sağ tarafından, Lizbon kentini görebilirsiniz." Aslında görünen bir şey yoktur: ... seyirlik olan şey bir fikirden, bir sözcükten ibarettir.

115
Bugünkü dünyanın somut gerçekliği içinde, yerler ve uzamlar, yerler ve yer-olmayanlar birbirlerine karışmakta, birbirlerinin içine girmektedirler.

119
Modernliğin seyircisinin temaşa ettiği şey, eski ve yeninin üst üste binmişliğidir. Üstmodernlik ise, eskiyi (tarihi) özgün bir seyirlik haline getirir -her türlü egzotizm ve her türlü yerel tikellikler gibi. Onda, tarih ve egzotizm, yazılı metinde geçen 'alıntılar'la aynı rolü oynarlar...

120
Yer-olmayan ütopyanın zıttıdır: varolmakta ve hiçbir organik toplumu barındırmamaktadır.


Sonuç

126
Etnolojinin her zaman uğraşmak zorunda olduğu, en azından iki uzam vardır: incelediği yer'in uzamı (bir kasaba, bir işletme) ve o yer'in içine yerleşik bulunduğu ve yerel ilişkilerin içsel oyunu üzerinde birtakım etkiler ve baskılar uygulayan, daha geniş ölçekli alan (etnik grup, krallık, devlet). Etnolog böylece yöntembilimsel şaşılığa mahkum edilmiş durumdadır: gözleminin ilk ağızdaki konusu olan yer'i de, onun dıştaki adımlarının akla uygun sınırlarını da gözden kaçırmamak zorundadır.

127
yer-olmayanın deneyimi içinde anlamlı olan şey, onun, topraksal çekime, yer'in ve geleneğin yerçekimlerine ters orantılı olan çekim gücüdür.

128
bireysel imge (güzergâhı özgürce ve bireysel olarak kat etmenin imgesi)


.
.
.
.

16 Kasım 2014

Gilles Deleuze & Claire Parnet - Diyaloglar

.
.
.




.
.

Diyaloglar
Gilles Deleuze & Claire Parnet
(Çev. Ali Akay), Bğlam Yayınları, 1990, İstanbul


41
Gelecek ve Geçmiş’in pek bir anlamı yok, önemli olan Şimdi-oluş Tarih değil, coğrafya, ne başı ne sonu, ama ortası; sapları ve çatıları olan ağaçlar değil, ortasında büyüyen ve ortasında bulunan ot. Kaldırım taşları arasında daima otlar. Ama tam manasıyla felsefe denilen bu kaldırım taşları tarafından otu boğup, sarartan, ezilen düşüncedir. «İmge» burada ideoloji anlamında kullanılmaz, ama düşünceyi iktidarın belli kurallarına göre yöneten ve eğiten bütün bir organizasyon, dahası onun kendisinde büyüyen ve ona bir iktidar aygıtı yerleştiren anlamındadır: Us (ratio) tıpkı bir mahkeme, evrensel bir devlet, tinlerin cumhuriyeti (boyun eğdikçe yasama görevlisi, yasama memuru olursunuz çünkü sadece saf akla boyun eğersiniz…).

51
Göçebeler hep ortadadırlar. İstep* ortasından yükselir, büyük ormanlara ve büyük imparatorluklara girerler. İstep, ot ve göçebeler, hepsi aynı şeylerdir. Göçebelerin ne geçmişi ne de geleceği vardır, ama sadece oluşları vardır, kadın-oluş: onların harika hayvansal sanatları. Göçebelerin tarihi yoktur. Onların yalnız coğrafyaları vardır.

52
Bu hız sorunu hem çok önemli, hem de çok karışıktır. Yarışmada birinci olmak değildir; hız sayesinde geç de kalınabilir. Bu değişmek de değildir; hız ile birlikte kımıldamaz ve değişmez de olunabilir. Hız, bir oluş ve bu gelişme veya evrim değildir. Bir taksi gibi olmayı gerektirir, bekleme çizgisi, kaçış çizgisi, trafik sıkışıklığı, şişenin ağzı, kırmızı ve yeşil ışıklar, hafif paranoyaklık, polis ile güçlü ilişkiler.

54
Düşüncenin imgesine karşı imgesiz düşünce eylemleri; ağaçlara karşı ot veya köksap; devlet aygıtına karşı savaş makinası; birleştirmelere veya toplanmalara karşı karmakarışık çokluklar; belleğe karşı unutma kuvveti; tarihe karşı coğrafya; noktaya karşı çizgi vs.

