.
.
.
.
Sculpture
L. R. Rogers •
London • Oxford University Pres • New
York • Toronto • 1969
Bölüm I • Takdim
Heykele Yaklaşım
1
Yirminci yüzyıl sanatının gelişiminde önemli yan
etkilerden biri, sahip olduğumuz kültürden farklı kültürel geleneklerin
sanatına ilgimizin ve onlara verdiğimiz değerin artmış olmasıdır. Günümüzde çok
az insan artık resmin Giotto’dan başladığını ya da heykelin klasik zamanlarda
başlayıp Rönesans ve Rönesans-sonrası dönemde geliştiğini düşünmektedir. Kusursuz
heykellerin, ilkel ya da gelişmiş olsun, var olan neredeyse tüm toplumlarda üretildiğinin
artık farkındayız ve birkaç on yıl önce bir çoğu heykelsi obje olan sanatsal
çalışmanın sadece değerlenmesinden dolayı değil, arkeologların ve
antropologların duyduğu garip ilgi sayesinde artık onlara çok daha fazla önem
veriyoruz. Heykel olgusunun değerlendirilme kriterleri açısından bu kitabın
yaklaşımı, bu nedenle, coğrafik ya da tarihsel dar görüşlü fikirlerden kaçınmak
olacaktır.
Heykelsi biçimlendirmede saf duyarlılıkların en ilkel
toplumlarda bile var olabileceği, Paleolitik insanın kemiklerden, fildişinden,
taş yontulardan, kil modellerden ürettiği nesnelerle kanıtlanmıştır. Bu
üretilenler, kadın figürlerinden -tarih öncesi Venüs- ve birçok hayvan
figüründen oluşan, üç boyutlu ya da kabartma betimlemelerdir. Altamira ve
Lascoux gibi yerlerde bulunan mağara çizimleri ve resimleri de göstermektedir
ki, aynı duyarlılık ve dışavurum burada da kanıtlanmaktadır.
Mısır, Mezopotamya, Hindistan, Çin, Güney Doğu
Asya, merkez ve Güney Amerika, Akdeniz ve orta Avrupa’nın büyük uygarlıkları ve
onlarla birlikte Afrika’nın, Okyanusya’nın, merkez Asya’nın ve Kuzey
Amerika’nın kabile kültürleri çok geniş ve farklı üsluplar içeren görkemli
heykeller üretmişlerdir. Masif taş tapınaklardan küçük ve ahşap kabile
kulübelerine kadar her çeşit yapının içi ve dışı heykellerle dekore edilmiş;
toz fırçasından lahitlere kadar her çeşit alet edevat ya heykellerle süslenmiş
ya da heykelsi bir yapıda tasarlanmıştır.
2
Ayrıca, heykel sadece mimariyle ya da işlevsel
objelerle bağlantılı olarak değil, dini ikonlarda, kült objelerde, muskalarda,
anıtlarda, bahçe ve kent düzenlemelerinde, portrelerde ve yerel süslemelerde
biçim bularak bağımsız bir biçimde de var olmuştur.
Geçmiş heykellerin büyük bir çoğunluğu
doğal ya da insan faktörüyle yok olmuşlardır.
Bir bakıma, geçmişin sanatı yanıltıcı bir biçimde
günümüz sanatının karşıtı gibi ele alınmıştır. ‘Geçmişin sanatı’ ifadesi, olmuş
bitmiş şeylerle ilgili, sadece tarihçiyi ilgilendiren bir vurguya dönüştürülmüştür.
Oysa yüzlerce, binlerce yıl önce yapılmış bir heykel işte şimdi önümüzdedir ve tıpkı
geçmişte üretildiği biçimiyle aynı yollarla kendini bizim duyumlarımıza
sunmaktadır. Bir sanat yapıtı, kendi çağında kullanılarak yıpranması ve
yeniliği dışında niteliğinden hiçbir şey kaybetmez. Estetik açıdan bu gibi
şeylerin modası geçmez. Nasıl ki Rönesans sanatı, Akdeniz sanatını geçersiz
kılmıyorsa, Kopernik sistemi de Ptolemaik sistemi (yerin evrenin merkezi
olduğunu ileri süren Ptolemais adında Grekli bir bilim adamı) geçersiz kılmaz. İki
ya da üç bin yıl önceye ait bir şaheserin etkileyiciliği ve güzelliği hala
gücünü korumaktadır. O, artık ortadan kaybolmuş geleneklerden ve inançlardan
kaynaklanmış yanı hakkında hiçbir şey bilmiyor olsak da bizi harekete geçirir
ve bize haz verir.
3
Geçmişin çağları, coğrafyaları, kökenleri ve
kültürel arkaplanları ile heykel konusunun bir başka önemi daha vardır. Geçmiş
toplumların dillerini, edebiyatlarını bilmeden, evrensel bir yapıya sahip
heykel dili sayesinde onlarla doğrudan konuşabilir, onları görebiliriz.
Evrensel heykel dili içinde aksan farklılıkları olabilir, fakat temel olarak
her yerde aynıdır.