61
Toynbee göçerlerin, en ciddi anlamında, ne yolcu ne de göçen, en coğrafi anlamında, olduklarını ve tam tersine kımıldamayanlar, isteplere yapışıp kalanlar, büyük adımlarında yerlerinde duranlar, en büyük yeni silahların icatçıları olarak, onların oldukları yerde bir kaçış çizgisi izlediklerini göstermiştir. (L’Histoire, Gallimart, s.185). Ne geçmişleri, ne de gelecekleri olan göçerlerden tarih hiçbir şey anlamadı.

62
Kim bize bir kaçış çizgisi üzerinde bütün kaçtıklarımızı tekrar bulamayacağımızı söyleyebilir? Sonsuz ana babadan kaçarak, kaçış çizgisi üzerinde Oidipus oluşlarının hepsini tekrar bulmuyor muyuz? Faşizmden kaçarken kaçış çizgisi üzerinde faşist katılaşmalara yeniden rastlıyoruz. Her şeyden kaçarken, nasıl anavatanımızı, iktidar oluşlarımızı, alkollerimizi, psikanalizlerimizi, ana babalarımızı yeniden oluşturmadan kaçabiliriz? Kaçış çizgisinin arı ve basit bir kendikendini mahvetme hareketi ile karşılaşmaması için nasıl davranmalıyız, Fitzgerald’ın alkolikliği, Lawrence’ın cesaretini kaybedişi, Virginia Wolf’un intiharı, Kerouac’ın acı sonu. … Kaçış çizgisi üzerinde, onu çizerken işte sadece bunu öğrenebiliriz: geçirilen tehlikeler, orada bırakılan sabır ve sıkıntılar, sürdürülmekte olan yapılması gerekli düzeltmeler, bütün bunlar kaçış çizgisini kara deliklerden kurtarmak için.

64
Bir kaçış çizgisi üzerinde daima bir ihanet kolgezer. Geleceğini güvence altına almak isteyen bir düzen insanının hilesi gibi değil, ama ne geçmişi ne de geleceği olan basit bir adamın hile yapması gibidir bu. Bizi tutmak isteyen, toprağın yerleşik güçleri ve sabit güçler aldatılır.

74
En büyük yanlışlık, tek yanlışlık kaçış çizgisinin yaşamdan kaçışı içerdiğini sanmak olacaktır; düşgücünde veya sanatta kaçış. Ama kaçmak tersine gerçek üretmek, yaşamı yaratmak, kendine bir mücadele silahı bulmaktır. Genelde, bu aynı yanlış harekette yaşam kişisel bir şeye indirgenir veya eser sonunu kendinde bulmak zorundadır, ya da tam bir eser gibidir ve bu daima yazının yazısına gönderimde bulunur.

75
Gerçekte, yazmada bir sonuç yoktur; çünkü açıkça, yaşamın kişisel bir şeyi yoktur. Yahut yazının amacı yaşamı kişisel olmayan bir güce taşımaktır. Oradan itibaren her türlü toprağı, kendinde taşıyan her türlü sonucu bırakıp gider. ... Yazmanın başka bir işlevi yoktur: akım olmak ve diğer akımlarla birleşmek - dünyanın bütün azınlık-oluşları olmak. Akım şiddet dolu bir şeydir, anında oluşur ve yerini bir başkası doldurur; yaratma ve yıkma arasındadır.

85
(ingilizce-amerikanca) bu emperyalist, hegemonyacı bir dildir. Ama o ölçüde de yeraltı emeğinde yara alabilir yahut dili mayınlayan ağızlar (diyalekt) tarafından bıçaklanabilir ve bunlar ona bir bozulma oyunu ve çok geniş bir değişkenliği kabullendirtebilirler.

Amerikan-dili resmi despotik kendini beğenmişliğini, hegemonyacı ergin kendini beğenmişliğini, ancak kendi kendisini kırması, tuhaf istidatı üzerine bükülmesi, onu içten içe yiyip bitiren, ister istemez resmi olmadan yayıldıkça da bu hegemonyayı kemiren, azınlıkların gizli hizmetine koyularak meydana getirir: iktidarın öbür yüzü. İngilizce daima bu azınlık dilleri tarafından çalıştırılmıştır, anglo-galce, anglo-İrlanda’ca vs., bunların her biri İngilizceye karşı savaş makinalarıdır.