Fakat bir heykel yapıtı, tıpkı şu anda göründüğü
gibi gözlerimizin önündeyse, neden hızlı ve evrensel bir biçimde onu algılayamıyoruz? Bu soruya kısa bir biçimde şöyle cevap
verilebilir: Heykelin estetik niteliklerine doğrudan ulaşabiliriz fakat onları
yalnızca bunu yapacak gücü edinirsek algılayabiliriz. Heykel hiçbir şeyini
saklamaz ama onun içinde yatan kendimizi görebileceğimiz sınırlar vardır. Eğer
önemli bir heykel çalışmasını anlayamıyorsak, muhtemelen, algısal becerileri,
davranışları ve duyarlılıkları edinmemiş olmamızdandır, ki bunlar sonradan
edinilebilir. Çok fazla efor sarf etmeden algılayabileceğimiz heykel nitelikleri
vardır. Çok kısa sürede bizi cezbeden, evrensel olarak tanınabilen
niteliklerdir bunlar. Örneğin, ezici bir ortak duygulanım etkisine sahip Perpignan haç’ını, Michelangelo’nun
ağırbaşlı ve güçlü Moses’ini, bir
adamın şefkatli dokunuşlarıyla Rodin’in Öpücük
heykelini, Maillol’un ve Renoir’nın kadın heykellerindeki sıcak neşeyi, erotik
cazibeye sahip Hint asparas’larını, Luca
della Robbia’nın Cantoria’sındaki
koro elemanının gençlik ateşini bir düşünün! Birçok insan, bu heykellerdeki
nitelikleri hemen algılamaya hazırdır, çünkü bu heykeller normal yoğunluğun çok
ötesinde olmalarına rağmen, gündelik hayattın hemen kabul edilebilir
niteliklerini de yansıtırlar. Olağan duygularımızı ne kadar derinleştirirsek ve
yaşamdaki duygusal etkileşimimiz ne kadar keskinleşirse, Bu tür heykel
niteliklerini de daha güçlü bir biçimde değerlendirebiliriz. Elbette bütün bu
özel algısal becerileri, davranışları ve duyarlılıkları yalnızca onları
kavramak ve onlardan hoşlanmak için edinmemeliyiz. Heykel sanatıyla etkileşimimizi
geliştirmenin bir yolu vardır, o da çok daha duyarlı bir insan varlığı olmaktan
geçer.
------dışavurumdaki
daha derin seviyeler ve biçimin güzelliği-------
dışavurumcu nitelikler…
9
Heykel hakkında bazı bilgiler, toplumsal arkaplanı,
toplumsal, tarihsel bilgiler, dini önemi, vs. belki ona bakışımızı
genişletebilir, görsel farkındalığımızı güçlendirebilir, biçimsel ve
dışavurumsal nitelikleriyle vereceğimiz yanıtları zenginleştirebilir. Fakat ona
vereceğimiz değer (kusursuz oranı, biricik heykelsi hacimleri) ancak onun
sınırsız (kozmik) güçlerini öğrendiğimiz zaman artar. Bu kozmik güçler onun
tasvir edilmiş tanrısallığı aracılığıyla sembolize edilir.
9-10
Heykel hakkında araştırma yapmayacağız, bilgi
edinmeyeceğiz. Bunlar tuzak! Bizim sağlam bilgimiz, onun algısal düzlemi
olacak. Edebi ya da entelektüel düzlemler değil. Kitabımız algı üzerinde
duruyor. Öyle entelektüel beceriler, sanat tarihi, sanat felsefesi, sanat
psikolojisi, sanat eleştirisi gibi akademik ilgiler değil! Zaten çoğumuz
bunlardan, bu tür bilgilerden uzağız.
14
14’e kadar anlatılanlar şu: Heykel üç boyutlu bir
formdur. Bu onun en karakteristik özelliğidir. Bunu üstünkörü anlamak zordur.
Herkes az buçuk üç boyutlu formları algılamada bir kapasiteye sahiptir. Ama
bunu geliştirmek gerekmektedir.
14
Üç boyutlu formu algılama ve kavramada sadece görme
değil, dokunma duyusu da önemli bir rol oynar.
-
dokunsal yüzey nitelikleri
-
ağırlık
-
hacim (≠ kütle)
konturlar ve siluetler
-
ifadesel nitelikler
20 - 25
fotoğrafın üç boyutlu heykeli çekemeyeceğini
anlatıyor.
26
heykelsi
biçimin elemanları
Kütle
ve Boşluk (Space)
Heykelin üç boyutlu doğasına iki farklı yolla
bakabiliriz. Bir taraftan, bir heykel çalışmasını katı, geçirgen olmayan
parçaların bir toplaması, bu parçaların yerinden çıkarılması, yerine
yerleştirilmesi biçiminde düşünebiliriz. Bu şekliyle biz heykeli daha çok bir
“içsel yapı” olarak görmekteyizdir.
Diğer yandan heykeli boşlukla ilişkileri içinde ele
alabiliriz. Onun üzerine yayılan, onu saran, içinden geçerek onunla ilgili hale
gelen boşlukla… Bu şekliyle heykelin sadece materyalinin bileşenleriyle değil,
bu bileşenlerin uzayla olan ilişkisi de hesaba katılmaktadır.
Örneğin, birincisine örnek olarak Brancusi’nin
“Kuş” (1912) adlı çalışmasını verebiliriz. Burada sadece katı bir malzemeyle
çalışılmıştır (single valume sculpture, single solid piece of material). Oysa
Gabo’nun “Çizgisel Yapı” (1943) çalışmasında neredeyse hiçbir katı ya da
kütlesel materyale rastlamayız.
Bazen de hem içi hem de dışı hesaba katan yapı bir
arada kullanılır.
26-30
Bir çok kişi, kütle dendiğinde ne olduğunu gayet
iyi bilir. Fakat boşluk (uzay) öyle görülebilir, dokunulabilir olmadığı için
algılanması, kavranması kolay olmayan bir heykele yaklaşım biçimidir. Bir
heykele bakış tekniği olarak boşluk, gerçekliği konusunda şüphe uyandırır.
Belki boşluklar ile uzaysal ilişkiler arasında bir ayrım yaparsak, boşluk
konusundaki yaklaşımımızı daha anlaşılır hale getirebiliriz.
Boşluklar, heykel bileşenleri arasındaki
alanlardır. Onlar oyuklar, çukurluklar şeklinde karşımıza çıkar (bileşenlerin
kendi arasında). Ve onların arasında aralıklar şeklinde de olabilir.
Boşluklar, kesin biçimleri ve ölçüleri olan
alanlardır. Tıpkı bir odanın ya da bir fincanın içi gibi.
Uzaysal ilişkiler ise, boşluğun içinde, boşlukta
var olur ve burada bir çeşit genel havuz ya da matrix (dizey, kalıp, bir cisme şekil veren şey veya dayanak olan şey,
veri grupları arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla kullanılan yatay ve düşey
hatlar ya da kolonlar, değişkenler arasındaki ilgiyi gösteren tablo ) gibi
görünür. Uzaysal ilişkileri (heykel bileşenlerinin), onların göreli, bağlı
yönleri ve pozisyonlarıdır (bu havuz ve dizey’in içinde). Onlar, bileşenler
arasında birinin diğeriyle olan ilişkileri aracılığıyla ortaya çıkarlar ki, bu
anlamda fiziksel olarak değil, onların birbirleriyle olan geriliminden
doğarlar.
30
Bir heykeli uzaysal ilişkilerle ele almak, daha
yakın zamanda ortaya çıkmış bir durumdur (kütlesel yanından çok, uzaysal
ilişkilere vurgu yapmak). Bu tür bileşenlerden oluşmuş heykeller, çok az ya da
hiç üç boyutlu yapılar içermezler. Tel, ip gibi ya da iki boyutlu levhalardan
oluşurlar. Bu tek ya da iki boyutlu bileşenler, üç boyutlu boşluğu harekete
geçirirler. Etrafına anlam katarlar. Bu tür heykelleri değerlendirmek için katı
formda oluşmuş heykelleri değerlendirirkenki yaklaşımlarımızdan daha farklı bir
duyarlılık gerekir.
Hacim
31
Bir heykelin hacmi, onu kaba taslak algıladığımız
anda katı bileşenlerinin tamamının oluşturduğu, kapladığı alandır. Bu bir heykelin
fazla derine inmeden algıladığımız en temel yapısıdır.
Tek hacim: domates, elma, yumurta, balık,
kristaller,vb.
35
Öyle sadece yüzeyindeki ufak oynamalarla meydana
getirilmiş heykeller pek memnun edici değildir, kişiyi tatmin etmez. Asıl
önemsenen heykel, içsel yapıya sahip olanlardır. Dış yüzeydeki
hareketlenmelerin içteki hacimle şekil kazandığı, içsel yapının tüm yüzeyi
belirlediği heykeller daha önemli bir yere sahiptir.
İçsel dinamikler, içsel varlık biçimleri yüzeyin
biçimselliğinden sorumludur. Heykelsi kütlelerin yalnızca toplama yüzeylerinden
ya da yüzey niteliklerinden ibaret olduğu düşünülür. Oysa bu yüzeyler içeriden
tasarlanır ve iç’in dışsal bildirileridirler. Bu yüzey nitelikleri kütlenin bir
sürekliliği olarak ele alınmalıdır.
Katılık
Katılık algısal bir nitelik olarak ele alınmalıdır.
Yüzeyler
Yüzey, hem kütlesel hem de uzaysal heykel için
önemli bir niteliktir. (…) Levhalardan oluşmuş uzamsal heykel neredeyse sadece
yüzeylerdir; katı (boşlukta yer kaplayan) heykeller için ise yüzey,
sınırlardır.
Çeşitleri
I.
Düzenli Yüzeyler
Geliştirilebilir niteliktedirler. Düz çizgi
üzerinden doğarlar.
a) düz yüzeyler
b) tek eğimli yüzeyler
c) yamulmuş yüzeyler (geliştirilemez)
II.
Çift Eğimli Yüzeyler (geliştirilemez)
Düzenli yüzeylere göre, çift eğimli yüzeylerden
oluşmuş heykeller yapmak daha zordur.