88
... bir beden ne yapabilir? Hangi etkilere sahiptir? Etkiler oluşlardır: bazen bizim eylem gücümüzü azalttığı ölçüde bizi zayıflatır ve (üzüntü) ilişkilerimizi bozar, bazen ise gücümüzü arttırarak bizi daha yüksek ve geniş bir bireye taşıyarak daha güçlü kılarlar (neşe). Spinoza bedene şaşırıp kalmaktadır. O bir bedene sahip olmaya çalışmaktadır, ama bedenin neye kâbil olduğuna şaşırmaktadır. Bedenler cinslerine ve tarzlarınagöre, organlarına ve onların işlevlerine göre kendilerini belirlemezler, ama yapabildiklerine göre, kabil oldukları etkilerine göre, eylem olarak tutkularına göre belirlenirler. Etki alanlarının listesini belirlemeden önce bir hayranı belirleyemezsiniz. Bu yönde birtarla atı ile koşu beygiri arasında bir tarla beygiri ile öküzden daha büyük bir fark vardır. Spinoza'nın çok uzak bir takipçisi sakırgaya (bir tür kere) bakınız, o şöyle söyler: bu hayvana hayranlıkla bakınız, çünkü üç türlü etki ile kendini belirlemektedir, bileşime girdiği ilişkilerin işlevlerine göre yapabildiği bütün hepsi bunlardan ibarettir; üç kutuplu bir dünya ve hepsi bu kadar! Işık sakırgayı etkiler ve bir dalın ucuna kadar ayağa kalkar. Bir memeli hayvanın kokusu onu etkiler ve kendini onun üzerine bırakıverir. Kıllar onu rahatsız eder ve sıcak kan içmek ve derinin içine saplanmak için kıların olmadığı bir köşede yer arar. Kör ve sağır sakırga kocaman ormanda üç etkiye sahiptir ve arda kalan zamanda rastlantıyı bekleyerek seneler boyunca uyur durur. Buna rağmen o ne büyük kuvvettir! Sonuçta, kabil olduğu etkilere ait işlevler ve organlar vardır. Önce basit hayvanlarla başlamak; onların az sayıda etkileri vardır ve ne bizim dünyamıza aittirler nede başka dünyaya; ... İşte felsefi hayvanlar bunlardır.

89
Bedenin daha tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. O (Spinoza) bedenden bir model ve tinden de bedene bağlı bir basitlik yapmak istemektedir. O tinin beden üstündeki sahte üstülüğünü yoketmek istemektedir. Beden ve tin vardır ve İkisi detek ve aynı şeyi anlatmaktadırlar: bedenin özniteliği ve tinin anlatımı (örneğin hız). ... Yalnızca insanların değil, yerleşik iktidarların da bile üzüntü bulaştırdığı tatsız bir dünyada yaşamaktayız. ... Yerleşik iktidarların bizi köleliğe indirgemek için bizim üzüntülerimize ihtiyaçları vardır. Tiran, papaz ve tin alıcılarının hayatın ağır ve zor olduğunu bize ispatlamaları gerekmektedir. İktidarlar bizi eskisinden daha az baskı altında tutmakta ama bize daha fazla bunalım vermek zorundadırlar...

Yalnızca insanların değil, yerleşik iktidarların da bize üzüntü bulaştırdığı tatsız bir dünyada yaşamaktayız. Üzüntü, üzgün bulaşıcılıklar eylem gücümüzü en aza indirenlerdir. Yerleşik iktidarların bizi köleliğe indirgemek için bizim üzüntülerimize ihtiyaçları vardır. Tiran, papaz ve tin alıcılarının hayatın ağır ve zor olduğunu bize ispatlamaları gereklidir. İktidarlar bizi eskisinden daha az baskı altında tutmakta ama bize daha fazla bunalım vermek zorundadırlar yahut Virilio'nun dediği gibi, içten küçük terörlerimizi örgütlemek ve yönetmek ihtiyacındadırlar.

115
… Psikanalizde para ödemenin kabul edilmesine ve konuşmaya inanılır. Ama en ufak bir konuşma şansımız yoktur. Psikanaliz insanların konuşmalarını önlemek ve onlardan gerçek anlatım şartlarının tümünü birden çekip almak için yapılmıştır.