Düz, tek eğimli ya da yamulmuş heykeller yalnızca
günümüzde üretilmektedir.
40
Katı maddelerin tek ve iki eğimli yüzeyleri, aynı
zamanda iç ve dış bükey olmaktadırlar. Bu iki karakterin etkileşimi, heykelsi
formları en etkileyici ve önemli düzenlemeler içinde ele alınmasına neden
olmaktadır. En başta (bu etkileşim) bize eğimli yüzeyleri 5 temel tipte ele
alma fırsatı vermektedir:
I. İki kavisli yüzeyler (tamamen dışbükey olanlar)
II. Tek kavisli dışbükey kavisler
III. Çift kavisli yüzeyler (tamamen içbükey
olanlar)
IV. Tek kavisli içbükey yüzeyler
V. Hem iç hem dışbükey yüzeyler.
Dışbükey
Yüzeyler
-tek hacimli-
En yaygın yüzey tipi, heykelde, çift kavisli
tamamen dışbükey yüzeylerden oluşur. Bu yüzeyler doluluk ve tamamlanmışlık
izlenimi doğurur. İç dinamiklerin gerilimini taşıyan bir deri
görünümündedirler.
43
Düzlem kavramı genellikle küp ya da piramit gibi
dümdüz yüzeyler için kullanılır. Heykeltıraşlar ise bu kavramı tam düz olmayan
düzlemler için de kullanırlar. Örneğin “eğimli” yüzeyler, derler.
48
Kadın figürlerinde yumuşak geçişler, hafif
şişkinlikler, yuvarlaklıklar ile erkek figürlerindeki sert yapı, en çarpıcı
kontrastlıklardır.
Tek eğimli yüzeyler, çift eğimli yüzeyler kadar
hacmi ortaya koyamaz. Tek eğimli yüzeyler bir hacmi kuşatamaz, daha çok bir
sertlik, bir mekanik basitlik izlenimi verirler ve ince ayrıntıdan
yoksundurlar.
Tel eğimli yüzeyler (silindir, koni gibi) daha çok
makine üretimi biçimlerde bulunur ve heykelde daha çok tabakadan (saç)
üretilmiş olanlarda kullanılır (Mekanik bir karakter amaçlandığında). Kütlesel
bir heykel üretiminde ikincil planda kalırlar ve bağlantıların da diğer yüzey
tipleri rol oynar.
İçbükey
Yüzeyler
İçbükey yüzeyler, ister tek kavisli ister çift
kavisli olsunlar, dışsal güçlerin işletilmesinde ortaya çıkarlar.
Bu yüzeyler daha çok yoksunluk, aşınmışlık, üzerine
basılmışlık, eziklik etkileri önerirler.
İçbükey yüzeyler kütleye, boşluk karşısında ileri
gitmesini sağlarlar. Genellikle tamamlanmamış, kütlenin hacmini kuşatacak
devamlılığı sağlayamamış yüzeylerdir.
İçbükey yüzeylerin en önemli fonksiyonları heykelde
gölge sağlamaktır.
51
Afrika heykellerinde çokça karşılaştığımız içbükey
yüzeyler, heykelin ifadeci niteliklerini abartmak ve ruhsal oluşumlar için
uygun bir buluştur. Fakat gerçek insan figürlerinde içbükeylik, deforme içindir
ve yalnızca yaşlılığı ve zayıflığı ifade etmek için kullanılır. Sağlıklı insan
vücudu neredeyse tamamen çift kavisli dışbükey yüzeylerden oluşur.
52
Dışbükey formlar (Greklerde ve Hint heykellerinde)
organik canlılığı ve zenginliği ifade edebilmek için kullanılır.
İçbükey
- Dışbükey Yüzeyler
İçbükey ve dışbükey yüzeyler kendi başlarına
kütleselliği veremezler. Onlar yalnızca iç dinamikleri ortaya koymanın pozitif
ve negatif yanları olarak görülmelidir.
54
Düz taraflı hacimler bir sertliğe sahiptirler, tek
biçimli her yöne düzlüğe… Ne zaman ki güce ya da kütleselliğe ihtiyaç duyarlar,
işte o zaman heykeltıraşlar yaklaşık olarak blok etkisi veren biçimlere eğilim
gösterirler. Blok, belki son derece
güçlü bir yapı olabilir, ancak her zaman ince ayrıntılardan yoksundurlar ve
onları kavramak güç değildir. Bazı Meksika ve Mısır taş heykelleri (bu açıdan)
dünyanın en güçlü yapılarıdırlar ve bunu blok etkili yüzeylerine borçludurlar.
56
Parçalar
(Bölümler) - Kesitler
Üç boyutlu biçimleri algılamanın ve tanımlamanın en
kullanışlı yolu, biçimleri parçalar olarak ele almaktır. Özellikle
mühendislikte, mimarlıkta, anatomide, botanikte, marangozlukta ve tabii ki
heykeltıraşlıkta, ne zaman ki katı maddelerin biçimlerini anlatmak gerekse,
bölümleme yöntemine başvururlar.