129
Artık hiçbir biçim yoktur, ama biçimlenmemiş öğeler arasında sinematik ilişkiler vardır; artık hiçbir özne yoktur, fakat kolektif düzenlemeleri oluşturan öznesiz dinamik bireyselleşmeler vardır.

132
Arzunun ne kadar basit bir şey olduğunu bilir misiniz? Uyumak bir arzudur. Gezmek bir arzudur. Müzik dinlemek yahut müzik yapmak yahut yazmak arzudur. İhtiyarlık da arzudur. Ölüm bile. Arzuda yorumlanacak hiçbir şey yoktur, arzunun kendisi deneydir.

… bütün acı çekenleri bizim karşımıza çıkarırlar: bunların hiçbir eksiği yok mudur? derler. Ve sık sık arzuyu eksikten ve kanundan çıkararak bize karşı çıkarırlar…

133
Arzu belli seçkinlere ait değildir ve bir kere yapıldıktan sonra bir devrimin başarısına ayrılmamıştır. Onun kendisi içkin bir devrim sürecidir. O konstrüktivisttir, kendiliğindenci değildir. Her düzenlemenin kolektif olduğu gibi, kendisi de kolektiftir, her arzunun halkın yahut kitlelerin işi olduğu, moleküler bir iş olduğu doğrudur.

141
Önümüzde, yaşamın süresini dolduracak çok zamanımız var ve bu tastamamına yolculuğumuzu bitirmeye yarayacak olan bir yaşam süresidir.

150
Makine bir mekanizma olmasın, beden bir organizma olmasın, arzu hep orada düzenlenmektedir. Ancak bir mazoşist veya bir alkolik veya bir iştahsız (anorexique) vs. aynı şekilde düzenlenmezler. … İştahsızlık bir politikadır, bir mikro-politikadır: insanın kendisinin bir tüketim nesnesi olmaması için, tüketim normlarından kaçmak. Bu kadınsal bir protestodur, onu yalnızca bağımlılığa iten sosyal ve organik işlemler değil, bedenin işlemesine sahip olmak isteyen bir kadının protestosudur. Tüketimi tüketime karşı çevirecektir. O daima bir manken olacaktır, o daima uçan bir ahçı olacaktır, diğerlerine yedirecek yahut kendi yemeden diğer yiyenlerin masasında oturacak, yahut az tözleri, az yemek yemeyi çoğaltacaktır. … O iki “zayıflatıcı yoğurt” kabı üzerine hızla ilerleyerek, kurt gibi acıktım der. Açlığı yanıltıcı, aileyi yanıltıcı, yiyeceği yanıltıcı. Kısaca, anoreksi bir politika hikayesidir: Organizmayı, aileyi veya tüketim toplumunu nekahat devresine sokmak. Nerede şiddet sürekliliği vardır, orada politika vardır (anoreksik’in dolusu veya boşu), küçük yiyecek parçacıklarını yaymak veya kapamak (rejim yapmaya veya perhiz yapmaya karşı organsız bir bedenin oluşması) ve özellikle akımların kesişmesi (bir yiyecek akımı, giyim akımı ile dil akımı ile, cinsellik akımı ile ilişkiye girer: Anoreksikte (iştahsız kişide) tüm bir moleküler kadın-oluş, ister erkek ister kadın olsun, vardır. Bir gösterge rejimi adını vermiş olduğumuz işte budur.

152
Hangi çağda yaşamak isterdiniz? Kimin yerinde olmak isterdiniz? ve siz eğer bir bitki olmuş olsaydınız hangi manzarada yaşamak isterdiniz? Bütün bunlar zaten hepsi sizsiniz, sadece yanıtlarda yanılmaktasınız. Başka düzenlemelerde, başka yerde gerçekleşen sizler daima soyut bir makine için bir düzenlemesiniz.

156
Felix Guattari … dilbilimi ilkeleri üzerine bir metin yazmıştır: 1) Esas olan pragmatiktir, çünkü pragmatiklik gerçek bir politikadır, dilin bir mikro-politikasıdır; 2) Ne dilin değişmezleri ne de “performanslarından” ayrılan “yetkinlik”, ne de evrensellik vardır; 3) Dilin kendine has soyut makinası yoktur, fakat kolektif anlatım düzenlemelerini dile veren soyut makinalar vardır (anlatım öznesi yoktur); aynı zamanda bunlar içeriğe arzunun belli bir makinesal düzenlemesini verirler (arzunun imleyeni yoktur); 4) Süreklilikler, kesişmeler, yayılan içeriklerde her türlü akımın olduğu gibi, bir dilin içinde birden çok diller vardır.