Kesit, heykelin parçalarını bağlamada bize yardımcı
olur. Heykelin bir yüzeyinden diğer bir yüzeyini ayırmada, ilişki kurmada, vb.
Bir hacmin her yönüyle aynı anda farkına varmamızı sağlarlar.
Heykeltıraşlar, kesitlerin birbiriyle olan uyumluluğu,
kesit almanın onlara verdiği bu olanak sayesinde bileşenlerin bir bütünü
meydana getirdiği gerçeğini göz önünde bulundurarak bir şaşkınlık, bir
kararsızlık yaşamadan yapıyı görme şansına sahip olurlar. Burada biçimleri
benzer yapılara indirgeyerek bu başarıyı elde ederler. Hacmin ana kesiti üç
yöne sahiptir.
57
Günümüz mühendisliğinde, gemi ya da uçak yapımında,
bu yapıları kesitler halinde analiz etmek doğal, mantıklı, ekonomik ve doğru
bir yöntem olarak algılanabilir. Bununla birlikte heykelsi hacimler her ne kadar
mühendislik yapıları gibi sıkı yapılar olmasalar da, kesitlere ayrılarak analiz
edildiklerinde, gene de yapısal doğruluklar konusunda bir fikir verebilirler.
Bu şekilde heykelin anlaşılır içsel yapısı ortaya konabilir: düzlemlerin
organizasyonu, ana çizgiler, eğrilik değişimleri, oranlar, vb. Soyut
heykellerde kesit analizi çok daha kullanışlıdır.
Geçişler
59
Heykelsi kompozisyonda hacim bileşenlerini her biri
genellikle birbirine bir yolla bağlıdır.
Sert geçişler (Okyanusya ve Afrika heykelleri)
Yumuşak geçişler
Özellikle kabile sanatlarında, Afrika tahta
yontularında karşılaştığımız içbükey ve dışbükey sert geçişler, heykele
dramatik ve canlı bir anlatım kazandırmaktadır. 20. yüzyılda Arp ve Moore ise
tam tersi yumuşak geçişlerle heykeller yapmışlardır.
Küçük
Biçimler 68
Arp ya da Brancusi örneklerinde olduğu gibi yalın
bırakılmış yüzeylerden oluşan heykellere yalnızca bizim zamanımızda rastlarız.
Geçmişin heykelleri dekoratif detaylarla küçük biçimlerle kaplıydı. Bazen bu
detaylar hacmi aşırı derecede boğuyordu ki bu hastalık içinde heykel kurban
ediliyordu. Hint heykel stilinde figürler, küçük dekoratif biçimlerin yarattığı
ortamın içinde yutulmuş, yok olmuştur. Geç Gotik atlarları da aynı kaderi
paylaşmıştır. Henry Moore şuna dikkat çekmiştir: Gotik’ten bu yana Avrupa
heykeli fazla büyümüş yosunlarla, yabani otlarla kaplanmıştı, tamamen saklı
biçimlerin fazlalığıyla yaratılmış her çeşit yüzey… Ve Moore, şunu ekliyor: Bu
yabani otlarla kaplı biçimleri Brancusi’nin özel misyonu sayesinde defettik ve
o bize biçim bilincini yeniden taşıdı.
Birçok küçük form (ayrıntı) yalnızca yüzeye, asıl
formun üzerine dokusal ya da çizgisel eklentidir.
68
Klasik heykelde, Grek heykelinde özellikle erkek
torslarda beden, göğüs ve üreme noktaları ile temel formları oluşturur ve bu
noktaların (bölgelerin) dışında kalan küçük elemanlar birbirleriyle gayet
uyumludur.
Katılık
ve Boşluk Arasındaki Etkileşim (70)
20. yy heykelindeki gelişme, ‘iç’in kübistler
tarafından (Picasso, Lipchitz, Laurens ve Archipenko) heykele özgü bir hacim
olarak kullanımının başlatılması oldu. Onların yaptıkları şeylere alışkın
olarak büyüyen bizler, bazen bunların ne kadar cesur adımlar olduklarını
unuttuk. İçbükey, dışbükey yüzeylerin, katı ve boşluğun karşılıklı
etkileşimlerini heykelin yararına sürdürüldüğünü… Onlar insan figürünü yalnızca
komposizyonlar geliştirmek için yalnızca başlangıç noktası olarak kullandılar
ki formların her biri bir buluştu. Diğer gelişmeler arasında onlar, figüre
içbükeylikler yüklediler ki burada figür bir varlık olarak, katı bir maddenin
yayılımı olarak hiç varolmadı. Archipenko, figürde hacimselliği ortadan
kaldıranlardan ilki oldu. Kübist heykel biçimlerinin çoğundaki gibi bu
boşluklar inorganik nitelikteydi. Mekanik, tek kavisli yüzeylerin ağır bastığı
nitelikler…
74
Yalın hacimli yapılarda iç boşlukların olanaklarını
diğer sanatçılardan çok daha ileriye taşımış olan sanatçı Barbara Hepworth’dur.
O, dikkatli bir biçimde düşünülmüş dış biçimlemeler kadar, delikler ve oyuklar
yaratarak heykellerinin içyapılarını da işlevsel kılmıştır.
77
Temel hacimlerin içinde oyma ve boşluklar açma,
heykelin katı maddeselliğinin içine nüfuz etmenin, onu açmanın tek yoludur.
Geçmişin heykellerinde bu yol, birçoğu figürlerden ve hayvanlardan oluşmuş
yekpare parçalar oldukları için, fazla kullanılan bir yöntem değildi. Figüratif
heykellerin çoğunda boşluk, farklı çeşitlerde karşımıza çıkar; Boşluklar bir
hacimsel bir özellik sergilediklerinde, iç’te gerçekleşen biçimde değil, katı
parçaların arasında varolurlar.
Mısır’da ve benzer özellikler gösteren diğer heykel
geleneklerinde karşılaştığımız figürün katı bir kütlenin içine sıkıştırılması,
gerçek insan vücudunun duruşlarına çok az sahiptir. İnsanlar genellikle
kollarını vücutlarına sıkıca yapıştırarak ya da dizlerini birbirine
kenetleyerek, ayakta ya da oturur vaziyette durmazlar. Bu tür duruşlarda ifade
olanakları neredeyse tamamen sınırlandırılmıştır. Birçok heykeltıraş
kompozisyonlarında katı biçimler ve boşluk arasında daha doğal ve organik
ilişkiler araştırmışlardır ve boşluğu figürün içinde daha doğal bir biçimde
kullanma eğilimindedirler. Kollar vücuttan ayrı dururlar, bacaklar arasında bir
boşluk vardır, oturmuş figür bacakları arasında bir boşluğa sahiptir. Uzanmış
figür, dayandığı yer ile vücudu arasında bir boşluk yaratır. Geçmişte yapılmış
heykellerin büyük çoğunluğunda bu boşluklar heykeltıraşlar tarafından dikkate
alınmamıştır ve onlar kesinlikle boşlukları bir biçim olarak düşünmekten çok
uzaktırlar; üç boyutlu cisimlere duydukları ilgi daha fazlaydı.
Heykelde boşluğun hesaba katılması gerektiği, Barok
ve Maniyerizm gibi oldukça kompleks kompozisyonlarda bile (örneğin Laocoon
gibi) bir biçim olarak boşluk ikincil olarak düşünülmüştür.
78
İnsan ve hayvan figürlerinde, masklarda yüksek
derecede soyutlama gerektiren Afrika ve Okyanusya ağaç yontuculuğunda ve bazı
Meksika taş yontuculuğunda heykeltıraşlar boşlukları en az kütleler kadar
dikkatli bir biçimde tasarladılar. Bu bakımdan birkaç ilkel heykel örneği,
kütle ve boşluğun birlikte kullanımıyla oluşan yeni anlayış içinde birçok
modern heykel örneğine benzer.
Üç boyutluluk kadar, boşlukları da değerlendiren
betimleyici bir heykel yaratabilmek için insan ve hayvan figürlerindeki ya da
herhangi bir betimlemedeki natüralistik biçim anlayışında, daha farklı
özgürlüklere ihtiyaç vardır. İlkel heykel sanatında bu özgürlük tartışmasız bir
biçimde hoşlanılan bir şeydi. Fakat modern sofistike heykel, uzun bir tarihe
sahip, oranlarda ve biçimlemede anatomik doğruluğun ciddi bir heykelin en
önemli özelliği oluşuna dayanan anlayışın da üstesinden gelmek zorundaydı. Çok
sayıda örneklere sahip ilkel heykel, yüzyılın başında erken dönem sanatçıların,
natürlalizmin sınırlayıcılıklarını kırmalarında büyük bir cesaret verdi.
79
Bu sınırlandırılmış özgürlüğü iyi anlatabilecek bir
karşılaştırma yapacak olursak, Tamuin’den Meksika taş figürü ile, Donatello’nun
David’ini ele alabiliriz. Tamuin’de kol ve vücut arasındaki boşluk, bir biçim
olarak değerlendirilmiştir. David’deyse aynı yaklaşım görülmez. Anatomik
doğruluğun gerekirlikleri, ki Meksikalı heykeltıraşı bu hiç ilgilendirmiyor,
Donatello’nun bu boşluğu görmesini engelliyor. Onun için bu boşluk sadece katı
parçalar arasında kalan bir yarıktır.
Archipenko, Arp, Lipchitz, Hepworth ve Moore gibi
büyük modern heykeltıraşların çalışmalarında boşluk ve üç boyutlu madde dengeli
bir anlayışla ele alınmıştır ve bu iki elemanın ayrı bir biçimde algılanmasına
olanak yoktur. İç boşluk mefhumu, burada üç boyutlu katılığın içine
yedirilmiştir ve heykeli çevreleyen dış boşluklar artık kullanılmaz; boşluğun
kompozisyonun tamamına işlemesi, boşluk ve katılığın yakın birliği bunu
gereksiz kılmaktadır. Geçmişte örneğin yeni İrlanda Malanggan yontuları gibi
heykeller vardır; boşluğu kendi tasarımlarının bir elemanı olarak pozitif
anlamda kullandıklarını gösteren bir örnek… Fakat 20. yy’dan önce kütle ve
boşluğun birliğini bu kadar bilinçli ve doğrudan kullanan heykel anlayışı hiç
olmamıştır.