Dilin bir işlevi yoktur, fakat aynı anda anlatım akımlarını ve içerik akımlarını kesen gösterge rejimleri vardır, bunlar birincilerde arzunun düzenlemelerini, ikincilerde anlatım düzenlemelerini belirlerler, birinciler de ikincilerinin içindedir.

162
Neden genelleştirilmiş bir kliniğe göre “Spinozizm”, “Kafkaizm”, “Proustizm”, “Nietzscheizm” yoktur; yani neden anti-filozofik, anti-psikanalitik, anti-psikiyatrik göstergeler rejiminin bir göstergebilimi olmaz? … Tıpta büyüleyici olan doktorun birinin özel isminin bir semptomlar kümesini belirli kılmaya hizmet etmiş olmasıdır: Parkinson, Roger… İşte burada özel isim, özel isim olmakta veya işlevini bulmaktadır. Yani doktor yeni bir kümeleşme yeni bir semptomlar bireyselliği, yeni bir vaka yapmıştır, o zaman kadar birbirleriyle karışmış rejimleri birbirlerinden ayırmış, o zaman kadar ayrı tutulmuş rejimlerin bir araya gelmesini sağlamıştır. Fakat doktorla hasta arasında ne fark vardır? Hasta da kendi özel ismini vermektedir. Bu Niezsche’nin düşüncesidir: bir uygarlığın hastası, doktoru gibi artisti, yazarı. Ne kadar fazla kendi gösterge rejiminizi yaparsanız, o kadar az bir kişi, bir özne olursunuz, o kadar fazla diğerlerini de taşıyan, diğerleri ile kesişen, icat eden, ileriyi gören, kişi olmayan bireysellikler meydana getiren bir “kolektif” olursunuz.

165
… arzunun tüm kişiliğini kaybederek en yüksek bireyselliğine eriştiği özel isminin olduğu dayanıklılık planı -farkedilmez- oluş, fare Josephine.

178
Büyük kopmalar, karşıtlıklar daima tartışılabilirler, ama küçük çatlamalar ve fark edilmeyen Güneyden gelen kopmalar asla tartışılamaz. “Güney” diyoruz ve bu çok önemli değil, parça çizgisinin yönünden başka birini belirlemek için Güneyden bahsediyoruz. Ama herkesin bir Güneyi vardır ve bu herhangi bir yerde bulunabilir, bu onun kaçış veya iniş çizgisidir. Ülkelerin, sınıfların, cinsiyetlerin kendi Güneyleri vardır. Godard: önemli olan sadece mücadele ettikleri büyük çizgide karşıt iki tarafın olması değildir, ama aynı zamanda değişik bir şekilde yönlendirilmiş moleküler bir kırık çizgi üzerinde kayan ve her şeyin oradan geçmekte olduğu sınır da önemlidir. 68 Mayısı, böyle moleküler bir çizginin patlamasıydı, Amazonların ortaya çıkıvermesi, sınırın beklenmeyen çizgisini çizmesi, birbirlerini artık tanımayan, birbirlerinden ayrılmış bloklar gibi parçaları beraberinde götürdü.

179
… bu soyut makinalar diğerleri tarafından üstkodlanıp, parçalanıp, örgütlenirken, aynı zamanda da onların içine mayın döşemektedirler, her biri diğerlerinin içinde, düzenlemenin kalbinde beraberce çalışmaktadırlar. Aynı şekilde içkin dayanıklılık planı ve aşkın örgütlenme planı arasında ikilik yoktur. Aralarında sadece hızlılık ve yavaşlık ilişkilerinin olduğu ikinci plan, birinci planın biçimlerinden ve öznelerinden partikülleri koparıp durur ve özneleri ve biçimleri örgütlemek, etkileri belirlemek, hareketleri bloke etmek için diğeri kendisini içkinlik planı üzerinde yükseltir.

187
Paul Virilio… Mutlak barış Devleti topyekün savaş Devletinden daha korku vericidir, soyut makineyle tam özdeşleşmeyi gerçekleştirip, sözünün geçerli olduğu yerlerin ve büyük parçaların dengesi “gizli bir kılcallık” ile ilişkiye girmektedir. … “Apaçık ve yeterinden çok örgütlenmiş toplum”u tamamlayan “sosyal bir bataklık” vardır.