80
Henry Moore’un çalışmalarında deliğin özel bir
biçimde kullanıldığını herkes bilir. Moore’un katılık ve boşluk arasındaki
olası ilişkiler üzerine araştırmalarının diğer heykeltıraşlardan daha yoğun
olduğu da bir gerçektir. Uzamsal heykelin gelişiminde (spatial sculpture)
Moore’dan çok daha ileri yol kat etmiş 20. yy heykeltıraşları vardır, fakat
onlar heykelin temel olarak katı bir biçim olduğu fikrini terk etmişlerdir.
Moore heykelin bu geleneksel düşüncesini hiçbir zaman terk etmedi ve onun
çalışmalarındaki uzamsal nitelikler, bizim heykeli katı biçimlerin kompozisyonu
olarak saymayı kestiğimiz noktada dahi, kütleselliğin azaltılması yoluna hiçbir
zaman girmedi.
Uzamsal
Heykel
81-82
Heykel türünde son 50 yıl (1919-1969) içerisinde
uzamsal değerler, üç boyutlu, hacimli (solid) biçimler karşısında üstünlük
kazandı ve heykeltıraşların yönelimlerinde önemli bir odak noktası haline
geldi. Bizler uzamsal heykeldeki bu gelişmeleri, yüzyılın ortasında yeni bir
çeşit uzamsal sanat fikrine olan inançlarıyla özellikle Naum Gabo ve Antoine
Pevsner kardeşler gibi Konstrüktivist sanatçılara borçluyuz. Bu fikir ilk
olarak Rus devriminin erken döneminin entelektüel ve sanatsal iyimserliği
içerisinde tasarlandı ve 1920’de gerçekçi manifesto ile duyuruldu.
Şunu fark etmeliyiz ki, aslında bütün
heykeltıraşlar uzamsal değerlere sahiptiler ve çalışmalarında değişik
yaklaşımlarla bunun önemine değinmişlerdi. Gabo ve Pevsner, tamamen uzamsal
fikirlerle ortaya çıktılar. Bu heykel türünde en çok öne çıkan özellik, başlıca
biçim olarak çizgisel ve yaprak biçimlerinin tercih edilmesidir. Olağan olarak
kullanılan katı biçimler yerine, tel, ip, çubuk, metal levha, perspex, ahşap ve
bunun gibi materyaller… Bu kullanımın etkili sonuçları vardır. İlk olarak bu
tek ve iki boyutlu materyaller kütlesel bir biçime sahip değildir, içi olan
yapılar değildirler ve bu haliyle sanatçılara çalışmalarındaki uzamsal
değerlere daha yoğun bir şekilde konsantre olmaları konusunda olanak
sağlamaktadır. İkinci olarak, onlar açısından boşluk, iş edinecekleri bir şey
değildir. Üç boyut, en az yöneldikleri şeydir. Onlar boşluğun içine yönelirler,
onu bölerler, çaprazlama işlerler, katlarlar, sararlar, çerçevelerler. Fakat
içini doldurmazlar. Bu yaprak ve tel bileşenler, hacimli şeylerden çok daha
fazla boşlukla yakın ilişki içindedir.
84
Bu materyaller, saydam ve yarı saydam olduklarında,
heykel neredeyse tamamen cisimden arındırılmış hale gelmektedir. Gabo, kendi
konstrüktivist heykellerinde cam ve pleksiglas gibi saydam malzemelerin müthiş
olanaklarını kullanarak, bunları geliştirmiştir. Bu şekilde heykelin içinin
görülebilir kılınması ve görsel duvarlar kullanılmaksızın boşluğun
tanımlanabilmesi, olanaklı hale gelmiştir. Heykeller iç ve dışa ihtiyaç
duymadan, tamamen uzamın görülebilir hale geldiği açık bir yapıya dönüşmüştür.
Pevsner, oldukça etkileyici bir tekniği mükemmelleştirerek
yeni bir yüzey yarattı. En çok kullandığı yöntem, metal teller ve eğimli
çubukları uzamdaki eğrilerle ilişkilendirerek kurmaktı. Bunlar yan yana
kaynakla birleştirilerek toplamda bir yüzey oluşturuyorlardı. Bu tekniği yaygın
bir biçimde yüzeyde çok güzel ritmik hareketler içeren karmaşık uzamsal
örnekler kurmak için kullandı. Bu yapıda yöntemli yüzeylerin üstünlüğü ona bir
sıkılık ve sertlik vermektedir. Yüzeyi meydana getiren bu sıkı çizgisel
elemanlar, gerçekten de görülebilir bir yapıyı tamamen açığa çıkarmaktadır.
86
Pevsner’in çalışmalarında bizler hacimli biçimlerin
bir anlatımıyla karşı karşıya değiliz belki, fakat bu çalışmalar uzamın içinde
ritmik hareketlere sahip dinamik yüzeylerin sanatsal ifadeleridir. Onlar Gotik
mimaride ve Candela ve Nevri örneklerinde gördüğümüz modern mühendislik
yapılarında karşılaştığımız mühendislik marifetlerine daha yakındırlar (ve uzayda
yayılan, bükülen, eğrilen yaprak türü yapılar). Onlar doğrudan doğal objeleri
betimlemezler, fakat yapraklarda, deniz kabuklarında, kuşların kanadında,
kemiklerde -özellikle balık kemiklerinde ve açık tohum kapsüllerinde-
karşılaştığımız ifadesel niteliklerle ortaklıklar taşırlar.
Çoğu uzamsal heykelde dokunma duyumunun cazibesi ve
heykelin geleneksel üç boyutlu hacmi feda edildiğinden, bazı insanlar onların
gerçekten heykelsi bir nitelik taşımadıklarını düşünürler. Bu tür düşünceler
elbette savunulabilir, fakat heykel kavramının neyi içermesi gerektiği
konusunda gereksiz sınırlamalar ortaya atarlar. Bizler, eğer bu çalışmalarda
heykelin olanakları telafi edici niteliklerde geliştirilemiyorsa, elbette
ağırlık ve üç boyutlu hacimselliğin kaybını reddetmekte haklıyızdır. Fakat işin
doğrusu, gerek Pevsner ve Gabo’nun heykeli, gerekse diğer uzam heykeltıraşları,
bizleri kütlesiz bir heykelin mümkün olamayacağı yolundaki düşünceleri tekrar
gözden geçirmeye davet etmektedirler. Kütleli, kütlesiz heykel rekabetine hiç
gerek yok. Gabo, uzamda yontu ve yapı
kurum adlı makalesinde şöyle yazıyor:
Hacim hala heykelin temel bir niteliği olarak
varlığını koruyor ve bizler onu heykelde kullandığımız yaygınlıkta üç boyutlu
hacimselliğin bir ifadesi olarak temalarımızda da kullanıyoruz.
Bizler heykel çalışmasını asla
materyalsizleştirmeyi kastetmiyoruz. Var olmayan bir biçime sokarak, bizler
gerçekçiyiz. Dünyasal konularla kuşatılmış dünyayı algıladığımız temel gruplara
ait psikolojik duyguları boşlamıyoruz. Tam tersine, kütle algısının üzerine
uzamı ekleyerek, onu vurgulayarak ve biçimlendirerek, kütlenin anlamını
zenginleştiriyoruz. Kütlenin, heykelin üç boyutluluğunu sürdürmesi ve uzamın
onu genişletmesi yoluyla aralarında sağlanan mukavele ile heykeli çok daha
temel bir yapıya taşıyoruz.
Uzamsal heykeldeki gelişmeler, modern mimarideki
gelişmelere ayak uyduruyordu. Gerçekte birçok uzamsal heykel, mimari modellere
çok benziyordu.
87
Tek bir duyudan daha fazlasına hitap eden uzam
çağıdır bu. Büyük tabakalarda sertleştirilmiş cam, çelik, kuvvetlendirilmiş
beton, plastik gibi yeni materyaller ve yeni yaşama alışkanlıkları, çevremizin
uzamsal organizasyonunda yeni yollar açmıştır. Büyük modern mimarlar F. Lloyd
Wright, Le Corbusier, Gropius, Mies van der Rohe, yapı mimarisinin kullanımında
yeni yollar keşfettiler. Yapıların içi ve dışı arasındaki sert ayrım
belirsizleşti; bahçe ve peyzaj binaya nüfuz etti ve bina çevresine taştı. Duvarların
bölme işlevi, çelik çerçeveler ve cam perde duvarlar ile azaltıldı. Şimdi
binayı dışarıdan içeriye doğru, dosdoğru görebiliriz. Onlar geçirmezliklerini
kaybettiler ve uzamları aralıksız hale geldi.
88
Artık kütlesellikleri ve ağırlıklarıyla toprağa kök
salmıyorlar, fakat zeminin üzerinde hafiflikleri ve batmazlıklarıyla
yüzüyorlar. Buna ek olarak önemli mühendis ve mimarların iş ortaklığıyla beton
yapılardaki yeni gelişmeler, tonoz yaratımını mümkün kıldı. Bu gelişmeler,
Ortaçağ mimarlarının bile şaşkınlık içinde soluğunu kesebilecek nitelikteydi.
Bütün bunlar teknolojik devrimin bir parçasıydı ki, mühendisleri, bilim
adamlarını, tasarımcıları ve sanatçıları etkileyen bu devrim, çağımızın uzam
bilincinde muazzam değişiklikler meydana getiriyor. Heykelin uzamsal yönü
üzerine modern vurgu, hem bu devrimi yaratan, hem de katkıda bulunan yönüdür.
Çoğu uzamsal heykelin zamanımızda tipik hale gelen karakteristik bir başka
özelliği, görülebilir yapı üzerindeki vurgusudur. Bu çağ, yapı bilinci çağıdır;
yaptığımız şeylerin kemiklerini göstermekten, onu çıplak ve sade bırakmaktan
hoşlanıyoruz. (Çev. Melih Apa)
(Not: Kitabın tamamı birebir değil, seçme bir biçimde çevrilmiştir)
.
.
.
.