189
… aynı savaş makinasının kısımlarını oluşturan kaçış çizgisiyle buluştuklarında yaşam, eser, bunlar aynı şeylerdir. Uzun zamandan beri bu şartlarda eser edebi veya metinsel olmaktan, yaşam ise kişisel olmaktan çıktı.

190
Pierre Clastres son bir metinde, ilkel gruplarda savaşın işlevinin nasıl bir Devlet aygıtının kurulmasını savmak olduğunu açıklamıştır. 190 (not: savaş makinası göçebeye aittir, Devlete değil. Devlet daha sonra savaş aygıtını düzenli bir orduya dönüştürür).

192
… anlatım öznesi yoktur ve her özel isim kolektiftir; her düzenleme daha başından beri kolektiftir.

195
Bizim durumumuzu belirleyen hem Devletin ötesinde, hem de berisindedir. Ulusal Devletlerin ötesinde, dünya pazarının gelişmesi, çokuluslu şirketlerin gücü, “evrensel” bir örgütlenmenin eskizi, kapitalizmin tüm sosyal bedenlere yayılması, teknolojik, sanayileşmeci ve parasal akımları üstkodlayan büyük soyut bir makinanın şeklini oluştururlar. (196) Aynı zamanda, gözetleme, denetim ve sömürü araçları gittikçe daha ince, daha yaygın, bir bakıma daha moleküler oluşumlardır (Zengin ülkelerin işçileri zorunlu olarak Üçüncü Dünya’nın sömürüsüne iştirak etmektedirler, erkekler kadınların sömürüsüne iştirak etmektedirler vs.). … Azınlık, dilbilimsel, etnik, bölgesel, cinsiyet, gençlik, sorunlar sadece eksikliklerinin adına ortaya çıkmakla kalmayıp, Devletin düzenlemelerini ve makinanın bütünsel ekonomisini tamamen içkin bir şekilde sorun haline getiren güncel devrimci şekillerini de ortaya çıkarmaktadırlar. Devrimin ebedi olanaksızlığı üzerine ve genelde bir savaş makinasının faşistleşerek geri dönüşü üzerine bahis tutuşmak yerine niçin yeni bir devrim tipinin olanaklı olmaya başladığını ve her türlü canlı, değişken makinanın savaş veren, kesişen ve Devletlerin ve Dünya’nın örgütlenme planına mayın döşeyen bir dayanıklılık planı çizdikleri düşünülmesin? (197) Çünkü, bir kere daha, Dünya ve Devletleri planlarının efendileri değillerdir artık ve devrimler kendilerinin biçimlerinin bozulmasına mahkûmdurlar. Bir bakıma oyunda her şey belirsiz olarak oynanmaktadır, “karşı karşıya, sırt sırta, sırt yüze…” Devrimin geleceğinin sorunu kötü bir sorudur; çünkü onu bu şekilde sordukça, birçok insan devrimci olmaktan vazgeçecektir ve soru, özellikle, her yerde, her düzeyde insanların devrimci oluşlarını önlemek için, bu şekilde sorulmuştur.



.
.
.
.

04 Kasım 2014

John A. Endler - Çardakkuşları, Sanat ve Estetik

.
.
.




.
.


Çardakkuşları, sanat ve estetik
Bowerbirds, art and aesthetics

Çardakkuşları sanatçı mı ve estetik duyuma sahipler mi?
Are bowerbirds artists and do they have an aesthetic sense?

John A. Endler

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3419115/
https://www.landesbioscience.com/journals/cib/article/19481/


Özet
Erkek Çardakkuşları, çardak adı verilen ve sadece dişilerle eşleşmek için cazibe yaratmaya hizmet eden bir yapıyı kurmakta ve dekore etmektedirler. Dişiler hangi erkek Çardakkuşuyla eşleşeceğine karar vermeden önce birçok çardağı ziyaret etmekte ve seçmektedirler. Onlar gerçekten sanat yapmakta mıdırlar ve estetik bir duyuma sahip midirler? Bu sorulara açık bir yanıt vermeyi sağlayacak operasyonel bir sanat, yargı ve iletişim teorisine dayanan bir estetik duyum tanımı öneriyorum.

Anahtar Kelimeler: Çardakkuşları, hayvan yapısı (kurgusu), hayvan mimarisi, hayvan sanatı, hayvan estetiği

Giriş
Geometrik yüzey kalıbının ve geniş yolun belirgin bir yönü, kur alanını işaret ediş biçimi bir arada düşünüldüğünde, dayatılmış perspektif olarak bilinen geometrik optik bir yanılsamanın koşullarını mükemmel bir biçimde tertipler. Dayatılmış perspektif dişi tarafından geniş yol boyunca görülebilir daha fazla yüzey modeli yaratabilmek; iç bahçenin ve sergilenen objelerin algılanan boyutlarında değişiklikler oluşturabilmek ve dişinin dikkatini çekmede daha ileri düzeyde yanılsamalar yaratabilmek için olası sonuçlara sahiptir. Şu anda biliyoruz ki erkek Çardakkuşları ne kadar iyi dayatılmış perspektif yaratabilirlerse, o kadar çiftleşme hakkı kazanmaktadırlar.

Çardakkuşları Sanat Üretebilirler mi?

Bu soruya olumlu ya da olumsuz bir yanıt da verecek olsak, sonuçta sanatın tanımıyla bu yanıtları karşılaştırmamız gerekecektir. Maalesef, bir insan aktivitesi olarak sanatın tanımı sorunludur. …

Bazı tanımlar (güzelliğin üretimi, gibi) diğer sorunlu tanımlamalara bağlı kalmaktadır. Sadece kararsız ve çelişik değil, sanatın tanımı, aynı zamanda sanatsal yaratıcılığı sırf sınırlandırma düşüncesiyle belirlenmektedir. …

Karışıklığı asgariye indirmenin tek yolu, birçok fikri yakalamaya çabalayan operasyonel (eylemsel, işlemsel) basit bir tanımı yaratmaktır. Böyle bir tanımlama çabası aynı zamanda test edilebilir hipotezlere de izin verecek bir avantaja sahip olacaktır. Bu sebeple görsel sanatı, diğer insanların davranışlarına etki etmek için bir birey tarafından yaratılmış dışsal görsel bir kalıp yaratmak; sanatsal beceriyi, sanat yaratma olanağı şeklinde tanımlamayı öneriyorum. Etki altındaki davranışlar cezbedicilikten sanatın başkaları tarafından isteyerek gözlenmesine, sanatçıyla eşleşen izleyicilere kadar değişiklik gösterebilir. Bu tanım sanat ile geleneksel imlere eşit bir mesafeden yaklaşır ve hayvanlar da dahil imge teorilerini aynı hizada ele alır. Sanat objeleri sanatçının bedeninin bir parçası olmayan geleneksel imlerdirler. Fakat im olarak benzer fonksiyonların kökeninde beden vardır. Bu tanıma göre hem Çardakkuşları hem de insanlar sanata tepki göstermekte ve onu üretmektedirler, ve sanatın uygulayıcıları, sanatçı olarak isimlendirilebilir.

Çardakkuşları Estetik Bir Duyuma Sahip midirler?

Darwin ve Diamond Çardakkuşları sanatında estetik duyumun altında ilk olarak cinsel seçimin yattığını ileri sürdüler. Fakat hayvan estetiğine ilişkin birçok tartışmanın insanbiçimci olduğu ya da deneylerde insan-tarzı standartların kullanıldığı, ‘güzelliğin’ insanın sinir sitemiyle ilişkisi üzerine değerlendirildiği ya da hayvanların insan resmiyle test edildiği görülmektedir. Bu belgeler ilginç olmasına rağmen onların nasıl yorumlanacağı zor bir konudur, estetiğin cinsel tercih bağlamıyla ortaya konulmasına rağmen, ilk adım açısından iyi bir tercihtir.

Genel olarak estetik kavramı ve estetik duyum tanımı en az sanat kavram ve tanımı kadar tartışmalıdır, hele ki hayvanlara uygulandığında, çok daha tartışmalı. Filozoflar tarafından genel olarak üzerinde kabul gören görüş, estetiğin yargıyı gerektirdiğidir. Değerlendiren merci (estetik duyuma sahip biri) farklı niteliklerde sanat objelerini ya da bireysel özellikleri yargılayabilmeli ve hatta bir sıraya koyabilmelidir. Fakat yargılamak, değerlendirmek ne demenktir? Darwinci yaklaşım operasyonal bir tanım önerir: yargılamak, farklı sanat objeleri ve bireysel özellikler arasında sanatçı ve yargının uygunluğu üzerinde değişikliklere yol açan aktif bir seçimdir. Bu nedenle estetik, dönüşümlerin ortak uygunluğuna yol alan yargılama egzersizleridir. Bu tanımlar imalı bir biçimde örtük bir durumu içerir: yargının aleyhine uygunluğun bir kaybına, sanatçının lehine uygunluğun bir kazancına neden olacak hileli bir durum olduğu sürece sanatçı ve yargı yararlıdır.  

Yargının çeşitlemeleri insanlar arasında geniş bir yer tutmaktadır, fakat aynı durum hayvanlar için de geçerlidir. Örneğin dişi lepistesler bir birey olarak eşleşme tercihleri konusunda çeşitlilik gösterirler. İnsanlarda yargı çeşitliliği muhtemelen sanattaki çeşitliliği kışkırtır, bu durum hayvanlarda da aynı biçimde karşımıza çıkar. Yargıdaki ve sanattaki çeşitlilikler arasındaki kuramsal ilişkiyi araştırmak konuya bir aydınlık getirebilir. …

Sanatın, yargının ve estetiğin operasyonel tanımları şunu iddia eder: Büyük Çardakkuşları sanatçıdırlar ve estetik bir duyuma sahiptirler. Erkekler sanat yaratır, çünkü yaratmış oldukları çardak dişiler tarafından kendi iradesiyle görülür, sanatçıyla eşleşmeye kadar davranışlarında değişikliklere yol açar. Erkekler estetik bir duyuma sahiptirler, çünkü çardak geometrisini geliştirmek ve sürekli olarak sürdürerek ortaya çıkarmak, dayatılmış perspektifi ve çardağı yaratmak zorundadırlar. Başlı başına erkek Çardakkuşları ürettikleri sanatın niteliğini çeşitlendirirler (perspektifi zorunlu kılarak ve geometrik kalıplar arasında bağ kurarak).  Erkeklere göre dişilerde çok daha güçlü estetik kanıtlar bulunmaktadır. Dişiler sanatı ve en iyi sanatı ürettiğini ileri süren erkeği yargılar ve her ikisi de yeni nesil üretiminde faydalıdır. Erkeler kendi çalışmalarını yargılayabilirler, ama dişiler kesinlikle erkeği yargılar.

Çardakkuşlarında şöyle bir karışıklık da vardır: Dişiler erkekleri en iyi perspektifi ürettikleri için seçerler, ama bu, en özel erkeğin en iyi perspektif kalıbı hazırlayan olmasından çok, erkeğin serilmediği kur objelerinin birçok farklı örneğinin dişiyi yanılsamalarıyla şok edecek, donduracak denli kolayca görünür olmasındandır. Bununla beraber çardağın niteliği, kolayca görünürlüğü ve dikkati üzerine çakıcı özellikleri birbirini dışlamaz ve bütün bu faktörler dişinin yargısını etkiler. İnsanlar için ise, estetiğin hedefi her zaman bu kadar basit ve hatta tek şekilli değildir. Şeylere ilişkin tek bir açıklama aramak, tek tanrıcı geçmişimizin bize mirasıdır.

Dikenli balık, Çiklitgiller, Chubb, Kum Kayabalığı, yırtıcı kuşlar ve baykuşlar gibi diğer hayvanlar yapıları inşa ve dekore ederler. Fakat bu yapılar (bir yuva) yeniden imal nesnesi olmalarının yanında nitelik ve beslenme göstergesi oldukları için yardımcı, yan bir uğraş niteliği taşırlar. Birçok insan sanat objelerinin doğrudan bir işleve sahip olmaması gerektiğinde diretir. İşte bu nedenle örneğin Dikenli balığın renk dolu dekoratif yuvaları bir sanat olamaz. Fakat burada önerdiğimiz operasyonel tanım sayesinde bu türler, sanat yapmaktadırlar, yargıda bulunmaktadırlar ve estetik bir duyuma sahiptirler. Buraya kadar, sadece Büyük Çardakkuşları’nın sergiledikleri sanat izleyicilerinin davranışlarında değişiklik meydana getirmek dışında doğrudan bir işleve sahip değildir. Bu fikirler daha çok açıklığa kavuşturulmayı beklemektedir. Sanatın operasyonel, işlevsel bir tanımının kullanımı, yargılamada ve estetik ölçütler belirlemede, diğer hayvanlarda benzer olgular üzerine önsavların test edilmesine yardımcı olabilecektir.
(Çev. Melih Apa)


.
.
.
.